Türkiye Halklarının zaten uzun zamandır içinde debelenip durduğu frustration durumu son bombalı saldırılarla iyice derinleşti. Yaratılan mutsuzluk ve umutsuzluk ortamı; bırakın daha güzel yaşam beklentilerini, artık sıradan gündelik yaşamların dahi sürdürülebilmesini imkansızlaştırıyor.
Sosyal yaşamdan kopartılarak içine kapanmaya zorlanan toplum kesimleri; bilinçli olarak yaratılan bu ortamda, en azından dil olarak tekelleşen ‘basın yayın organlarında’ kendilerine sunulan tek yanlı egemen dilin görüşleriyle yetinmeye zorlanıyorlar.
Analiz, sorgulama ve itiraz yönü zaten eksik olan genetiğimiz daha da beteriyle değiştirilmek isteniyor!
Yaratılan bütün bu gürültü patırtı ortamında birçok konu ya yeterince tartışılmadan gündemden düşüyor ya da gereği kadar ilgi görmüyor. İnsan hakkı ihlalleri sıradanlaşıyor; doğal yaşam ve çevre mücadeleleri egemen dilin etkisiyle bastırılıp yok edilmek, edilemezse de yalnızlaştırılmak isteniyor.
Yaşam kaygısına düşürülen toplum kesimlerinin bir arada olma ve yaşam alanlarını birlikte savunabilme hakları ellerinden alınmak isteniyor. Yaratılan bu baskı ve korku ortamında canını koruyabilmeyi başaranların, doğayı da korumak gibi ‘ekstra’ konularla uğraşabilmesi; insani sorumluluklarını yerine getirebilmesi neredeyse imkansızlaştırılmak isteniyor!
Böyle ortamlarda örgütlü tacizler gündemden düşürülmeye çalışılıyor. İstiklal Caddesinde katledilenler için gül bırakırken, karanfille gülün farkını ekonomiyle açıklayan iş adamları böyle günlerde medyada daha çok arz-ı endam edebiliyor.
Aynı kişi geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Gazetesinde kendisiyle yapılan röportajda şöyle diyor: “Uludağ’ın durumu ortada. Orman ve Su İşleri Bakanlığı başta olmak üzere bürokratlar, Uludağ’ın içine ettik. Tabii ki yatırımcının da burada günahı var. Herkes bencillik yaptı. Uludağ’da turizmi ileri götüreceğimize, tam tersine geri götürdük. 2000 yılında Turizm, Bayındırlık ve Orman Bakanlığı bir proje hazırladı. Mevcut binalara ek bina yapılacaktı. Biz de ek bina yaptık o zamanlar. Uludağ hepten rezil olup gitti.”
Nedamet getirdi diyeceğim ama şu anda da İstanbul Beykoz Ormanlarıyla meşgul!
O günlerde daha Uludağ rezil edilmeden, 1999 yılının başlarında Bursa’da Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) yöneticileri ve Odaların Bursa şube ve temsilcilik yöneticileriyle düzenlediğimiz basın toplantılarında, Yeşil ‘kaçak’ Şehir, Cargill Kimyasal Tesisi, Uludağ’da kaçak yapılaşma ve su kaynaklarının tahribi, taş ocakları konularında uyarılarda bulunmuşuz.
Ama dinleyen kim!
Şimdi yanlış yaptık diyenler ‘zaman aşımından’ bu konularda hesap vermeyeceklerine olan güvenleriyle konuşmakta bir beis görmüyorlar. Yeni doğa katliamlarını da bu güvenle yapıyorlar! Nasıl yapmasınlar ki! Yakın tarihimiz hesabını vermeden gidenlerle dolu değil mi! Hesap sorulmayanlarla demek daha doğru!
Çernobil’in olduğu günlerde dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral; “Çaylarımızda radyasyon yok” deyip televizyonda içerken- içtiğinin çay olduğu da kesin değildi; biz market raflarındaki çay paketlerinde arazide uranyum aranan aletlerle yaptığımız kontrollerde yoğun radyoaktif sinyaller almıştık. O günlerde halka açıkladık ama bozguncu ilan edildik.
Halkın sağlığıyla oynanan bu tür örnekler o kadar çok yaşandı ki bu ülkede.
Tüm bu örnekler ülkemizin ‘kaderi ‘, olmazsa olmazı gibi maalesef. Her gün daha beterleri ile yer değiştiren bu absürtlüklerin, yapanlarının yanına kâr kaldığı garip ülkem!
Muhalif sesler ve yayınların susturulup, toplumun sağlıklı haber alabilme hakkının her geçen gün daha da artan biçimde engellendiği böylesi zamanlarda, medya tekellerinin hegemonyasına alternatif olarak; meslek kuruluşlarından, demokratik kitle örgütlerinden, yerel TV, gazete ve muhabirlerden sağlıkla haber alınabilmesi ve halka ulaştırılması amacını da taşıyarak 1990’ların ikinci yarısında ilk adımları atılan bianet ve ardılı internet gazetelerinin önemi her geçen gün daha da artıyor.
Bu arada açıklanan Sanayi Bakanlığı’nın Girişimci Bilgi Sistemi verilerine göre 2006-2014 yılları arasında tüm sektörlerde faaliyet kârı yüzde 137 artarken, madencilik sektörünün kârında yüzde 288 artış yaşanmış. Kârlılık oranı en yüksek sektör yüzde 10 ile madencilik.
Nasıl olmasın ki! Al sahayı devletten kelepir fiyatına; çevreyi korumak için yatırım yok, sendika yok, ucuz iş gücü, güvenliksiz çalışma… Sonuç bol kâr. Bu arada madencilikte iş cinayetleri inşaat sektörüyle yarışır olmuş, kimin umurunda…
Önemli maden sahaları devletin elinde iken, özelleştirmelere gerekçe oluşturabilmek için zarar ettirilen işletmeler bugünün en kârlı alanları. O yıllarda kurumunun kâr ettiğini açıkladığı için dönemin Başbakanından fırça yiyen genel müdürler olmuştu!.
Şimdi biz yakın geçmişte bütün bu yaşananları unuttuk mu?
Hadi diyelim bizim hafızamız zayıf unuttuk! Ama tarih unutmuyor!
Hadi diyelim biz affettik sizi! Tarih affetmiyor! Affetmeyecek!
Pablo Neruda’dan:
Ama
Makinalar, vitrinler
Demirler, kağıtlar hepsi bakımlı
Sadece, insan kadın ve çocuk hariç
Gaz değil, Sewel’de öldüren, açgözlülüktür.
Bu musluk kapalı Sewel’de, bir damla su düşmesin diyedir
Madencilerin fakir kahveleri pişmesin diyedir
İşte suç
Ateşin hiç suçu yok
Her yerde musluklar kapalı halka
Hayatın suyu paylaşılmasın diye… (Şİ/HK)
* Fotoğraf: Ordu'da bir maden sahası - kuzeyormanlari.org