"Annem ilk vurulduğunda, haber verdiler koştuk, biz daha varmadan amcam gitmek istemiş onu da vurmuşlar. Gittiğimde amcamı taşıyordu komşular. "Annem?" dedim, "sokakta kaldı" dediler. Ben gitmek istedim, tuttular. Ağladım, ağladım, ağladım...
"Annem sokağın ortasında kaldı öylece, önce belli belirsiz kıpırdıyordu, sonra saatler geçtikçe hareketleri azaldı. Kimi aramadık ki; vekilleri, kaymakamı, valiyi... Dedik çeksinler şu kargaları öldü ölmesine de cenazemizi alalım. Annem ne hissetti acaba, canı çok yandı, yanmıştır...
"Biz sevgi nedir hiç dile getirmezdik, ama bir sarılması vardı dünyaya değerdi, binlerce söz gelse anlatamazdı o sevgiyi. Annem tamı tamına 7 gün sokakta kaldı. Hiçbirimiz uyuyamadık, köpekler gelir, kuşlar konar diye, o orada yattı biz 150 metre ilerisinde öldük...
Bir insan bir insana ne kadar acı çektirebilirse devlet de bize 7 günde bunu yaptı.
"İnsan çok iyi olamıyor, insan kalamıyor...
"7 gün benim annem, 7 gün kara kış soğuğunda kaldı, en acısı kaç saat yaralı kaldı bilememek, keşke diyorum hemen ölmüş olsa. Siz benim annemi öldürdünüz."
11 çocuk annesi, 57 yaşındaki Taybet
Bu sözler, Şırnak'ın Silopi ilçesinde 2015 yılında yaşanan sokağa çıkma yasaklarında vurulan Taybet İnan'ın oğlu Mehmet İnan'a ait. Çok çabuk unutuyoruz her şeyi. Biraz hafızayı yoklamakta fayda var. Çok değil, sadece 5 yıl önce yaşananlara bir göz atalım.
Türkiye'de 40 yılı aşkın süren çatışma ortamı 2012 yılından itibaren barış süreci müzakereleri ile başka bir yöne evrilmişti. Üç yıl süren müzakerelere rağmen barış süreci 24 Temmuz 2015 akşamı gerçekleştirilen provokatif eylemlerle son buldu. Ve Kürt illerinde sokağa çıkma yasakları ile ablukalar ve ardından "hendeklerde karşı koyuş" başladı. Bu ağır çatışmalar Silvan, Cizre, Nusaybin ve ardından Diyarbakır'ın Sur ilçesi ile devam etti.
Cizre'de iki bodrumda yüzü aşkın kişinin yakılarak öldürüldüğü kayıtlara geçti. Bazı bölgelerin haritadan silindiği, kentsel dönüşüm adı altında halkın evlerinden edildiği coğrafyada 4 Temmuz 2015-15 Nisan 2016 tarihleri arasında en az 485 polis, asker ve köy korucusu, en az 400 silahlı militan ve en az 542 sivil yaşamını yitirdi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı'na göre sokağa çıkma yasaklarından en az 1 milyon 809 bin kişi etkilendi.
Çatışmalar devam ederken çok sayıda ceset "sahipsiz" sayılarak kimsesizler mezarlığına gömüldü.
Bunlardan biri de sahiplenilmesine izin verilmeyen 11 çocuk annesi, 57 yaşındaki Taybet İnan'dı. Komşusundan evine dönerken sokak ortasında vurulan İnan'ın cenazesi, yedi gün boyunca sokak ortasında bekletildi. Taybet İnan'ın cenazesini almaya giderken öldürülen kayınbiraderi Yusuf İnan'ın da cenazesinin alınmasına izin verilmedi. Yedinci günün ardından Adli Tıp'a götürülen Taybet İnan'ın bedeninde 10 kurşuna rastlandı. 18 gün morgda bekletilen Taybet'in naaşı sessiz sedasız defnedildi.
Dayika Taybet
Taybet İnan'ın bu elim ölümü şiirlere, filmlere konu olurken çalışmalarını Mezopotamya Kültür Merkezi'nde sürdüren müzisyen- besteci Nurhak Kılagöz de içinde hissettiği ve söküp atamadığı bu acıyı notalara döktü. "Dayika Taybet" adlı ezgiye yönetmen Ali Bozan'ın "7 Gün 7 Gece" filminin görüntüleri eşlik ediyor.
Yıkıntılar arasında yavaşça yere doğru yaklaşan kamera; molozlar, cam parçaları, hafriyat arasında belli belirsiz yerde yatan cansız bedenin görüntüsü çarpıyor gözlere. Üç bölümden oluşan müziğin yüksek ritimle çalan ilk bölümü sokağa çıkma yasağındaki çatışmaları anlatıyor.
İkinci bölümde ise müziğin ritmi yavaşlıyor. Zamanın durduğu bölüm bu. Taybet İnan'ın yerde kaldığı yedi gün yedi geceyi anlatıyor. Kimsenin güç getirip kaldıramadığı, elinden tutamadığı, tutmaya çalışanın da yere düştüğü zamanı... Kılagöz'ün bu bölüm boyunca yaylı orkestranın uzun sesler çalmasını tercih etmesinin sebebi de bu.
Son bölümde ise Taybet İnan'ın yerden kaldırılıp defnedildiği zamanı anlatıyor. Yerden kaldırılsa da aynı çaresizlik ve hüznün devam ettiğini...
Çok uzun zamandır kafasının içinde çalıp duran bu müziği notalara dökme ve kayıt altına alma gücünü bir türlü kendinde bulamadığını anımsatıyor Nurhak Kılagöz.
Nurhak Kılagöz
"Acılar içinde en büyüğüdür benim için"
"Taybet Ana'nın hikâyesi; çaresizliği, güçsüzlüğü, umutsuzluğu en derin hissettiğim olayların başında geliyor" diyor. Çok uzun zaman etkisinden çıkamadığını, üzerine cümle kuramadığını, evlatlarıyla empati dahi kuramayacak kadar büyük bir acı duyduğunu söyleyen Kılagöz, sözlerini şöyle tamamlıyor:
"Son zamanlarda düşündüğüm bir şey var, dünyanın herhangi bir yerinde ve çağında, insanlığın belki de yüzyıllık bir zaman içinde yaşama ihtimali bulunan tüm acıları, katliamları, ayrılıkları, sürgünleri beş yıla sıkıştırıp bizlere yaşattılar. Acıları karşılaştırma halinin insana dair olmadığını düşünsem de acılar içinde en büyüğüdür benim için. Bize kalan ise tüm bu tanıklıkları, acıları göz ardı etmeden, hafifletmeden, muğlaklaştırmadan kabul edip, yaramızı dilimizle sağaltıp, unutmamanın ve unutturmamanın sorumluluğudur. Bu müzik de bu çabanın bir sonucudur."
(BD/AÖ)