Suskun bir acıy(l)a yattılar onlar.
Korkuyla büyüyen gözleriyle son bir kez celladına baktı biri;
geride bir yerde geçmiş zaman kıyıcılarının hayalet ordusu...
Tam göğsünün altından etini yarıp geçen kurşunun hafızası yoktu ki.
Bir çocuğun aç ağzına süt verecekti oysa yaranın merkezi.
Doymuş bir yanardağın muhteşem lavı gibi.
Gittikçe yaklaşan çarpılmış yüze baktı biri; az sonra her şey bitmiş olacaktı.
Erkekliğini derin bir şiddetle ispatlayan kalkıp gidecekti.
O suçlanıp, yerin yedi kat dibinde habersiz bir misafir gibi karşılanacak, belki de orası tecavüzcüsünün 'ev'i olacaktı.
Yaşlı ve unutkan ellerinin hiç durmadan çalıştığı herhangi bir anda,
bir saat gibi utanmazca çalışan beynine üşüşen anılara baktı biri;
bir oğlu yerde, bir oğlu göğe yakın, bedenleri hakiler içinde adları ise ölümün.
Oysa kurtulacaklardı sefilliğin ortasından. Hep birlikte.
Çürümüş gözlerini çürümüş bedenine dikti, akşamı bekledi biri;
her an kaçacakmış gibi ama çaresiz.
Mutfakta yanmış yağ kokusu, duvarlara sinmiş sigara dumanı, çokça çocuk korkusu...
Oysa okuma yazmayı sökmüştü bir hafta önce. Sevinci yalan mıydı?
Gecenin koyu karanlığının içinden baktı biri;
Buram buram seks kokan siluetini ebediyen silmek istercesine, içinden baktığı gece kadar karanlıktı bakışları.
Kaçırıldığında daha 13 yaşındaydı, oysa okumak istemişti.
Az evvel kapısından girdiği evin delişmen sınırlarına baktı biri; tüm gün çarkın içinde çalış(kan), beklediği biraz yardım, biraz özgürlük...
Oysa geçen gün kırmışlardı sessizliğini.
Renkli bir fotoğraftaki neredeyse çıplak bir bedene baktı biri; biraz ötedeki hoyrat bir çift göz, çoktan bitirmişti sözlerini.
Sırtını dayadığı kültür, o fotoğrafı kopyalamış, üstüne bir de onu gerçek sanmıştı. Oysa bu gözlerden kaçınan kadın, plastik ayaklarını eteğinin altına saklamıştı.
Oturduğu kırık banktan kalabalık hastanenin acıklı suretlerine baktı biri; belki üzerini örttükleri kocası yaşasaydı da farklı olmayacaktı geleceği.
Yalnızca ölümün tarifsiz acısı değildi onu yıkan.
Yalnız bir kadın olmanın her tarife gelen kimsesizliğiydi.
Oysa hiç bırakmayacaklardı birbirlerini.
Aşağıdan gelen çığlığı duyunca telaşla koştu biri;
asansörde yatan kadın hiç tereddüt etmeden uzattı elini.
Çalınan birkaç kuruşun hesabını tutmuyordu elbet,
kopan kolunu tutan elin sahibine gerçeği haykırıyordu yaşlı gözleri.
Oysa... ne denebilir ki?
Namusunu koruyanların arasından baktı biri;
kısa, telaşlı ve korkutucu .
Oysa dilsiz değildi konuşacaktı.
Hepsi farklıydı, hepsi kendi adacığında ama, aynı suyun içinde.
Sanki bir örnekti bazılarının ıstırapları,
sırtlarına geçirdikleri gri yelekler kadar aynıydı geçmiş yaşamları,
siyah boyalı, kısa topuklu ayakkabıları kadar aynı...
Çoklukla yoksuldu evler.
Hem yoksul hem mutsuz.
Işığı yanan pencerelerden içeri baktığınızda kafanızı çevireceğiniz kadar yoksul.
Bazıları ise kazansa da mutsuzdu.
Şartlar değişse de çoğu zaman, aynı çarkın içindeydiler.
Giydirilen, çıplak kılınan, etine dokunulan,dayak yiyen, aldatılan, tecavüze uğrayan, tutuklanan, kurşunlanan, evlendirilen, boşanmaya zorlanan, çocuğu alınan, çocuğu öldürülen, sürünen, ölesiye çalışan, yok sayılan...
Bazılarınınsa farklı dertleri vardı evet.
Değiştirmek isteyen, sesini yükselten, hakkını arayan, karşı çıkan, yöneten, sahip çıkan, merak eden, anlatan ve dinleyen, yazan, film çeken, fotoğraflayan, çizen, var eden...
Örgütlenerek çoğalan kadınlar.
Çoğaldıkça yakınlaşan kadınlar.
Yakınlaştıkça farklılıklarını anlayan, öğrenen ve bilinçlenen kız kardeşler onlar.
Peki ya yaşamlarının içinden toplu iğne başı kadar bir delikten bakan kadınlar? Sadece bakan, gözleyen, biriktiren kadınlar...
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, işte böyle bir farklılığın kapanması için köklü ve devrimci, 1857'nin yakılanlarının ve bu yolda kaybedilenlerin ruhunu taşıyan devasa bir araç.
Bu yüzden tüm kadınlar, 8 Mart Dünya Kadınlar günüz kutlu olsun demeyeceğim am, birlikte güçlüyüz biz;
Sesimizi duyurabilmek, adlarımızı, haklarımızı, yaşamlarımızı tüm tahakkümlerden kurtarmak için elbette.(TBÖ/AD)