Bismarck’ın iyiye dair bir örnek olduğunu, ya da başarılı olduğunu düşünmüyorum. Ama içteki kriz ve sıkışmayı dışarıya karşı savaşarak, “kan ve demir” yasalarıyla aştı. Sonunda Bismarck Alman prensliklerinin birleşmesine önderlik etti. Kuşkusuz kan ve demir yasaları dediği insan yiyici ve kıyıcı politikayla. Dışarıya karışı savaşarak etki sahasını genişletmek, işgal ve ilhakla güç artırmak, emperyalist siyasetin tüm modern tarih boyunca başvurduğu bir uygulama oldu. Ama şimdi aynı hatayı (anakronizm) Tayyip Erdoğan devleti yapmak istiyor.
Tayyip Erdoğan rejiminin sonuna mı geldik, yoksa yeni arayışlarla iktidarını sürgit devam ettirebilecek mi? Bu tartışma devam ediyor. Başka bir örnekle daha açıklayalım. Bilindiği gibi Rusya’da Romanov hanedanının son üyesi Çar Nikolay uzak Asya’da “etkili” olabilmek için, Japonya ile savaşa girdi ve ağır bir yenilgi aldı. Savaş, gelişen devrimci hareketin ısrarıyla durdurulmasa Rusya için felaket olabilirdi. Sonuçta Ağustos 1914’te üç buçuk milyon Rus’un hayatına mal olacak 1. Dünya savaşı seferberliğini onayladı. Öte yandan kan ve acı dolu savaş süreci, Rusya’daki devrimci hareketin gelişim gösterdiği ve taban kazandığı en ateşli yıllar oldu. Büyük Ekim Devrimine kadar yaşanan savaşlar, katliam ve halk karşıtı politikalar nedeniyle Rusya Halkları ölüm, kan ve açlıkla yüz yüze kaldı.
Tayyip Erdoğan’ın kitap okumadığını ve kitapları yasaklayan general Evren’in bir kopyası olduğunu biliyoruz. Ama bilmeli ki, tarih kendisinden çok daha ateşli, savaş meraklısı ve ülkelerini felakete sokan devrik liderlerle dolu. Yanı başında -eski- Arap despotları var. Üstelik Türkiye halkları bir süredir Erdoğan’ın komplo siyasetinin “tekinsizliğini” izliyor ve bundan endişe duyuyor. Siyaseten Tayyip Erdoğan kişiliği, halkın nokta-i nazarında bir irtifa kaybı yaşıyor. Tarihe çok daha yeni bir kara sayfa açmak ve düşüşünü en rezilane haliyle gerçekleştirmek istemiyorsa bu tavrından vazgeçmeli.
Suriye’ye Türk ordusunun girmesi demek, Türkiye’de yaşayan on milyonlarca insanın ekmeksiz, susuz kalması; neredeyse her aileden Türk, Kürt, Laz ve Arap’ın Tayyip Erdoğan’ın ihtirasları yüzünden heba olup gitmesi demektir. Üstelik Suriye ile savaşmak İran ile savaşmak anlamına gelir. Rusya ve İran kayıtsız kalsa bile Kürt Özgürlük Hareketi görünüşe göre sütre berisini Ankara’ya kadar dayandırır. Buna dayanabilecek kadar hazır mıyız? Dahası Erdoğan’ın sırf daha fazla iktidar olması ya da -bir türlü olamadığı- başkanlığı uğruna kaçımız canını vermeye hazır? Bunu uğruna ölmeye değer bir ulusal dava gibi görmediğimiz çok açık. Ama Erdoğan gene de savaşta oldukça ısrarlı görünüyor. Suriye çöllerinde sebebini asla bilmeyeceği bir savaşa ölmeye gidecek hiç kimseyi tanımıyorum ben.
Türk ordusu öyle basına yansıdığı gibi “göreve hazır” filan da değil. Çünkü Suriye’ye, Rojava’ ya girilmesi gibi bir durumda, ordusu ve kurumlarıyla Türk devleti “devlet” olarak kalmama gibi bir ontolojik sorun yaşayacaktır. Çar Nikolay’ın Rus-Japon harbindeki gibi bir mağlubiyet durumu değil, devlet olarak ortadan kalkmaktan söz ediyoruz.
Ezcümle, AKP toplumun varlığını, geleceğini ve esenliğini tehlikeye atmaktadır. Toplumu tüm doğasıyla mülkü zannederek üstünde her nevi tasarrufta bulunabileceği bir “emanet” gibi görmektedir. Barışı savunmak ve Erdoğan’ın sadece ölümle görevlendirilen azap askerleri olmamak için toplum yeni bir durumla karşı karşıyadır. Bu durum mülkleştirilemeyen bir yeni ortaklık inşa etmektir. Muhalefet ya da iktidar olmak gibi sitemin sağında ve solunda oturmak değil, doğrudan doğruya mülkleştirilemeyen ortaklığı politik olarak inşa etmektir. O da tüm ülkede demokratik özerklik anlamına gelmektedir. (MS/HK)