Ekrandaki kadın şöyle anlatıyor: “O sabah bekledim, servis gelmedi. Yoldan geçen araba yok. Hâlâ bekliyorum işe gitmek için. Radyoyu aradım, görevli bana ‘Bugün siz işe gelmeyeceksiniz, darbeciler radyoda kadın sesi duymak istemiyor’ dedi.”
Başka bir kadın ise şunları söylüyor: “Kısa etek ve pantolon giyilmeyecek dediler. Biz röportaj yapmaya gidiyoruz, pantolon rahat bir kıyafet, neden giymeyeceğiz?”
Bir diğeri anlatıyor: “TRT’de müdürlük kadrosu erkeklere ayrılırdı, bizi radyoda spiker ve program yapımcısı yaptılar. ‘Kamera taşıyamazsınız’ dediler.”
Başka bir kadın ise, neredeyse bugün de sıkça duyduğumuz şu cümleyi kuruyor: “Hamile kalırsınız, geç saatte toplantılara katılamazsınız derlerdi. Kadınları radyoya, erkekleri televizyona verirlerdi. Radyo daha aşağıda görülürdü, medya televizyon ise erkek işiydi…”
“Biz Radyoyu Çok Sevdik” isimli belgesel, ilk defa 11. Bozcaada Ekoloji Festivali’nde izleyiciyle buluştu. Gösterim sonrasındaki ilgiye bakılırsa da, evet, izleyicisinden tam not aldı. Yönetmenliğini Nazan Haydari, Özden Cankaya ve Cem Hakverdi’nin birlikte üstlendiği belgesel, seyircisine geçirdiği duygularla da örnek bir kolektif çalışma ürünü.
1970’li yıllarda açılan bir sınavla TRT Radyo’da çalışmaya başlayan kadınların o döneme dair tanıklıklarına odaklanan belgesel, sadece kadınların yaşadıklarını değil, dönemin politik ortamını da net bir şekilde izleyiciye sunuyor.
O dönem radyoda çalışmak, kadınlar açısından daha farklı görülüyordu. Bunun nasıl olduğunu, ne demek istediğimi detaylandırmayacağım. Zira bu, mutlaka izlenmesi gereken bir filme haksızlık olur. Bu duygu, ancak "izlenince anlaşılabilecek" bir durum.
Feminist bir anlatı olan belgeselde konuşan radyo programcısı kadınlardan biri için komşuları, annesine “Şimdi şarkı mı söyleyecek, türkü mü?” diye soruyor.
Oysa bu kadının yaptığı programlardan sonra radyoya çuval dolusu mektup geliyor, herkes derdini anlatıyor, meramını iletiyor. Bu durumun örneği çok bu arada. Yaratıcılıklarını kattıkları ve ortaya çıkardıkları programlarla, resmen radyoculuk meselesinde yeni bir sürecin başlamasına neden oluyor kadınlar. Tahmin ettiğiniz gibi, buranın detaylarını da anlatmayacağım.
Belgesel gösterilirken zaman zaman izleyicilerin yüzlerine bakıyorum; bazı yerlerde çokça gülüyorlar, bazı yerlerde ise birçoğunun burnunun sızladığını hissediyorum. Ne de olsa gördüklerimiz, memleketin de medyanın da komik fakat çok da karanlık hâlini anlatıyor.
Şunu da büyük harflerle belirtmek isterim ki "Biz Radyoyu Çok Sevdik", günümüz medya çalışanlarının mutlaka izlemesi gereken bir başvuru kaynağı.
Belgeselin bir diğer önemli yanı da şu: Umutsuz medya çalışanları için, işe yeniden başlamanın ve harekete geçmenin işaret fişeğini çakıyor. En azından gazeteciliği her anlamda bir mücadele ve varoluş alanı olarak tecrübe eden bende bıraktığı duygu böyle oluyor.
Belgesel izlemek de biraz böyle bir şey sanırım; her izleyende farklı bir iz bırakması, zihninde başka başka seslere, görüntülere yol açması.
Bu anlamda, izleyenlerin çoğunun görüşünü de belgesel sonrasındaki yönetmen-izleyici buluşmasında duyma şansım oldu.
Özden Cankaya, ilk olarak akademik bir çalışma olarak yola çıktıklarını söylüyor ve “Burada ayrı bir pozisyonum var. Hem 1970’li yıllarda radyo programcılığı yaptım hem de sonra kısa bir süre doktora yaptım. Emekli olana kadar çalıştım. Öğrenciler yetiştirdim, binlerce öğrencim oldu. Nazan gibi parlak akademisyenler yetiştirdim. Bu ruhu taşıyan öğrenciler ve programcılar yetiştirmek istedim. Buna da devam edeceğim” diyor.
Nazan Haydari ise şunları ekliyor:
“Filmde bazı tercihler yapıyorsunuz, her şeyi baştan anlatmak mümkün değil. Bu, bir taraftan belli kilit noktaları, 1970’ler ve 1980’ler olsa da radyoyu bir mücadele alanı olarak görmek üzere merkeze alan bir belgesel. O yüzden çok ilerisine gidip Türkiye tarihini anlatmak gibi bir niyetimiz yok. Bir taraftan merak uyandırsın; devamı da araştırılıp bakılsın, bir yerden bakıldı.”
Yönetmenlerin de belirttiği gibi, belgesel bir dönemin mücadele alanı olarak radyoyu merkeze alırken, izleyiciyi bu dönemin derinliklerini keşfetmeye teşvik ediyor.
Ne diyelim, bir belgesel filmi daha heybemize “izleyin, izlettirin belgeselleri” kısmına ekledik.
Gazeteciliğin bir yanı eleştirmek, çelişkileri görmek ve göstermek ise, güzellikleri görmek ve göstermek de başka bir yanıdır, aslına bakarsanız...
Tam da bu nedenle, teşekkürler başta Nazan Haydari, Özden Cankaya, Cem Hakverdi olmak üzere tüm belgesel ekibine, ekibin eli kolu olduğunu tahmin ettiğim Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerine ve elbette radyoda program yaparken fark yaratan örnek, kıymetli ve özel kadınlara… Çok çok teşekkürler.
Yönetmenlerin özgeçmişi
Nazan Haydari, İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü’nde profesördür. Araştırma alanları arasında feminist medya çalışmaları, eleştirel medya pedagojisi, kültürlerarası iletişim, özellikle de toplumsal cinsiyet ve radyo tarihi, topluluk medyası, barış inşası için iletişim ve katılımcı eylem araştırması yer alır.
Özden Cankaya medya ve iletişim profesörüdür. 1970-1981 yılları arasında TRT’nin ulusal yayınlarında radyo yapımcısı ve televizyon denetçisi olarak çalıştı. Türk Televizyonunun Program Yapısı, Bir Kitle İletişim Kurumunun Tarihi: TRT 1927-2000 kitaplarının yazarı, İstanbul Radyosu Anılar, Yaşantılar kitabınınsa ortak yazarıdır.
Cem Hakverdi kültürel miras, azınlıklar, çevre aktivizmi ve hayvan hakları konularına özel ilgi duyan bir belgesel film yapımcısıdır. Gazetecilik alanında lisans, Sinema ve Televizyon alanında yüksek lisans, Film Tasarımı alanında doktora derecesine sahiptir.
Künye
Görüntü: Gökçe Uysal, Cem Hakverdi, Altuğ Öztürk, Anıl Bartu Esen, İlgi Özdikmenli
Kurgu: Cem Hakverdi
Ses: Cem Hakverdi
Yapımcı: Nazan Haydari, Özden Cankaya
(EMK/RT)