ABD’nin “Ortadoğu”su dizisinin son yazısını yazmak için masa başına geçtiğimde Irak'ta Peşmerge güçlerinin Türk askerlerinin de bulunduğu Başika yerleşkesini IŞİD'in elinden kurtardığı haberleri alt yazılarda akmaya başladı.
Hepimizi, tüm dünyayı sevindirecek bir haber, samimi isek elbette..
Başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) koalisyon ülkelerinin üç yıldır didinip uğraşıp yerinden sökemediği IŞİD, en azından şimdilik, Peşmerge karşısında yenilmiş görünüyor.
Önemli olan elinde tutuğu topraklardan bir bölümünü daha yitirmiş olması. Kimsenin yenemediği esrarengiz güç IŞİD ortaya çıktığı gibi, yine esrarengiz bir şekilde yok mu olacak?
Üç yıl içinde Irak ve Suriye'nin bir çok önemli kentini ele geçiren, onunla kalmayıp sınırları ortadan kaldırmaya kararlı hilafet devletinin ömrü bu kadar mıydı? Yoksa artık işlevi bitmiş, ıskarta ya mı çıkmıştı?
Bunu bize zaman gösterecek.
Musul
Musul kenti İngiliz gazeteci Patrick Cockburn'un son yazısında belirttiği gibi, on üç yıl süren savaş boyunca tam beş kez el değiştirmişti. ABD'nin Irak'ı işgal ettiği 2003 yılında Arap- Sünni nüfusun çoğunlukta olduğu Musul, aynı yıl Kürt peşmerge güçleri tarafından ele geçirilmiş, Kürtler Musul'a bağlı Ninova vilayetinin kendilerine ait olduğunu iddiasıyla yeni bir statü talebinde bulunmuşlardı.
Musul, Arap, Kürt, Ezidi, Şabak, Hıristiyan ve Türkmenlerden oluşan bir nüfusa sahip kadim bir kentti.
Saddam Hüseyin döneminde Irak ordu komutanlarının çoğu ve Savunma Bakanı Musul doğumluydu.
ABD 2003’te Musul'un yönetimine General Petraeus'u getirmiş, Kürtler ve Araplar arasındaki gerilim bir süreliğine azalmış ama ortadan kalkmamıştı.
Petraeus'un buradan ayrılmasından sonra kent bu kez de Irak’taki silahlı muhaliflerin eline geçmiş ve IŞID'in işgaline kadar geçen on yıl içinde 2004-2014, Bağdat hükümeti burada kendine bağlı bir yönetim oluşturamamıştı.
IŞİD, kenti ele geçirdiğinde halkın bir kısmı kaçmış, bir kısmı ise Şii milislerden daha çok korktukları için İŞİD'in sert koşulları altında yaşamayı sürdürmüşlerdi.
Şimdi ise yeni bir savaşın isimsiz kurbanları olarak kaderlerine boyun eğmiş bekliyorlar.
ABD‘nin seçim heyecanı
Bizler, bu coğrafyanın halkları, her gün yeni bir savaş haberi, ölümler, tehditler, darbeler ile boğuşa duralım ABD halkının büyük bir çoğunluğunun bizlerin neler yaşadığından haberi olmadığı gibi Musul diye bir kentin varlığından bile haberdar olduklarını sanmıyorum.
ABD’yi seçim ateşi sarmış durumda. İki aday birbirleriyle mücadelede belden aşağı vurmak konusunda yarışıyorlar.
Demokrat Parti’nin adayı Hillary Clinton, Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump'a kadınlara nasıl sarktığı konusunda ver yansın ederken, Trump da Hillary Clinton'a eşi Bill Clinton'un dillere destan maceralarını hatırlatıyor.
Koskoca dünya imparatorluğu bu seviyeye inmiş durumda. Bu konuda bizlerin yorumlarından daha önemlisi Amerikan aydınlarının, insanlarının, yurttaşlarının neler hissettikleri.
Ürkütücü bir seçim mevsimi
“Bir insanda olması gereken tüm nitelikleri taşıyorum: kan, et, deri, saç; ama açgözlülük ve tiksinti dışında açık seçik tanımlayabileceğim tek bir duygu bulamıyorum kendimde.
“İçimde korkunç bir şey oluyor ve ben bunun nedenini bilmiyorum. Geceleri beni kuşatan kan tutkusu artık günlerimi de sarmış durumda. Korkunç hissediyorum kendimi, deliliğin sınırındayım ve aklımı yitirmek üzereyim.”
“American Psycho”
Bu alıntıyı yazısının başında kullanan John W. Whitehead, ABD’nin en tanınmış Anayasa hukukçularından ve İnsan Hakları uzmanı. Yazısının başlığı ise şöyle: “Seks, yalanlar ve politika, ürkütücü bir seçim mevsimi.”
Whitehead, yazısına yirmi yıl önce Bill Clinton'un Beyaz Saray'da yaşanan seks skandalları nedeniyle suçlanmasından bugüne, Başkan adayı Trump'ın kadınlara cinsel tacizde bulunmasına geliyor ve Amerika’nın kadın hakları konusunda başkalarına ders vereceğine ilk önce kendisine bakması gerektiğini vurguluyor.
“Hiç bir şey gerçek değil. Bizler ise çok gerçek olan yalanlar ve politika dünyasında, hırs ve açgözlülüğün, özgürlüğü ve kişisel erdemleri yok ettiği bir ortamda yaşıyoruz. Biz, insanlar, ise sadece kullanılıp, yararlanılıp sonra atılan veya gerektiğinde şeytanlaştırılan şeyleriz.
Bu politik ortamda oy vermek, sadece içinde yaşadığımız polis devletini güçlendirecek ve hükümetin bombalamalarına, yağmasına, hırsızlıklarına, adaletsizliklerine, öldürmelerine devam etmesini sağlayacaktır.
“Nasıl oluyor da 318 milyon Amerikalı arasından geçmişleri ve söyledikleriyle Başkan olmayı hiç hak etmeyen iki aday arasından seçim yapmaya zorlanıyoruz. Bu kukla adaylara oy vermeyin. Çoktandır yasallığını yitirmiş bir sistemi haklı çıkaracak özürler bulmaktan vazgeçin.”
Bunlar Amerikalı bir Anayasa hukukçusunun sözleri. Başkanlık sistemine geçelim diye kendilerini ortaya atan Türkiye'deki siyasetçilere sormak gerekiyor.
İki partili Başkanlık sistemi sayesinde bugün ABD seçmeni kendi adaylarını çıkaramıyorlar, temsil edilmiyorlar ve kesinlikle karşı oldukları iki aday arasında seçim yapmaya zorlanıyorlar.
Demokrasi bu mu?
Her başı sıkışan sandığa gidelim diyor, ama sandık neyi temsil ediyor diye sorulmuyor.
“Niye oy kullanmayacağım?”
Lara Gardner, “Niye Oy Kullanmayacağım” adlı yazısında Amerika'da bir tür kutsal vatandaşlık hakkı olarak görülen oy kullanma işlemine, bu seçimlerde niçin karşı çıktığını anlatıyor.
“Daha az kötü olana oy vermek benim kitabımda yer almıyor. Eğer oyumu kullanmazsam Trump kazanacak diye yapılan dayatmalara da karnım tok. Hillary Clinton sermayedarların ve Amerikan savaş aygıtının temsilcisidir. Trump başkan olmasın diye ona oy vermek ABD savaş makinesinin yeni katliamlarına göz yummaktır.
“Oy kullanırsam milyonlarca masum insanın yaşamıyla oynayan savaşlara ‘evet’ demiş olacağım. Bu ülkede artık oy kullanmak, kurulacak hükumetin benim adıma, bir avuç süper zengin ve çok uluslu şirkete hizmet sunmasından başka bir işe yaramayacaktır.
“Ben oy kullanmayarak bilinçli bir seçim yapıyorum, vatandaşlık hakkımı ancak böyle koruyabilirim.”
Amerikan Sivil Haklar mücadelesi ve Marthin Luther King dönemini çağrıştıran bir sivil itaatsizlik çağrısı. ABD, kendini sorgulamaya başlarsa, yeniden büyük bir güç olabilir.
Seçimler ne kadar demokratik?
Başka bir yazıya geçelim. Yazan Victor Wallis, şu soruyu dile getiriyor: Amerikan Seçimleri ne kadar demokratik?
Yazara göre Amerika'da iki parti de mevcut yapının korunması ve devamı için işbirliği içindeler. Yapılan atışmalar, konuşmalar sadece göstermelik. Her iki partinin de kendi çıkardığı adayların dışında bir aday çıkarması olanaksız. Oy kullanma hakkı bir anayasal güvence altında değil. Seçmen olma hakkı herkese tanınmıyor, hapis yatmış ve ceza almış olanlar oy kullanamıyor, bu da 6 milyon kişinin oy hakkı olmaması anlamına geliyor.
Büyük sermayedarların siyasi partilere yaptıkları parasal yardımlarda sınır kalkmış durumda. 2010 yılında Yüksek Mahkeme “Birleşmiş Vatandaşlar” başlığı altında çıkardığı bir yasa ile bağışlarda üst sınırı kaldırmış.
Seçimlerim iş gününde yapılması bir çok kişinin oy vermesini imkansız hale getiriyor, özellikle çalışan insanların yaşadığı kalabalık yoksul mahallelerde, uzun kuyruklar ve yetersiz sandık sorunu var.
Sonuçların bilgisayara geçirilmesinde, 2004 seçimlerinde hile yapıldığı açık seçik ortaya çıkmış durumda. Yıllarca Türkiye dahil pek çok ülkedeki seçimlere denetlemek için heyet yollayan Amerika'yı kim denetleyecek?
Oliver Stone diyor ki
Sinema yönetmeni Oliver Stone, 2017 yılında gösterime girecek yeni filmi “Amerikanın Anlatılmamış Hikayesi” adlı belgeselinin başına şu sözleri yazmış:
“We are not under threat, (Biz tehdit altında değiliz)
We are the threat” (Tehdit biziz)
Her şeyi emperyalizme bağlamak
Yazı dizisini okuyan değerli okurlardan bana şöyle sorular geldi. Bu yazıda sizin alıntıladığınız tüm yazarlar, askerler, akademisyenler, bunları yazdıkları için Amerika'da hapse giriyor mu, ya da işten atılıyor mu?
Amerika’yı kötülemek kolay, bizde hiç suç yok mu? Her şeyi emperyalizme yıkıp işin içinden sıyrılmak sizce bir çözüm mü?
İçinde birden fazla kişi, devlet, kurum olan her ilişki, çift taraflıdır, yani karşılıklıdır. Taraflar, her zaman birbirlerinden etkilenirler, değişirler, bazen mutlu, bazen ise mutsuz olurlar. Bazı ilişkiler daha yalın, bazıları ise daha çetrefildir.
Dış ile iç
Söz konusu içinde bulunduğumuz Ortadoğu ve mirasçısı olduğumuz Osmanlı İmparatorluğu olduğunda ilişkiler girift ve çok yönlüdür.
Coğrafi konumu, tarihsel önemi nedeniyle sürekli “dış güçler” diye tanımlanan, yani bölgenin dışından gelen devletler ve güçler tarafından müdahaleye açık olmamız nedeniyle “dış” ile “iç” tuhaf bir biçimde iç içe geçmiş, adeta bütünleşmiştir.
Bizim yaşamımızda “müdahale” istisna değil, normdur. Hal böyle olunca dışa karşı hep savunmada olmak, kendini korumak da bölge halklarının bir refleksi olarak gelişmiştir.
Emperyalizm soyut bir kavram değil, gerçekliğin bir parçası olarak hayatımızda var olduğu sürece, biz de ona karşı tavır almaya devam edeceğiz.
“Tek ve en büyük demokrasi”
Ülkeleri iddiaları ve konumlarına göre değerlendirmek zorundayız. ABD kendisini dünyanın tek ve en büyük demokrasisi olarak tanımladığı ve kendisini diğer ülkelerden farklı bir statüye koyduğu için eleştiriliyor.
Ya bu iddialardan vazgeçip, kendini gerçekte olduğu gibi tanımlayacak, ya da bu eleştirilerin hedefinde olacak.
ABD hegemonyası geçerli değil
Amerikan Dış Politikasının mimarlarından Brzezinski, 12 Eylül 2016 da yayınladığı bir yazıda (Küresel bir Yeniden Dizilime Doğru) * kendi teorisi olan “Amerika'nın Küresel Üstünlüğünün” artık sona erdiğini ve ABD hegemonyasını Ortadoğu ve Asya'ya yayma serüveninin bölgesel dengelerdeki karmaşık jeopolitik değişiklikler nedeniyle artık geçerli olmadığını savundu.
Dünyanın hem en zengin hem de askeri olarak en güçlü ülkesi, ABD İmparatorluğu, deyimi yerinde ise “Duraklama Devrine” girmişti.
İmparatorluklar böyledir, gelip geçerler, halklar ise kalıcıdırlar. (MUT/BA)
Bu yazı için kaynaklar
Lara Gardner, "Why I am Not Voting", Counterpunch, October 24, 2016
John. W. Whitehead, "American Psycho: Sex, Lies and Politics Add Up to a Terrifying Election Season", Counterpunch. October 21, 2016
Patrick Cockburn, "13 Years of War: Mosul's Frightening and Uncertain Future", Counterpunch, October 21, 2016
Victor Wallis, "On The Stealing of US Elections", Counterpunch, October 24,2016
Brzezinski, "Towards a Global Realignment" Küresel bir Yeniden Dizilime Doğru, Sendika Org. 12 Eylül 2016. Ulaş Taştekin çevirisi.
ABD'NİN "ORTADOĞU"SU YAZI DİZİSİ
"ABD'nin 'Ortadoğu'su" Başlarken (17 Ekim 2016)
1- Petrol Denilen Kara Kuyu (17 Ekim 2016)
2- İran-Irak Savaşı ve Lübnan İç Savaşı (18 Ekim 2016)
3- Soğuk Savaş, Afganistan, Libya (19 Ekim 2016)
4- Kuveyt'in İşgali ve Körfez Savaşı (20 Ekim 2016)
5- 11 Eylül Saldırısı, Afganistan (21 Ekim 2016)
6- Irak'ın İşgali (22 Ekim 2016)
7- Irak'ta Uzun Soluklu Savaşa Doğru (23 Ekim 2016)
8- ABD Askeri Irak'tan Çekiliyor (24 Ekim 2016)
9- En Çabuk Unutulan Savaş: Afganistan (25 Ekim 2016)
10- Son Perde: Suriye (26 Ekim 2016)
11- Bitirirken; Amerika Nereye Gidiyor? (27 Ekim 2016)