Fotoğraf: Ecem Köseoğlu/28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü etkinlikleri/Ecem Köseoğlu/bianet
Bireysel silahlanma tüm toplumu ilgilendiren ve demokrasiyi tehdit eden bir mesele. Umut Vakfı’nın sık sık ifade ettiği üzere, bir ülke veya topluluktaki silahlı şiddet, ruhsatlı ve/veya ruhsatsız silahların varlığı ile doğrudan bağlantılı, ayrıca silah sahibi olma, bir imtiyaz ya da hak olarak ele alınmamalı.
Silahı sınırlandırmak üzere, hükümetler tarafından gerekli tedbirler alınmadığı sürece, silah kültürü yaygınlaşarak kamu güvenliğini tehdit etmeye devam edecek.
Diğer yandan yasal düzenlemeler, denetimlerin yanı sıra, eğitim programları ve sorunları çözümleyici stratejilere de gereksinim var. Şiddet içeren olaylara karşı herhangi bir korumanın olmaması hukuka, kamu kurumlarına güvenin yitirilmesine ve kişilerin izole ve tecrit olmalarına yol açıyor.
Bireysel Silahsızlanma günü etkinlikleri
Bu yıl da her yıl olduğu gibi,28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü’nde Umut Vakfı, 2022 yılının yaklaşık dokuz ayında ne kadar silahlı şiddet olayının medyaya yansıdığını rakamlarla ortaya koyarak bireysel silahlanmanın sonuçlarına dikkat çekmeye çalıştı. Vakıf bilindiği üzere, 2014 yılından bu yana yerel ve ulusal basını günü gününe izleyerek, Türkiye genelinde yaşanan bireysel silahlı şiddetin çetelesini paylaşıyor.
Vakıf, 28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü'nde Maçka Demokrasi Parkı'nda 'Sessiz ayakkabıların yürüyüşü' adlı etkinliği düzenlendi. Etkinlikte bir araya gelen Türkiye’nin farklı illerinde silahla hayatını kaybedenlerin aileleri, yakınlarının ayakkabılarını yan yana koyarak silahsızlanma çağrısı yaptı.
Aynı gün, geleneksel hale gelen ve bu yıl 25'ncisi düzenlenen törende 'Yaşama Hak Tanıyın' konulu afiş yarışmasının ödülleri verildi. Bir yıl önce yorgun mermiyle hayatını kaybeden 15 yaşındaki Emir Yuşa'nın annesi Asiye Atıcı'nın çalışmasına Umut Vakfı’nın kurucusu rahmetli Nazire Dedeman’ın adını taşıyan ödül verildi.
Silah alımındaki artış
Türkiye’de son on yıldır şiddetin çok fazla ön plana çıktığını ve gündeme getirildiğini biliyoruz. Özellikle pandemi sürecinin yol açtığı belirsizlik, çok ciddi birikmiş öfke problemi, çaresizlik, geleceğe dönük umutsuzluk ve güvenlik gibi nedenler ile silah alımı çok arttı. Silah ciddi bir tehlike olmaması durumunda dahi birçok gerekçe ileri sürülerek alınıp kullanılıyor.
Muhafazakarlığın ve otoriterliğin artmakta olduğu bir toplumsal iklimde, kişilerin korkularından yola çıkarak, devleti veya oy verdiği iktidarı korumak için silahlanarak önlemler almak istediklerini görüyoruz.
Umut Vakfı bu yıl medyaya yansıyan bireysel silahlı şiddetin bir önceki yıla göre (2021), yaklaşık yüzde dokuz oranında, son dokuz yılın rakamları kıyaslandığında ise bireysel silahlı şiddette dokuz yılda yüzde 88.39 artış yaşandığına dikkat çekmekte.
2022 yılının 25 Eylül’e kadar olan dokuz aylık dönemde; yaşanan 2824 bireysel silahlı şiddet olaylarının 367’si maganda cinayetleri. 2824 olayın; yüzde 15.26’sında (431) çoğunluğu bıçak olmak üzere kesici aletler kullanılırken yüzde 84.74’inde ateşli silahlar kullanıldı (103 beylik silahı, 619 her türlü tüfek, bin 671 olayda da tabancalar.
Bu artışın en büyük nedenlerinden biri kültürel faktörler. Bunların başında, bireysel ve toplumsal sorunların şiddetsiz biçimde çözülmesi konusunda anlayışın henüz mevcut olmaması geliyor.
Silah denetimi
Avrupa’da silahlara ilişkin alınan önlemler kapsamında sayı sınırlandırmasının ülkemizde olmayışı başlı başına bir sorun oluşturmakta. Silahlara sınırlandırma ve denetim ve referans sistemi -devlet yetkililerine silah verilirken, bu silahı taşıma ruhsatına ilişkin avukat ve hakim referans sistemi- getirilmesi gerekiyor. Yine evde silah bulundurmasına dair eş rızasını içeren referanslar sağlanmalı. Ruhsatsız silahların yakalanması halinde, silaha el konularak düşük bir para cezası verilmesi, ve yaptırım uygulanmaması özendirici bir nitelik taşıyor.
Bireysel silahlanmanın temelinde erkek egemen zihniyetin yer aldığını görüyoruz. Kişiler silahlandıkları ölçüde saldırganlaşıyorlar dolayısıyla silaha erişim kolaylaştıkça kullanım da özendirilmiş oluyor.
Medya
Silahlanma sonucu ölüm ve yaralanmaların sayılarını medya maalesef çok sansasyonel veriyor. Halbuki medyanın halkın bireysel silahlanmayla ilgili risk ve tehlikeleri algılaması, tedbir alma sürecine katkı sağlaması gibi bir sorumluluğu var.
Medya bireysel silahlanmanın nedenlerini, sonuçlarını araştırmalı; nedenlerini ortadan kaldırmalı, yaptırımın takibini yapmalı ve açığa çıkarmalı.
Televizyonlarda yayınlanan programlarda, dizilerde, internet ortamlarında ruhsatlı veya ruhsatsız hiçbir silahın gösterilmemesi gerekir, TV’lerde kamu spotları yayınlaştırılmalı, toplumdaki kanaat önderleri bireysel silahlanmaya karşı çağrılarda bulunmalı ve reklamcılar silahlanmayı önleyici içeriklere ilişkin subliminal mesajlar kullanmalı, silah görüntüleri de mozaiklendirilmeli ve içinde sözlü şiddetin bulunduğu söylemlere sansür uygulanmalı.
Hepimizin bildiği üzere hukuk dışı çağrılar, açık veya örtük tehditler, şiddeti teşvik edici sözlere demokrasilerde dünyanın hiçbir yerinde taviz vermek, göz kırpmak mümkün değil.
Ve medyanın da tabii ki buna alet olması kabul edilemez. Ekrana çıkarılan kişilerin söylediği her şeyden elbette medya sorumlu değil, ancak programı sunan kişinin, programda sarf edilen sözlere ilişkin herhangi bir müdahalede bulunmaması, sessiz kalması bu sözleri onayladığı anlamına gelir, bir tür suç ortağı olduğu kanaatini oluşturur, kamuoyu da bu yanlış kanaatten beslenir. Böylelikle medyanın kamusal sorumluluğu ihlal edilmiş olur.
Cezasızlık
Bilindiği üzere cezasızlık yalnızca maktulü, mağduru ve yakınlarını değil, tüm toplumu ilgilendiren bir demokrasi meselesi. Cezasızlık kültürü geliştikçe de korku nedeniyle her şeye biat etme ve kabullenme durumu normalleşiyor. Cezasızlık işlenen suçlarla ilgili kamuoyunda tartışmayı engelliyor.
Suçlar gerektiği şekilde incelenmiyor, kovuşturulmuyor. Bu durum başkalarının da benzeri suçları işlemesini teşvik edecek şekilde faillerin cezasız kaldığı mesajı da veriyor.
Failler cezasız kalınca şiddet olaylarının artması çok kaçınılmaz, doğal oluyor. Şiddet içeren olaylara karşı herhangi bir korumanın söz konusu olmaması hukuka, kamu kurumlarına güvenin yitirilmesine ve kişilerin izole ve tecrit olmalarına yol açıyor.
Sonuç olarak, Umut’suz da kalmış olsak, şiddetin en aza indirgendiği, yaşama hakkının tanındığı ve adaletin yerini bulduğu bir ülkeye kavuşmak en büyük arzumuz…
(Yİ/EMK)