Farklı hatta aykırı görüşler öne sürdükleri için kamuoyunda çoğu zaman eleştirilen, kınanan, hatta lanetlenen aydınlar, önce bildiriyle, ardından da bu toplantıyla belirli bir prestij kazandılar herhalde.
12 kişilik listeyi incelediğimizde, Gramsci-Sartre-Said-Bourdieu anlamında ve çizgisinde betimlenen 'Aydın' kategorisinde tam olarak kaç kişi vardır, tartışılır ama yine de bizatihi kendilerine aydın denilmemesi gerektiğini belirtmeleri de olumlu. Toprağı bol olsun; Ece Ayhan, "Türkiye'de muhasebeciler kendilerini iktisatçı, emekli büyükelçiler de aydın sanır" demişti.
Yurttaş girişiminin, Kürt sorunu gibi, hem Türkiye hem de bölge açısından, hatta dünya açısından can alıcı bir sorun konusunda bir araya gelip önce bir bildiri yayınlamaları, ardından da bildirinin gereklerini yerine getirmek için hükümetle temasa geçmeleri de, aslında doğal bir aydın misyonu olsa da, geçmişte (1984-99) bu konuda nispeten pasif davranmış olsalar da, olumlu.
Bildiri ve girişim içeriğinin de esas olarak doğru ve olumlu olduğunu belirtmeye gerek yok. Kamusal sorumluluk, savaşa karşı barışı, şiddete karşı siyasi çözümü savunmayı zaten gerekli, hatta zorunlu kılar.
Yurttaş Girişiminin tutumu, aslında AKP iktidarı ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasındaki anlaşmazlık, hatta çelişme açısından da değerlendirilmeli.
Hal, tavır, davranış, ciddiyet ve iç tutarlık açılarından baktığımız zaman da Yurttaş Girişiminin olumlu bir işlevde olduğunu görüyoruz.
Çuvaldız ve iğne
Ne var ki, esas olarak olumlu bu yapı ve girişime rağmen, bazı olumsuzlukları sıralamak da gerekli:
Başbakanla görüşecek heyetin kompozisyonu-oluşması sırasında, organizatörlerin 151 imzacıya danışmamış olmaları önemli bir eksiklik.
Dahası heyetin ilk başta oluşturduğu beş kişilik delegasyonun Başbakanlık tarafından değiştirilmeye çalışılması ve sonuç olarak on iki kişiye çıkarılması ve bu durum karşısında yeteri kadar direnç gösterilmemesi, bağımsız aydın tutumuyla pek uyuşmasa da, burada esas kabahatli olanın, misafirini seçen hükümet olduğunu da belirtelim.
İlk beş kişilik heyetteki bir isme itiraz etmenin, heyete hepsi imzacı ve farklı görüşlerden de olsa, yedi kişi daha eklemenin mantığı nedir? Hükümet kendine yeterince güvenmiyor mu? Muhatapları arasında ille de kendilerine yakın isimlere ihtiyacı mı var?
İyi niyet yeterli değil
Yurttaş Girişimi listesindeki şahsiyetlerin her birinin değerli gazeteci, yazar, siyasetçi olduklarından şüphe duyulmaması gerek. Ne var ki, bu on iki kişi arasında "Kürt uzmanı" olarak nitelenebilecek bir isme rastlayamıyoruz.
Belki, ille de şart değil, ancak toplantının basına açık ve kapalı bölümlerinde konuşulanlara baktığımızda, Yurttaş Girişiminin bu toplantıya öyle çok da iyi hazırlandığını iddia edemeyiz. Kürt sorununun özgün, ince ve ayrıntıya dayalı yanları hakkında yeteri kadar bilgi, fikir ve hissiyat olmayınca, sonuçta ortaya nispeten kolay bir mutabakat ortamı çıkabilir. Zaten bazı başka faktörler nedeniyle de bu mutabakat çıktı.
Üç saat süren görüşmede, her iki tarafın da Kürt meselesini nispeten dar, yani salt mevcut ulusal sınırlar perspektifiyle ele almış olmaları önemli bir eksiklik. İşgal altındaki komşu Irak'ta günde ortalama 30 kişi ölürken, ABD'nin ülkedeki tek müttefiki Kürtler iken, şiddet meselesini işgal ve Irak gerçeğini hesaba katmadan ele almak mümkün mü?
Esas olumsuzluklar ise toplantının ardından ortaya çıktı.
Her iki tarafça yapılan açıklamalarda da olağanüstü bir iyimserlik havası özel olarak yansıtıldı. Yeni dönem, beyaz sayfa, büyük başlangıç gibi deyimler kullanıldı ki, aslında hiç de yeni değil.
İktidarının üçüncü yılına giren AKP, lideri ağzından ilk kez "Kürt sorunu" ibaresini kullanıyor. Biraz geç değil mi?
Belleğimizi hızlıca taradığımızda, Erdoğan'ın çok yeni ve orijinal bir şeymiş gibi sözünü ettiği "Demokratikleşme" formülü, 1991'de Demirel'in ünlü "Kürt realitesini tanıyoruz" cümlesi, bilahare Tansu Çiller'in "Bask formülü" deyimi daha yakın geçmişte Mesut Yılmaz'ın "AB yolu Diyarbakır'dan geçer" cümlesini hatırlıyoruz.
Kuşkusuz 2005 dönemi, Demirel, Çiller ya da Mesut Yılmaz döneminden birçok açıdan farklı. Yine de, o dönemlerde doğan/doğurulan güçlü umut ve iyimserlik ortamının hüsranla sonuçlandığını da anımsıyoruz.
Erdoğan'ın konuşmasında "demokratik cesaret" ya da "irade" gibi kavramları kullanmış olması önemli, ama AKP'nin bugüne kadar TSK ile ilişkilerinde çok da parlak bir sınav verdiğini söyleyemiyoruz.
Erdoğan'ın AKP'nin ilk başlardaki en güçlü konumda iken değil de, ancak bugün, bir ölçüde yıprandıktan sonra, kendilerinden farklı düşünen bir grup şahsiyeti kabul edip Kürt meselesini tartışmaya başlaması da Yurttaş Girişiminin eleştirmesi gereken bir tutumdu.
Erdoğan, Türkiye'ye gelen yabancı heyetlerin Diyarbakır'ı ziyaret etmesini hep eleştirdi. Oysa kendisi, Diyarbakır'a neden bu kadar geç gitme kararını verdi?
Hakiki muhatap
İki tarafın karşılıklı olarak görüşlerini açıkladığı toplantı belli ki iyi geçmiş. Ama yine de gerek Erdoğan'ın gerekse Yurttaş Girişiminin şu gerçeği herhalde çok iyi bildiğini kabul ediyoruz:
"Türkiye'de 1925'ten bu yana Kürt meselesinde siyaseti belirleyen ve uygulayan Türk Silahlı Kuvvetleridir."
Böyle bir durumda, Yurttaş Girişiminin üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirebilmesi için Kürt sorununun tüm muhataplarıyla bir araya gelmesi gerekir ki, bugünkü koşullarda böyle bir olanak zayıf görünüyor. Çünkü Yurttaş Girişiminin İmralı'da Abdullah Öcalan'la, Kandil Dağı'nda PKK geçici önderliği ile ve nihayet Genel Kurmay Başkanlığı ile de görüşmesi gerekiyor. Kandil Dağı'ndan gelen ilk mesaj olumlu. PKK, Diyarbakır halkının Erdoğan'ı iyi bir şekilde karşılamasını talep etti.
Bu sivil girişimin kökleşmesi, kurumsallaşması, sürekli hale getirilmesi de konuşuluyor. Kuşkusuz bu sırada belki de en önemli unsur ve boyutlardan biri de, Genel Kurmay'ın terminolojisine aykırı olsa da, Kürt aydını tabir edilen kesimlerin de bu girişimin mutlaka bir şekilde parçası olması gerekiyor.
Kürt meselesi çok fazla boyutu, katmanı, unsuru olan bir mesele. Öyle üç saatlik toplantıyla nitelik ya da güzergah değiştirecek bir sorun değil. Erdoğan'ın dört yıllık gecikme ile gerçekleştireceği Diyarbakır ziyaretiyle de çözüm rayına kolayca girebilecek bir sorun değil. Erdoğan söyleminin içini doldurabilirse, askeriyenin siyaset ve davranışlarını ekarte edebilirse, belki başarılı olabilir. Bunun için de sadece Kürt meselesi hakkında değil, tüm alanlarda gerçek bir demokrat gibi davranmalı, ki şimdiye kadar bu tutumun işaretlerine pek rastlayamadık.
Tüm bu nedenlerle, medyanın da her zaman olduğu gibi abartılı bir şekilde aktardığı, neredeyse toz pembe ortam, büyük umutlar yaratmamalı. İyimserlik karmaşıklığa en etkili panzehir değil. (RG/TK)