Türkiye'nin işsizlerine bugünlerde tavsiye edilecek en son şey 2010 Yılı Programı'nın istihdamla ilgili bölümlerine göz atmak olmalı. Zaten sinirleri bozuktur, Program'a bakınca, hükümetin kendileri için hiçbir şey yapmayı düşünmediğini görüp, bir de moralleri bozulmasın.
Programda işsizlik oranı Temmuz ayı verilerine uygun olarak yüzde 12,8 kabul edilmiş ve 2010 yılında yüzde 14,6'ya çıkacağı tahmin edilmiş. İşsizlik oranı daha Ağustos ayında yüzde 13,4'e yükseldi, işsiz sayısı da 3,4 milyon kişiye ulaştı. Ama her yıl hazırlanan programlara bakınca bu sayıların kimseyi endişelendirmediği, herhangi bir tavır değişikliğine yol açmadığı anlaşılıyor.
Malum, Türkiye'de her yıl program hazırlanır. Bu programlarda, öteki konularla birlikte, istihdamla ilgili politikalar da yer alır. Son 7-8 yılın programlarına bakılırsa, her yıl aynı şeylerin yazıldığı görülmektedir. Örneğin işgücü piyasasının esnekleştirilmesi, iş dünyasının talep ettiği nitelikte işgücü yetiştirilmesi, orta ve yüksek eğitim düzeyinde mesleki eğitimin niteliğinin yükseltilmesi, sosyal diyalog mekanizmalarının güçlendirilmesi, meslek standartlarının geliştirilmesi, İŞKUR'un güçlendirilmesi, aktif işgücü programlarının yaygınlaştırılması gibi politikalar hemen her yıl programlarda yer almaktadır.
Türkiye'de 2005 yılından bu yana Orta Vadeli Program da hazırlanmaktadır. Orta Vadeli Program yaklaşımı, beş yıllık planların katı yapılarının dünyada hızla değişen koşullara uyum sağlayamaması nedeniyle, esnek bir yöntem olarak gündeme gelmiştir. Dinamik bir yapı arz eden ve üç yıllık bir perspektife sahip olan orta vadeli programlar, yıllık uygulamaların sonuçları ve genel şartlardaki değişmeler dikkate alınarak her yıl yenilenmektedir. Bu nedenle hiç olmazsa Orta Vadeli Programların değişen koşullara göre farklılaşması beklenir. Oysa Orta Vadeli Programlar da, tıpkı yıllık programlar gibi, dünya ekonomisinin büyük bir krize girdiğinden habersiz gibidir. En azından istihdamla ilgili bölümleri böyledir.
2010 Yılı Programı da, 2010-2012 Orta Vadeli Programı da işsizlik konusunda, önceki programları yinelemekle yetinmektedir. Dünya krize girdikten sonra programlara girmeyi başarabilen tek yeni politika, Orta Vadeli Programda "İşsizlere yönelik, başta toplum yararına çalışma programları olmak üzere, kısa vadeli istihdam yaratmayı sağlayan programlara devam edilecektir." ifadesi olmuştur. Bu politika 2010 Yılı Programında "Kısa vadeli istihdam yaratmayı amaçlayan programlar yaygınlaştırılacaktır" şeklinde yer almıştır. Henüz mevcut olmayan bir uygulamaya devam edilmesinin ve yaygınlaştırılmasının tuhaflığı bir yana, programın parasal karşılığı yoktur. Zaten ortada parasal karşılığı olacak bir proje çalışması da yoktur. Sadece eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının, bu yolla 500 bin kişiye istihdam sağlanacağına ilişkin bir demeci olmuştur.
2010 Yılı Programında bir yeni politika daha var. "Özel istihdam bürolarının işe yerleştirme sürecindeki etkinlikleri artırılacaktır" deniyor. Bu büroların faaliyet alanlarını çeşitlendirmeye yönelik düzenlemeler yapılacağı bildiriliyor. Aslında bu politikada bir yenilik yok. Bu da, hükümetin konuya bakış açısını gösteren ve öteki politikalarla tam bir tutarlılık içinde olan bir madde. Hükümetin konuya bakışı da çok net. Bu bakışa göre, piyasanın iyi işlemesi durumunda işsizliğin olmaması gerekir. Eğer -doğal işsizlik dedikleri tuhaf kavramın ötesinde- işsizlik varsa, piyasanın iyi işlememesindendir. Piyasa esnekleştirilmeli, emek arzı ve talebini karşı karşıya getirecek ortam oluşturulmalı ve müdahalelere son verilmelidir. Son yılların anahtar kelimesi "deregülasyon" artık pek kullanılmıyor ama "şu kriz bir atlatılsa" kullanıma hazır şekilde bekletilmekte.
Bu yaklaşım piyasaların kurallardan arındırılması ile birlikte arzın yükseltilmesine dayanır. Buna göre aslolan üretimin desteklenmesidir. Üretimin desteklenmesi de üretim maliyetlerinin düşürülmesinden geçer. Üretim maliyetini yükseltebilecek her şey, talebi artırmaya yönelik bile olsa reddedilmelidir. Dünya talep yetersizliği nedeniyle görülmemiş bir krize girdiği halde, bu düşünce tarzı hala egemendir ve bu nedenle krizin son bulacağına dair bir işaret görülmemektedir.
Türkiye'nin emek piyasasında, öteki ülkelerle kıyaslandığında, çok büyük farklılıklar taşıyan bir durum var. Çalışma sürelerinin uzunluğu. Uluslararası Çalışma Örgütü'nün verileri bu durumu açıklıkla ortaya koyuyor. Avrupa ülkelerinin çoğunda haftalık çalışma süreleri 40 saatin altında. Belçika, Danimarka, İsveç, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Hollanda, İngiltere bu ülkeler arasında. Bulgaristan, Hırvatistan, Kıbrıs, Çekya, Estonya, Slovakya, Slovenya, Yunanistan, Malta, Polonya, Portekiz ve Romanya'da ise 40-42 saat arasında. Yalnızca İzlanda'da 46 saat gibi uzun bir çalışma süresi var. Türkiye'de ise genellikle haftada 53 saat çalışılıyor.
Avrupa dışındaki ülkelerin çok azında çalışma sürelerine ilişkin veri var. Yine de, bu verilerden bir izlenim edinmek mümkün. Kanada ve Yeni Zelanda'da haftalık çalışma süresi 40 saatten az. ABD, İsrail, Japonya, Porto Riko'da 40-42 saat arası. Hong Kong 45, Kore, Singapur, Makao 46, Filipinler 47, Peru 48 saat çalışıyor. Nijerya 53 saat ile Türkiye'nin rekorunu yakalıyor. Bu arada, bir yan bilgi olarak, bu ülkeler içinde bir tek Porto Riko'da işsizlik oranı Türkiye'ninkinden yüksek.
Bu durumun insani boyutunu bir kenara bırakalım (Çünkü insani konular ekonominin ilgi alanının dışına atıldı ve hala ısrarla dışarıda tutuluyor). Olağan çalışma sürelerinin ve fazla mesailerin sınırlanması, her ölçekteki işyerlerinde çalışma sürelerinin denetlenmesi durumunda, "piyasalar" bundan nasıl etkilenecektir? Evet, üretim maliyetleri yükselecektir. Ama Türkiye'de üretim maliyetlerini düşüren hiçbir deneme istihdamın artmasını sağlayamadı. Buna karşılık istihdamla talep arasındaki ilişki çok açık. Talebi ve istihdamı birlikte artırmak için mevcut yapıya radikal bir müdahale kaçınılmaz. Bu müdahale ülkedeki en anormal ve dünyadaki uygulamalara en ters düşen durumdan başlamalıdır. Çalışma sürelerinin kabul edilebilir düzeye inene kadar kısaltılması şarttır. Bunun için piyasa koşulları beklenmemeli, "regülasyon"lar devreye girmelidir. Milyonlarca işsizi ciddiye almanın asıl göstergesi bu olacaktır.(BD/EÜ)