*Fotoğraf: AA
Makalenin İngilizcesi için tıklayın
"Biz nasıl bu hale geldik" sorusu bugün Arap ve Müslüman dünyasında herkesin kafasında dönüp duruyor! Ne oldu? Niye oldu?
Bu muhasebeyi 1918‘de Osmanlı Devleti’nin çöküşüne bağlayan, 1967 İsrail-Arap Savaşını başlangıç kabul edenler, Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) 2003 Irak işgali ve sonrasına işaret edenler vb. çok sayıda görüş ortaya atıldı, yazıldı, çizildi, kolonyal geçmişten ulus devlete Ortadoğu her zaman bir sorunlar yumağı olarak yaşamaya devam etti.
Bizler, bölgede yaşayanlar, Soğuk Savaşı, savaşları, darbeleri, kralları, otoriter devletleri, İslam devletlerini, İsrail devletini, cumhuriyeti, seçimleri en son olarak da "İslamcı Cihat terörü"nü yaşayarak geldik bugünlere. Bugün ne değişti?
Yaklaşık yüz üç yıllık bir süreç olarak düşünürsek, (1918-2022), dört nesilden söz ediyoruz. 20. yüzyılın başında, ortasında, sonunda doğanlar ve 21. yüzyılda doğanlar.
Türkiye, bir İmparatorluğun gerçek varisi olarak gördü kendisini, üç kıtada hüküm sürmüş, çok dinli, çok mezhepli, çok dilli, çok kültürlü bir yapı. İstanbul gibi dinlerin, dillerin, kültürlerin yüz yıllar boyunca yeşerip serpildiği eşsiz bir kentin başkent olduğu, kıtaları birleştiren bir İmparatorluk’tan söz ediyoruz! Arap coğrafyası bu tarihin dört yüz yılını Osmanlı hükümranlığı altında yaşadı.
Osmanlı‘dan ayrılıp, bağımsız devletler olmaları 20. yüzyılın içinde gerçekleşti. Bu süreç Araplar için zor ve inişli çıkışlı oldu. Türkiye Cumhuriyeti ile olan ilişkileri Osmanlı döneminden çok farklı, bağımsız ulus devletler düzeyinde gelişti.
"Biz"
Yazımın başında kullandığım “Biz” sözcüğünü açıklayabilmek için yazdım bunları. Ortadoğu’nun değişik kentlerinde yaşamış, çalışmış, özellikle Lübnan ve Beyrut ile yakın ilişkiler içinde olan birisi olarak ben kendimi bu ülkelerde bir yabancıdan çok “biz” gibi hissettim.
Belki aynı his Balkan ülkeleri için de geçerlidir. Ortak tarih, ortak yaşam biçimleri, ortak yemekler, ortak kültür. O nedenle bugünkü yazımın asıl konusu olan Lübnan’da neler olduğunu, insanların neler yaşadığını, çekilen acıları ve kayıpları “biz” olarak görüyorum.
Lübnan 2015'de başlayan ve halen sürmekte olan büyük bir ekonomik kriz ile boğuşuyor. Bu krizin nedenlerine, Lübnan’ın mezhepler üzerine kurulan siyasi yapısına gelmeden önce, bugün ile başlamak istiyorum.
Bu yazıyı kaleme aldığım günlerde aslında Beyrut’ta olmayı planlıyordum. 2020 yılının Ağustos ayında Beyrut limanında yaşanan ve kentin bir bölümünü havaya uçuran, yüzlerce ölü ve binlerce yaralı bırakan korkunç patlamadan sonra gidememiştim.
Başımızda Covid-19 olarak tanımlanan başka bir bela daha dolaşıyordu, yolculuk yapmak zor ve riskliydi. Ben de uzaktan yazışarak, haberleşerek ve Beyrut Amerikan Üniversitesi’nin yaşlılar için açtığı “University for Seniors” (ileri yaştakiler için üniversite) özel bölümünün kurslarına devam ederek neler yaşandığını, insanların nasıl zor günlerden geçtiklerini izleyebiliyordum.
4 Ağustos 2020/AA
Beyrut
Bu yıl, aşılarıma güvenerek gitmek, bir süre kalmak ve Beyrut’un acılarını görmek ve yaşamak istedim. Çok eski ve halen Beyrut’da yaşayan, daha doğrusu yaşamaya çabalayan, bir arkadaşıma geleceğimi yazdım. Cevap gelmekte gecikmedi.
"Gelmek istediğine emin misin? Senin yaşadığın ve bildiğin Beyrut artık yok. İç savaşın en zor günlerinde yaşadığın Beyrut bile yok. Kornişte oturduğumuz Akdeniz’e bakarak hararetli tartışmalar yaptığımız kahveler de yok. Çoğu kapandı. 2019 da sokaklara çıkıp 'Gidin, hepiniz gidin' diyerek Lübnan’da kuruluşundan beri süregelen mezhep ve etnik kimlikler üzerine kurulu düzene karşı hep birlikte bağırdığımız günler de geride kaldı.
"Lübnan’da artık bir devlet, bir hükümet bile yok, öylesine yaşayıp gidiyoruz. Elektrik, su, çöp toplama, kanalizasyon vb. gibi aklına gelebilecek en temel kamu hizmetleri de yok. Sana genç bir Lübnanlı kadın çevirmen ve yazar olan Lina Mounzer’in yazısının linkini gönderiyorum. Oku ve karar ver! Beyrut’a gelmek istiyor musun?”
Uzun yıllar çok badirelerden geçen, yakınlarını iç savaşta yitiren ama her zaman yaşama tutunan arkadaşımdan gelen bu yanıt beni çok sarstı, mutlaka gideceğim diye düşündüm ama gidemedim. Covid veya benzeri bir hastalık beni eve kapattı. Yattığım yerde okudum Lina Mounzer’in yazısını.
Kadınlar
Lübnan, kadın yazarlar, sanatçılar, sinemacılar konusunda çok verimli bir toprak oldu. Özellikle bugün 35-55 yaş aralığında olan kadınlar yaşadıklarını, savaşın etkilerini, feminist hareketin gelişimini Beyrut üzerinden çok güçlü bir anlatımla aktarıyorlar.
Kadın anlatımlarının temel özelliği, erkeklerin daha çekimser kaldığı bir alanda, bireyin gündelik yaşamı, kendilerine yaşatılan şiddet ve savaş ortamına karşı duydukları tepkiler, acılar, sevinçler, öfke gibi duygu dünyasına odaklı.
Lübnan siyasetine halen hakim olan ve ülkenin bugün geldiği durumun tek sorumluları olan erkek liderler, kısıtlı sözcüklerden oluşan, özünde fazla bir şey söylemeyen, kendilerine hiç dokunmayan korunaklı bir alan içinde kalarak, sorunlara çare üretmekten çok, kendi konfor alanlarının devamını sürdürecek bir söylem içindeler.
Kadınların “kaybedecek neyimiz kaldı” diyen yürekli anlatımlarının karşısında, “Aman elimizdekileri kaybetmeyelim” diyen erkekler ordusu!
Lina Mounzer anlatıyor
“ Bir Zamanlar Bildiğimiz Lübnan artık yok”
Hiçbir zaman dünyanın sonunu görecek kadar uzun yaşayacağımı düşünmedim.
Bugün Lübnan’da yaşadığımız tam da bu. Bir yaşam biçiminin sonu. Hakkımızda yazılan yazıları okuyorum, bir dizi rakamlar ve olgular. Lübnan lirası 2019 yılından bu yana yüzde 90 değer kaybı yaşadı; halkın yaklaşık yüzde 78’i yoksulluk sınırının altında yaşıyor; yakıt ve dizel bulunmuyor, uzun kuyruklarda bekleyenler var; toplum büyük bir patlamanın eşiğinde.
Peki bütün bu yazdıklarımın anlamı ne? Anlamı şu, bütün gün en temel ihtiyaçlarınızı karşılayabilmek için büyük bir mücadele veriyorsunuz. Yaşam sadece var olabilmeye indirgenmiş bir dizi çabadan oluşuyor, fiziki, düşünsel ve duygusal olarak çökmüş bir toplum var.
En basit küçük mutlulukları arıyorum: Pazar günleri ailece toplanıp yaptığımız uzun öğlen yemekleri, kimsenin bunları yapacak imkanı yok artık; arabama binip sahil boyunda gezinerek bir arkadaşıma gitmek, arabamın yakıtını acil durumlar için saklamak zorundayım; Mar Mikhael’e gidip bir arkadaşımla bir kadeh bir şey içmek, sahil boyundaki küçük kahve barların çoğu kapandı. Daha önceleri gündelik yaşamımın bir parçası olan bu küçük ve basit mutluluklar artık hayal bile edemeyeceğim şeyler.
Oturup çalışmak imkansız. Bilgisayarımın pili hemen bitiyor. Oturduğum mahallede hükümetin sağladığı elektrik her gün bir saat veriliyor. Söz verdiğim ve zamanında yazamadığım yazılar birikmiş durumda, internet olduğu zaman sadece niye yazıları teslim edemediğimi anlatan mailler yazabiliyorum. Ne söyleyebilirim? “Ülkem çöküyor, ve benim yaşamımda bu çöküşe şahitlik etmediğim bir an bile yok.
Yaz sıcağında uykusuz geceler. Binaların özel jeneratörleri gece 12.00 de kapanıyor. Karanlık ve sessizlik!
Her gün alışmak zorunda kaldığımız yeni bir yokluk çıkıyor. Geçen gün ekmek alabilmek için dolar bozdurmak istedim. Döviz büfesinin önünde uzun bir kuyruk. Dolar kuru o gün biraz düştüğü için, insanlar ellerindeki Lübnan liraları ile dolar almak peşindeler.
Bu günlerde yeni başbakanın bir hükümet kuracağı söylentileri var. Şaka gibi! Ağustos 2020 de Beyrut limanında meydana gelen patlamadan bu yana hükümetsiz yaşıyoruz. Daha önce hükümeti kurmak için görevlendirilen üç başbakan başarılı olamadılar, birbirleriyle kavgalı siyasi partiler arasındaki anlaşmazlıklar çözülemedi. Bu ülkeyi çöküşe götüren aynı siyasi partiler! Kılları bile kıpırdamıyor. Paralarını yurt dışına istiflemekle meşguller!
Sonunda dolarımı bozdurdum ve markete giderken kaldırımda oturan, çelimsiz yaşlı bir kadın gördüm. Ona biraz para vermek ve bir şişe soğuk su almak istedim. Su bulana kadar dört büfe gezdim. Böylece plastik şişede satılan su sıkıntısı olduğunu öğrendim. Musluktan akan suyun değil içmek yemek yapmak için kullanılmadığı bir ülkede iyi su sıkıntısı! Kaldı ki o musluktan akan su da çoğunlukla yok. Sonradan öğrendim ki plastik şişeleri üreten makinaları ve dolunum yapan pompaları çalıştıracak yakıt yokmuş. Ayrıca teslimatı yapacak kamyonların da yakıtı yokmuş!”
Lina’nın yazısı uzun. Devam ediyor ancak bende hal kalmadı.
Kriz
Evim sıcak, suyu akıyor, yatağım temiz, kedim yanımda!
İnternette gece gezintisi yaparken Reuters’den bir haber takılıyor gözüme: “Lübnan ‘da iki yıldır süren ekonomik kriz için çözüm önerildi."
Lübnanlı yöneticiler kendi siyasetleri sonucunda ülkenin finans sisteminde açılan büyük deliği kapatmak için çözüm önerdiler. Deliği kapatmak için devlet ve bankalar değil, halkın birikimleri kullanılacak!
Şu anda görünen 69 milyar dolar açığın yarısı (Lübnan ekonomisinin üç katı) bankalarda bulunan mevduatlar tarafından karşılanacak. Bu karar gereğince döviz mevduatlarının bir bölümü, gerçek değerinin çok altında bir kur üzerinde Lübnan lirasına çevrilecek. Merkez bankası ve ticari bankalar bu açığın 31 milyarını karşılayacak.
Bankalarda 150 bin ABD dolarından az birikimi olanların parası dolar olarak kalacak, ki bu da yaklaşık 21 milyar ABD doları, ancak bu birikimler 15 yıla yayılacak bir süre içerisinde sahiplerine ödenecek!
Kriz öncesi 1 ABD doları 1,500 Lübnan lirası iken, şu anda 1 ABD doları 20.000 Lübnan lirası.”
Bilgisayarı kapatıp, ışıkları söndürüyorum.
Sezen Aksu’nun sesi yayılıyor odama,
Bir kedim bile yok
Anlıyor musun
Hadi gülümse!
(MUT/APK/RT)
Lübnan Notları/ Melek Ulagay Taylan
1/ Biz nasıl bu hale geldik?
2/ "Cennet" ile "cinnet" arasında