Son yıllarda üzerinde yaşadığımız bölge olan Ortadoğu’ya ilişkin kim iki kelam edecek olsa bir, önceleri adı “Arap baharı” olan isyanlardan; iki, Kürtlerden; üç, bölgenin yeniden dizayn çabalarından bahsediyor.
Hangi bağlamından bahsederlerse etsinler bu tartışmacıların günümüzde yaşananı tartışırken yüzyıllık bir referanstan yola çıktığı gözlerden kaçmıyor. Bu referans; 26 Mayıs’ta 100. yılı dolan Sykes-Picot anlaşması.
Yüzyıldır dinmeyen ve istikrarlı bir biçimde yaşadığımız ülkeyi, bölgeyi ve daha irrasyonel olarak da kişisel hayatlarımızı etkileyen çatışmalı ve kanlı hale ilişkin ne zaman bir neden daha doğrusu bir günah keçisi aransa ok işaretlerinin ilk olarak yöneldiği adres de Sykes-Picot oluyor.
Peki, nedir Sykes-Picot? Niçin yüzyıl sonra bile bölgemizde yaşanan şiddetin, toplumsal ve siyasal sorunların adresi olarak gösteriliyor?
Sykes-Picot kısaca dünyanın gördüğü ilk büyük savaşın henüz sürdüğü 16 Mayıs 1916 yılında, İngiltereli diplomat Mark Sykes ile Fransalı askerî diplomat George Picot’nun imzaladığı, Osmanlı İmparatorluğunun Ortadoğu topraklarının Fransa ve İngiltere arasında pay edilmesini içeren, Rusya’nın Ekim Devrimi’nden sonra ifşa ettiği güne kadar da “gizli” olan antlaşmanın adıdır.
Çoğumuz bir haritanın etrafında cetvelle belirlenmiş sınırlar olarak bilinen bu paylaşım antlaşması hakkında son yıllarda artan oranda o kadar çok yorum dinler olduk ki; gerçekte Sykes-Picot antlaşması nedir, neye tekabül eder, sonuçları ne olmuştur, uygulanmış mıdır, uygulanmamış mıdır, gibi temel noktalarını kaçırmaya başladık.
Özellikle 2011 yılından itibaren yoğunlaşan, önce “Arap baharı” sonra “Arap kışı” olarak tariflenen kalkışma ve çatışma hallerinin ardından en çok işlenen tema “Sykes-Picot çöküyor” oldu. Gerçekten de son 6 yıldır yaşananlarla mı Sykes-Picot çöküyor? Çöken Sykes -Picot mudur başka bir şey midir? Yüzyıl önce imzalanmış gizli bir anlaşmanın Tunus’tan Suriye’ye ve hatta Türkiye ye uzanan gerilim ve savaş hattıyla ne tür bir ilişkisi var? 6 yıllık gelişmeler bir cetvelle çizilmiş ülkelerimizin özgürleşme hamlesi mi, yoksa başka bir hegemonyanın tesisi midir? Yeni bir paylaşım halimidir? Nedir?
Soruları uzatmak mümkün ama bu ve daha fazla soruya yanıt bulabileceğiniz ve hatta yüzyıllık bir bellek tazelemesi imkanı sunan bir kaynak okuyorum son günlerde. Evrensel Basım-Yayının hayatımıza kazandırdığı bu kaynağın adı; “Bitmeyen Savaş, paylaşılamayan Ortadoğu - Sykes-Picot’nun 100. Yılı”.
Ali ve Yusuf Karataş’ın büyük emekle hazırladığı kitap, beş bölümden oluşuyor. Sykes Picot’nun ne olduğundan güncel algılanışına dair yanılgılara, Osmanlının son dönemlerdeki tarihsel referanslarından Osmanlı sınırlarında yer alan ülkelerin ve ulusların son 6 yıllık kırılmalarına, sistem değişimi ihtiyacından yeni hegemonyanın kurulma şiddetine ve halkların alternatif arayışına dair oldukça derin tartışmalar içeren makaleler serisinden oluşuyor.
Tunuslu Hamma Hammami, Najah Wakim, Abu Ahmad Fuad gibi Arap dünyasının değerli kalemlerinden; Erdoğan Aydın, Fehim Işık, Fehim Taştekin gibi Türkiye’nin Ortadoğu konusunda uzman gazetecilerine; Ayşe Hür, Sinan Birdal, Aydın Çubukçu gibi akademisyenlere kadar konu hakkında araştırmaları olan burada adına yer veremediğim pek çok ismi bir araya getiren çalışmadan gerçek bir başucu kitabı çıkmış.
Kitabın ilk bölümlerinde ağırlıklı olarak İlgili anlaşmanın tarifini yapmak kadar, günümüzdeki algısına dönük eleştiriler ve düzeltmeler içeren tartışmalara rastlıyoruz. Örneğin Erdoğan Aydın “Kuşkusuz birebir uygulanamamış, ama sonraki Ortadoğu düzenini emperyalist egemenlik ve parçalanmışlıkla belirleyen bir antlaşmadan söz ediyoruz” derken tamda bunu yapıyor.
Yine; “Daha doğuşundan kısa bir süre sonrasında işlevsizleşmiş bir anlaşma ile karşı karşıyayız… Dolayısıyla bugün izlenen yeni-Osmanlıcı politikayı Sykes-Picot karşıtlığı üzerinden gerekçelendirmek, olmayan bir şeyi varmış gibi göstererek, gerçeklikten koparılmış halk çoğunluğunun aldatılmasından başka bir şey değildir” derken aynı zamanda hakikate davet ediyor
Yer yer tam bir tarih şölenine dönüşen anlatılarda Sykes-Picot’nun aktörleri, nedenselliği ve amaçlarına ilişkin farklı bakışları görmek için Ayşe Hür’ün, Enis Nakkaş’ın, Mustafa Yalçıner’in ya da Hakkı Özdal’ın makalelerine dönüp bakmak farz oluyor. Naif Bezwan’ın, Fehim Taştekin ve Fehim Işık’ın, Sykes –Picot’nun beki de en çok etkilediği Kürtlerin günümüzde ki alternatif yaratma mücadelelerine ve Yeni Osmanlıcılık hülyasının temelsizliğine odaklanan yazıları yanında Sinan Birdal’ın günümüz Ortadoğusunda “Çöken ne?” sorusuna yanıt aradığı yazısında “Sykes-Picot çöküyor” iddiasının nasıl bir ideolojik önerme olduğuna dair tezi dikkatle takip edilmeyi bekliyor.
“…Çöken İngiliz-Fransız bölüşüm anlaşması değil, Ortadoğu’daki neoliberal kapitalist devlet düzenidir” diyen Birdal’ı, günümüzde yaşananın Sykes-Picot’la tek benzerliğinin emperyalist ülkelerin bir “harita yenilemesi” çabası olduğu tezi ile takip eden İhsan Çaralan Türk dış politikasının güncel çıkmazlarına odaklanıyor.
Türkiye Ortadoğu ilişkilerindeki tarihsel bozulmalara göndermelerde bulunan yazısıyla dikkat çeken Fehim Taştekin “Ve Suriye’deki savaş Türkiye’nin İslamcılarını da selefileştirmeye başladı. Bütün bunların eş zamanlı olarak Türkiye’ye götürdüğü yer: Pakistanlaşma, Iraklaşma ve Lübnanlaşma” sözleriyle bizi güncel yüzleşmelere davet ediyor
Özetle Tunus’dan, Libya’dan Türkiye’ye, Geniş Ortadoğu coğrafyasının yüzyıllık zorunlu “Ulus-devlet” cetveli ile parçalanışına ve günümüzün isyan ve inşa hareketlerine odaklanan “Bitmeyen Savaş, Paylaşılamayan Ortadoğu” kitabı pek çok yeni tartışmaya kapı aralayacağa benziyor.
Son not; bu kitabı okurken neden bilmem benim aklımda adını anımsamadığım Kıbrıslı şairin; “Coğrafyalarımız gibi kaderlerimiz… Paramparça...” sözleri dolaşıyor! (YG/HK)