Seçimler yaklaştıkça bu durum ivme kazanacak gibi. Elbette ki partilerin bu tutumlarının bu ülkede ırkçılığı artırdığı ve bize yönelik önyargıları yaygınlaştırdığı ortadadır.
Belki kısmen Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) hariç, bütün partiler bir çok konuda olduğu gibi, göçmenler konusunda da aynılaştılar ve benzer politikalara sahipler. Bizler bunu "Çifte Vatandaşlık", "Göç Yasası", ve "öncü kültür" gibi tartışmalarda çok yakından yaşadık.
Ne asimilasyon ne de gettolaşma!
Son olarak da İçişleri Bakanı Otto Schily`nin Die Zeit gazetesinde yayınlanan röportajı ve arkasından yapılan tartışmalar bu noktada hiç birşeyin değişmediğinin ve bu tarzın devam edeceğinin göstergeleridir.
Bir kez daha hatırlarsak, Otto Schily şunları söylemişti: "Ben Almanya`da birinci dili Türkçe olan homojen bir azınlık oluşmasını istemiyorum. Size açıkça şunu söylemek isterim: En iyi uyum şekli asimilasyondur. Türkler bizim kültür alanımızda büyümeli. Anadilleri Almanca olmalı."
Aslında bay Schily`e belki de teşekkür etmek gerekiyor. Şimdiye kadar ilk defa Almanya`da bir politikacı, - hem de Sosyal Demokrat bir politikacı- bu kadar açık ve net bir biçimde bu toplumun yaklaşık yüzde 10`nu oluşturan Göçmenleri/Türkiye kökenli Almanyalıları nasıl gördüğünü ortaya koydu.
Eşitlik ve özgürlük istiyoruz
Oysaki şimdiye kadar, kafaların arkasında hep olmasına rağmen, bu yaygın bakış "uyum", ve "entegrasyon" gibi kavramlar arkasında başarıyla gizlenmişti sürekli. Ve ne yazık ki bu görüş Almanya`da çoğunluğun görüşüdür. Bu farklı kültürleri yok saymaktır. Bir tür ırkçılıktır.
Bizler artık "uyum", "entegrasyon" gibi kavramlara kanmayacağız. Çünkü bu kavramların arkasında aslında "asimilasyon", ayırımcılık gibi dayatmaların olduğunu yaşayarak öğrendik. Hiç kimseye uymak ve hiç bir şeye de entegre olmak istemiyoruz.
Aslında bizler yıllardır, bu ülkede göçmenlere ya asimilasyon ya da gettolaşma ve ya içe kapanma dayatılıyor, diyorduk. Bu dayatmanın ise, Almanya`daki farklı kültürlerin, kimliklerin eşitlik ve özgürlük temelinde, karşılıklı etkileşim içerisinde bir arada yaşamalarının önünde de engel olduğunu vurguluyorduk.
Peki asimilasyon ve gettolaşma dışında başka bir yol yok mudur? Elbette ki var! Evet, başka bir yaşam var! Farklılıkların eşitlik ve özgürlük temelinde, barış ve hoşgörü içerisinde bir arada yaşayacağı çok kimlikli, çok kültürlü özgür ve demokratik bir Almanya tek seçenektir. Bu anlamda da bu ülkenin eşit yurttaşları olmak istiyoruz. Eşitlik ve özgürlük istiyoruz...
Kontrollü "beyin göçü"
Bu söyleşinin ardından yaşanan tartışma ise daha da vahimdir. Bakın, güya Schily`nin yaklaşımını eleştiren Bevyera Eyaleti İçişleri Bakanı Günther Beckstein ne diyor: "Asimilasyon bildiğiniz gibi insanların kendi öz kültürlerini açıkça inkar etmeleri anlamına gelir. Hiç kimse şimdiye kadar bunu talep etmemiştir. Benim için uyum, Alman öncü kültürünü, yani Hıristiyanlık geleneğini, hümanizm ve aydınlanma ile Alman Anayasa`sını bilinçli bir şekilde kültürünü ve kimliğini, kökenini inkar etmeye gerek duymadan kabul etmektir."
Her gün artık basında bu türden demeçleri duymak ve ya okumak mümkündür. Ve ne yazık ki bu yıllardır da böyledir. Aslında kimi çevrelerin "eksikleri de olsa, Göç Yasası`nın çıkarılması Almanya`nın göç ülkesi olduğunun kabulüdür ve artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktır." şeklindeki olumlu değerlendirmelerin ne kadar erken bir değerlendirme ve bir yanılsama olduğu da ortaya çıkmıştır.
Göç Yasası tamamen Almanya sermayesinin ihtiyaçlarının ve belli alanlarda Almanya`da var olan iş gücü açığını kapatma amacının bir ürünüdür. Çünkü genel olarak Avrupa Birliği`nin (AB) özel olarak da Almanya`nın, bir taraftan sınırlarını dünyanın geri kalanına kapatırken, diğer yandan ise, kontrollü bir biçimde "beyin göçünü" teşvik etmelerinin başka bir anlamı olamaz.
Rostock, Hoyeswerde, Solingen...
Almanya giderek sağa kayarken, bu ülkede ırkçılık ve ayırımcılık giderek yaygınlaşıyor. Bunu, Almanya`da ırkçılığın araştırıldığı "Sağın konuları-Ortanın konuları" adlı kitabın yazarı Köln Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Christoph Buttersegge` de gerek kitabında, gerekse yaptığı konuşmalarda bir kez daha doğruluyor: "Almanya`da ırkçılık zannedildiği gibi sadece aşırı sağcılarda değil, toplumun orta sınıfında da yaygın bir şekilde boy gösteriyor. Politikacıların sık sık dile getirdiği yabancılar ve göçmenler ile ilgili ifadeler, zamanla toplumun orta kesiminde ırkçılığı körüklüyor, yabancı düşmanlığını kafalara yerleştiriyor. Sadece aşırı sağcı basın değil, ciddi bilinen gazete ve dergilerde yer alan başlıklar ve yazılar da, ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının toplumun orta kesimine kadar yayılmasına yol açıyor."
Almanya`da ırkçı-faşist saldırılar ve kundaklamalar sonucunda yüzlerce insan yaşamını yitirdi ve ya yaralandı. Bu saldırılar ne yazık ki hala devam ediyor. Rostock, Hoyeswerde, Solingen gibi yerlerde yaşananlar hala hafızalarımızdadır. Bütün bu yaşananları unutmadık, unutmayacağız.
"Öteki Almanya" nın gerçekleri...
Aslında, 40 yılı aşkın bir süredir bu sorunlar varlığını ne yazık ki sürdürüyor. Bütün bu sorunlara bir de Almanya`da sosyal hak ve özgürlükleri budayan neoliberal politikaların yol açtığı sorunlar ekleniyor: Almanya`da ücretli kesimlerle zenginler arasındaki açı gittikçe büyüyor. Yani gelir dağılımı gittikçe bozuluyor.
1980 ile 2000 yılları arasında gelirler yüzde 96,5 artarken, maaşlar yüzde 0,4 gerilemiştir. Buna karşın hayat pahalılaşmış ve alım güçü ise azalmıştır. Resmi verilere göre işsiz sayısı 4 milyon civarındadır, yani çalışan nüfusun yüzde 9,5 `u işsizdir.
Bu yetmiyormuş gibi bir de, "Hartz Komisyonu"nun raporuyla çalışanlara ve işsizlere yönelik yeni saldırılar gündemdedir. Her alanda sosyal kısıtlamalara gidiliyor. Eğitim ve sağlık alanlarında özelleştirmeler tasarlanmaktadır. Yine, geçtiğimiz Temmuz ayında Schwerin`de yapılan 79. Alman-Fransız görüşmesinde, Avrupa Birliği`ni etkin bir küresel militarist güç olarak da şekillendirmek için, ortak bir silah sanayi kurma girişimlerine başlanması konusunda mutabakata varılmıştır.
Almanya giderek dünyada artan rolüne koşut olarak, silahlanmaya daha fazla pay ayırıyor. Örneğin 2006 yılının sonuna kadar uzayda beş tane radar uydusu konuşlandırmayı planlıyor. Bunun masrafı milyarlarca Euro`ya tekabül ediyor.
"Güvenlik paketleri" özgürlüklere saldırı
Peki nereden gelecek bu paralar? Elbette ki bizlerden. Ödediğimiz vergilerden ve yapılan kısıtlamalardan karşılayacaklar bunu. Özellikle, 11 Eylül sonrasında gündeme getirilen "güvenlik kaygıları" bahane edilerek, "güvenlik paketleri" adı altında çıkarılan yeni baskı ve denetim yasalarıyla demokratik hak ve özgürlüklerimize karşı da bir saldırı da söz konusudur.
Ve böylesi bir ortamda sendikalar, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşları giderek işlevsizleşmekte ve karar alma süreçlerinin dışına itilmektedirler. Almanya`da elit bir bürokrat ve politikacı kesim yaşamımızla ilgili her şeye karar verirken, geniş kesimler ise, giderek duyarsızlaşmakta ve politik alanın dışına düşmektedirler.
Bu nedenle de politika yapmak sadece seçimden seçime oy vermeye indirgenmektedir. Ayrıca bir ülkede demokrasinin tam olarak işleyip işlemediğinin en önemli kriteri farlılıklara, göçmenlere ve "azınlıklara" yaklaşımla ölçülür. Bu açıdan Almanya`da hem politikacılarda hem de toplumun çoğunluğunda tam bir hoşgörüsüzlük ve gerilik hakimdir.
Bu da Almanya`da ki "demokrasinin" sorgulanmasını gerekli kılmaktadır. Çünkü demokrasilerde haklar ve özgürlükler ayırımsız bir biçimde herkes için eşit ölçüde geçerli olmak durumundadır. Artık insanlar bu ülkede toplu halde sınır dışı edilmeye başlandılar. Son olarak 9 Ağustos günü 17 kişi toplu olarak, kiralanan küçük bir özel uçakla Türkiye`ye gönderildiler...
Partilerin giderek aynılaştıkları ortamda sağa kayış
Evet, tüm bunlar Almanya`nın gerçekleri. Sosyal Demokrat Parti (SPD) -Yeşiller koalisyon hükümeti de göstermiştir ki kim ve ya kimler hükümet olursa olsun neoliberal ya da kapitalist küreselleşmeye yönelik politikaları uygulamaya devam edecekler.
Seçimler de bu durumu değiştiremeyecektir. Çünkü bu Almanya`nın bir devlet politikası olarak partilerin önüne konuluyor. Partiler bu anlamda giderek aynılaşıyorlar. SPD-Yeşiller hükümetinin yaydığı umutsuzluk ve çözümsüzlük ortamında da sağ partiler güvenlik, "yabancılar", göçün durdurulması gibi konulara ön plana çıkararak giderek güçlenmektedirler.
Sol alternatif
Zaten genel olarak Avrupa çapında da bir sağa kayma olgusu yaşanıyor. Öyle gözüküyor ki, Hıristiyan Demokratik Birlik (CDU) Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) hükümeti yeniden iş başına gelecek. Tam da bu nokta da bazı kesimler, bazı sendika yönetimleri bu gelişmeyi önlemek için Schröder`e destek çağrıları yapıyorlar.
Peki bu politika doğru mudur? Stoiber`e karşı Schröder ve Fischer yeniden desteklenebilir mi? Bu açıkçası yaşananlardan hiç de ders çıkarmamaktır. Bu bizlere "ölümü gösterip sıtmaya razı etmektir".
Bu sol bir politika olabilir mi? Elbette ki hayır! Aslında SPD-Yeşiller hükümeti sağ hükümetlere açıkça muhalefet eden kesimlerin nötralize olmasına da neden olmuştur. Bugün sağ partilere olduğu kadar, "sol" etiketli partilere de karşı çıkmadan, muhalefet etmek ve gerçek sol alternatifleri ortaya koymak mümkün değildir.
"Özgürlük ve Dayanışmacılar olarak ne istiyoruz ve ne için mücadele ediyoruz?"
* Dünyada yaşanan neo-liberal ya da küreselleşmeye dönük politikaların bir gereği ve sonucu olarak emekçilerin mücadeleleri sonucu kazanılmış sosyal ve demokratik haklar giderek budanmak isteniyor. Var olan hakların kısıtlanması bir yana hak ve özgürlükler alanı daha da genişletilmelidir. Özelleştirme girişimlerine son verilmelidir. Sermayenin çıkarını değil, insanı ve doğayı merkeze alan, emeği esas alan politikalar güdülmelidir. Emek egemen ve katılımcı demokrasinin gerekleri yerine getirilmelidir.
* Almanya`da yaşayan ve nüfusun yaklaşık yüzde 10`nu oluşturan farklı kökenlerden Almanyalılar ve göçmenler hesaba katılmadan zamanında oluşturulan Almanya devlet yapısı, anayasası, hukuk sistemi, eğitim sistem, sağlık sistemi vs. bizlerin de ihtiyacları gözetilerek ve bizlerin de katkılarıyla yenilenmeli ve yeniden yapılandırılmalıdır.
* Almanya`nın bir göçmen ülkesi olduğu, bu ükede farklı kökenlerden, kimliklerden insanların yaşadıkları artık resmen kabul edilmeli ve bunun her alanda gereği yerine getirilmelidir. Bizler artık "yabancı" olarak görülmek istemiyoruz. Bu ülkenin yurttaşları ve bu toplumun bir parçasıyız. Almanyalıyız. Almanya`yı yaşam alanı olarak seçmis insanların hukuksal zemindeki statüleri eşitlenmeli ve "yabancılar" sözcüğü ile anılan tüm huhuksal düzenlemeler kaldırılmalıdır. Bu ülkedeki toplumsal-siyasal süreçlere engelsiz bir biçimde katılmak, başta seçme ve seçilme hakkı olmak üzere, eşit haklara sahip olmak istiyoruz. Herkese eşit yurttaşlık hakkı verilmelidir.
* Ayrımcılık ve ırkçılık Almanya`da sadece yasal düzenlemelerle önlenemeyecek kadar yaygındır. Fakat yine de öncelikle başta "Yabancılar Yasası" olmak üzere tüm ayırımcı yasalar ortadan kaldırılmalıdır. Ayrımcılık ve ırkçılık yasaklanmalı, ırkçı-faşist partiler ve örgütler kapatılmalıdır.
* Sınırdışılar derhal durdurulmalıdır. Belirsizlik içerisinde yıllarca bekleyerek, yaşamak zorunda bırakilan mültecilere derhal oturma ve çalışma izni verilmelidir. Yine yıllardır kaçak olarak bu ülkede yaşayan insanlar yasal statüye kavuşturulmalıdırlar.
* Almanya giderek sosyal devlet anlayışından kopmaktadır. Bundan da en fazla etkilenenler gençlerdir, özellikle de göçmenlerin çocuklarıdır. Gençlerimiz bir yandan egemen toplum tarafından baskı altına alınıp dışlanırlarken, diğer yandan da Türkiye devletinin propagandası ve gerici-faşist-lobici kesimlerin dayatmaları arasında sıkışıp kalmaktadırlar. Onların kendilerini özgürce ifade edebilecekleri ve üretebilecekleri ortamlar oluşturulmalıdır. Onlara değişik sosyal, eğitim, meslek ve iş olanakları sağlanmalıdır. Yine Almanya`daki eğitim sistemi tek uluslu bir eğitim anlayışını sürdürmekte ve çok kültürlü toplum gerçekliliği gözardı edilmektedir. Eğitim sistemi çok kültürlülüğü ve göçmenlerin çocuklarının ihtiyaçları da göz önünde bulundurarak yeniden düzenlenmelidir.
Güçlü bir parlamento dışı muhalefete ihtiyaç var!
Günümüzde, Alman vatandaşlığına geçen 700 bin civarındaki göçmenden 470 bin kadarının bu seçimlerde artık oy kullanma hakları vardır. Elbette ki parlamento içerinde, fazla umut bağlamamak koşuluyla, en azından savaşa karşı tek parti olması nedeniyle PDS oylarla desteklenebilir.
Ancak Almanya`da günümüzde asıl olarak parlamento dışı güçlü bir toplumsal muhalefet hareketine ihtiyaç vardır. Bugün görevimiz asıl olarak yaşamı örgütlemek ve toplumsal muhalefeti sokakta oluşturmak için mücadele edenlerle birlikte olmaktır. Ancak bu yolla Almanya`da politik bir değişim söz konusu olabilir ve taleplerimizi gerçekleştirebiliriz.
Partileri, parlamentoyu ve siyaseti etkilemek de ancak böyle mümkündür. Bu kurumlar sokağın ve gerçek muhalefetin baskısını üzerinde hissetmelidirler. İşte attac, sendikaların gençlik örgütlerinin çağrısıyla ve değişik politik, sosyal örgütlerin desteğiyle 14 Eylül`de Köln`de yapılacak yürüyüş bu anlamda önemlidir. Şimdi en geniş kesimlerimizi bu yürüyüşe ve mücadeleye katmak için seferber olmanın ve bu ülkede bizlerinde yaşadığını göstermenin zamanıdır. O halde haydi! Sokağa, mücadeleye, özgürleşmeye...
Başka bir Almanya, başka bir Avrupa, başka bir dünya mümkün!
"Yabancılar Yasası", ayırımcılık, dışlanma, asimilasyon, gettolaşma... değil, eşit yurttaşlık hakkı, eşitlik ve özgürlük istiyoruz! Daha insanca bir yaşam için çok kimlikli, çok sesli, çok kültürlü, Özgür ve demokratik bir Almanya istiyoruz. (SC/NM)