* Fotoğraf: Emily'in anıt mezarı. Wikipedia
* Makalenin genişletmiş versiyonu Doğu Batı Dergisi'nin Fauna'ya Ağıt: Hayvan sayısında yayımlandı.
1995 yılının 14 Kasım’ı, Hopkinton, Massachusetts’te bir kesim günüdür. Dünyada her gün ve saat herhangi bir yerde kesim zamanıdır; fakat o gün, kesilecek hayvanlardan biri özneliğini ve bireyselliğini insanların inkar edemeyeceği bir şekilde sahiplenir ve toplumda empatik ilgi uyandırarak, toplumun ahlaki değer hiyerarşisinde geçici bir sarsıntı yaratır.
Sığırlar kesim için sıraya sokulduktan sonra, mezbaha işçileri öğle yemeği için mola verir. 730 kilogram ağırlığında, Holstein ırkı bir inek, bir buçuk metrelik sürgülü kapıdan atlayarak koşmaya başlar; çalışanların şaşkın ifadelerini geride bırakarak gözden kaybolur.
* Emily
Sonradan adının Emily olacağı üç yaşındaki ineğin, Massachusetts’in sert kışında geyiklere eşlik ederek ve komşu çiftliklerin onun için etrafa bıraktıkları samanları yiyerek geçirdiği kırk günlük macerası böyle başlar. Kırk gün boyunca Arena mezbahası çalışanları ve polis tarafından izi sürülen Emily’nin hikayesi medyada geniş yankı bulur ve dinler arası barışı, insan haklarını ve günümüzde hayvan haklarını savunan bir organizasyon olan Peace Abbey’nin kurucularından Meg Randa, Arena mezbahasından Emily’yi henüz yakalanmadan satın alır.
İsmi konulduktan sonra da çevre kasabalarda yaşayan insanlar Emily’yi arama-kurtarma çalışmalarına katılırlar. Emily’nin hukuki mal statüsü değişmese de, toplumsal düzeyde, birçok insanın ortadan kaldırılamaz ayrımlara dair inanca ve bu inancın yol açtığı normatif addedilen davranış biçimlerine neden olan psikolojik özcülük temelli önyargılarını Emily, kırk gün içinde aşmış ve artık ahlaki statüsü değişmiştir.
Emily, Randa ailesi tarafından yakalanarak Peace Abbey’ye getirilir ve hayatının geri kalanını bir hayvan özgürlüğü sembolü olarak geçirir. Emily 12 yaşındayken, sentetik büyüme hormonunun[2] yan etkisi nedeniyle ortaya çıkan rahim kanserinden ölür. Böylece, endüstriyel hayvancılık pratikleri, Emily’yi sekiz özgür seneye rağmen, gene de öldürür. Emily, Peace Abbey’de “Kitlelere bakarsam harekete geçmem hiçbir zaman mümkün değil. Eğer birine bakarsam harekete geçebilirim” diyen Rahibe Teresa’nın ve “Dindar, başkalarının acısını anlayabilendir” diyen Gandhi’nin heykelleri arasına gömülür.
* Tamsworth ikilisi (Butch ve Cassidy)
1998 yılının 8 Ocak günü Tamsworth ikilisi (daha sonra Butch ve Cassidy) diye anılan iki kardeş domuz, Wiltshire’da bir mezbahaya götürüldükleri gün çitleri aşıp, Avon Nehri’ni geçerler ve bir haftalarını geniş bir çalılık alanda geçirirler. Emily’nin hikayesi gibi, Butch ve Cassidy’nin özgürlük macerası da hem İngiltere ulusal basınında hem de uluslararası medyada geniş yankı bulur. Daily Mail onları satın alır ve hayatlarının geri kalanını Kent’te bir hayvan kurtarma barınağında geçirirler.
* Cincinnati Özgürlük
2002’de Ohio’daki bir mezbahadan kaçan Cincinnati Özgürlük adındaki inek, 2001 yılında İngiltere’de çıkan şap hastalığı salgını sırasında öldürülen milyonlarca inekten birinin buzağısı olan ve katliamdan beş gün sonra ölmediği fark edilen bir haftalık Phoenix, 2002 yılında mürettebatın Insiko 1907 adlı tankeri boşaltması sonucu 19 gün boyunca Pasifik Okyanusu’ndaki tankerde tek başına kaldığı fark edilen ve 50 bin dolar bedelinde bir operasyonla kurtarılan köpek Forgea veya Beykoz’da düştüğü sondaj kuyusundan 11 gün sonra geniş bir işbirliği ağıyla ve halkın endişeli bekleyişi eşliğinde kurtarılan Kuyu köpek…
* Kuyu
Bahsi geçen hayvanların özelinde mutlu sonları olan bu hikayeler, yukarıdaki iki alıntının dolaylı olarak göndermede bulunduğu, insanın duygulanım tecrübe edebilme kapasitesini çok açık bir biçimde örnekliyor. Aynı zamanda, genelde insanlar arası ilişkiler bağlamında incelenen bilişsel ve duygusal empatinin eylemleri şekillendiriş biçimleri, düşünme ve karar vermede çift süreç teorisi ve kimliği belli kurban etkisiyle istatistiki kurban etkisi arasındaki farklar hakkında da, insan olmayan hayvanlara yaklaşımımızla ilgili de birçok ipucu veriyor.
* Phoenix
Kitlelere bakarsam hiçbir zaman harekete geçmem
Paul Slovic, “Psişik Uyuşma ve Soykırım” adlı çalışmasında, Robert J. Lifton’ın psişik uyuşma terimini insanların sayısız ölüme sebep olan soykırımlara verdikleri tepkiler ya da onları durdurmak için yapılan maddi bağışlarla, bireysel trajedilere (sadece bir kişinin hayatının tehlikede olduğu durumlara) verilen tepkiler ve maddi bağışlar arasında rasyonel şekilde açıklanması güç bir uçurum olduğunu anlatıyor.
Rahibe Teresa’nın sezgisel bir şekilde yaptığı çıkarımı ampirik çalışmalarla açıklayan Slovic, duygulanım (kişinin herhangi bir uyarana verdiği pozitif ya da negatif duygusal tepki) gerçekleşmeden kişinin eyleme de geçmeyeceğini, dolayısıyla birden fazla kişinin dâhil olduğu trajedilerde duygulanım önündeki psikolojik engellerin soykırım gibi kitlesel trajedilerin tekrarına dolaylı bir katkısı olduğunu öne sürüyor.
Eyleme, müdahaleye ya da yardıma neden olabilecek duygulanım aynı zamanda insanların düşünme ve karar verme biçimleriyle de yakından ilintili. Daniel Kahnemann’ın tanımına göre, Sistem 1 adını verdiği düşünce modu, otomatik ve kontrolümüz dışında işliyor. Bir sesin nereden geldiğini anlamak ya da daha önce duyduğumuz bir deyimi tamamlamak gibi. Sistem 2 ise çaba gerektiren zihinsel aktivitelere dikkatle yaklaşarak bilinçli seçimler yapmamızı sağlıyor. Bireysel trajedilerdeki duygulanım da Sistem 1’in bir sonucu.
Kurbanla ilgili uyaranın duygulanıma yol açıp açmayacağıyla ilgili belirleyici en önemli iki faktör de kurban sayısı ve kurbanın kimliğinin belli olup olmayışı. Kişi, kimliği belirli bir kurbanın ihtiyaçlarını, kurbanı kişisel olarak tanımamasına rağmen anonim bir kurbanın aynı ihtiyaçlarından daha çok önemsiyor. Kurban sayısı bir ve sekiz ya da bir ve iki [3] olsa bile, yardım davranışı ve duygulanım iki ve sekiz yerine tek bir kurbana odaklanıyor (Kogut & Ritov, 2005; Västfjäll, Peters ve Slovic, 2014).
İşte 1995 yılı boyunca gıda olarak tüketilmek için öldürülen 35 milyon 810 bin [4] büyükbaş hayvandan sadece biri olacak Emily’nin insanlarda yarattığı duygulanım ve bu duygulanımın eylemsel sonuçlarının altında yatan bir neden de, Emily’nin istatistiki bir kurbandan kimliği belli bir kurbana dönüşmesi. Bunu, ismiyle, hikayesiyle ve daha sonra da yüzüyle yapmış olması. Medyanın ve yöre halkının da Emily’yi gündemde tutarak dikkati uyaran üzerinde yoğunlaştırması ve ahlaki sezgilerin normatif yargılara üstünlük sağlayacağı koşulların yaratılması.
2001 yılında Phoenix, şap hastalığı salgınının olmadığı herhangi bir haftada İngiltere’de kesilecek üç bin[5] buzağıdan biri olmasına rağmen, medya kaynaklı galeyanın hükümet üzerinde sağlıklı hayvanların salgın sırasında katledilmesi konusunda baskı oluşturabilmesi, 2002 yılının Şubat ayında Amerika’da kesilecek üç milyon[6] büyükbaş hayvandan sadece biri olan Cincinnati Özgürlük adı verilen ineğin firarının manşetlere taşınması ve ülke genelinde hayatının bağışlanması için çağrılar yapılması da kimliği belli kurban için seferberlik yaratılan örneklerden sadece birkaçı.
Dindar, başkalarının acısını anlayabilendir
Empatinin tek başına bir erdem teşkil etmediğini öne süren araştırmacılar giderek çoğalıyor. Sistem 1, sadece şimdiki zaman trajedilerinin önlenmesine yönelik bir düşünme biçimiyse, görmediğimiz ya da tahayyül edemeyeceğimiz boyuttaki trajediler bizde eylemselliği teşvik edecek bir dürtü uyandırmıyorsa, yardım davranışlarına yönelmemiz yaygın zulüm biçimlerinin her zaman karşılayamadığı şartlara bağlıysa, empati bu çözümsüzlüğe bir alternatif oluşturabilir mi? Empati bizde içkin mi; eğer öyleyse, bunu eylemselliğe dökmemiz mümkün mü? Grup içi kayırmacılık, gruplar arası ayırımcılık gibi etkenler farklı insan grupları arasında bile önyargıların savunulmasına ve çıkarların eşitsiz bir biçimde gözetilmesine sebep olurken (Effron & Knowles, 2015) diğer türlere dair algımızda ahlaki bir hemzemin oluşturabilir miyiz?
İlk kez 1909 yılında Edward B. Titchener’ın Almanca “Einfühlung” kavramından çevirerek kullandığı “empati”nin duyuşsal ve bilişsel çeşitlerinin karşımızdakiyle kurduğumuz ilişkide farklı işlevleri var. Duyuşsal empati başkasının hislerini (olumlu ya da olumsuz) tecrübe edebilme/aynalama yetisiyken (duygusal bulaşma), bilişsel empati, karşımızdakinin “bakış açısını alma,” onun hissettiklerini anlayabilmekle ilgili. Birinin neye ihtiyacı olduğunu değerlendirebilmemiz için, onların hislerini tecrübe etmemiz gerekmediği gibi, bilişsel empati de her zaman yardım davranışı doğurmuyor.
Duyuşsal empatinin yoğun olduğu durumlarda ise, kişi, karşısındakine yardım etmekte yetersiz kalabiliyor. Ötekinin acısını o kadar yoğun bir şekilde hissediyor ki, kendisi yardıma muhtaç hale gelebiliyor;[7] acıya tahammül edemediği için varlığını reddedebiliyor ya da uzun vadeli iyileştirme için gereken kısa vadeli fakat acı veren çözümleri uygulayamayabiliyor. Empati aynı zamanda dikkatimizi şimdi ve buradaya yoğunlaştırarak bizi bütüncül çözüm yöntemlerinden uzaklaştırabiliyor (Bloom, 2016).
Bloom, empati yerine “rasyonel merhamet” kavramı üzerinde durulması gerektiğini ve rasyonel merhametin yardım davranışlarını çok daha verimli bir şekilde yönlendirebileceğini öne sürüyor. Rasyonel oluşu, kişinin düşünsel anlamda Sistem 2’yi kullanarak bilinçli tercihler yapmasından kaynaklanıyor. Merhamet de, bilişsel empatideki gibi, ötekinin acısını hissetmeden de bakış açısını alarak, onun durumunu iyileştirme arzusu duyabilmek olarak tanımlanıyor.
Ahlaki ilgimizin kapsamının belirlenmesinde empatinin yegâne yol gösterici olmasındaki risklere dikkat çeken başka bir araştırmacı da Jesse Prinz. Öncelikle empatinin yanlı oluşunun, benzerlik önyargısının, yani bize benzeyen insanlarla çok daha kolay bir şekilde kurabildiğimiz empatik bağın tepkilerimizde adaletsiz sonuçlara yol açabileceğinden söz ediyor. Aynı zamanda diğer duyguların, empatinin dezavantajları olmadan bizi şiddetsizliğe yönelik eylemlere teşvik edebileceğini öne sürüyor.
İnsan olmayan hayvanlar özelinde, insanların onlarla empatik bağ dahi kurabilmesi açısından aşılması gereken engellerin sayısı kuşkusuz daha fazla. Fakat insan olmayan hayvanları her açıdan sömüren ve sömürüyü normalleştiren bir sistem içinde sosyalleşen insanların hayvan özgürlüğü aktivistlerine dönüşüm süreci de aslında Sistem 1 ve Sistem 2 düşünme biçimleri ve duyuşsal ve bilişsel empati şekillerine bağlı değişimlerden kaynaklanıyor.
Nicole Palotta’nın hayvan hakları/özgürlüğü aktivistleriyle yaptığı bir çalışmada, aktivistler de dönüşümlerini iki çerçevede aktarıyorlar; bu çerçevelerden biri sempati, empati ve merhamet üzerine yoğunlaşırken diğeri mantık, adalet ve rasyonaliteyi vurguluyor (Palotta, 2005). Her iki şekilde de, kişi egemen kültürel değer ve gelenekleri sorgulayarak tekrar bir sosyalleşme sürecinden geçiyor ve kimliksel bir dönüşüm yaşıyor. Bu süreci tetikleyen, zaman zaman kişiyi hiddetlendiren, ona farkındalık kazandıran beklenmedik kişisel bir tecrübe ya da Emily veya Phoenix’in hikâyesi gibi toplumun gündemine oturan bir haber de olabiliyor. Bu manevi şok zaman içinde kişinin duyarlılık yelpazesini genişletebiliyor ya da şok etkisi yaratmasının ardındaki nedenler rasyonel bir çerçeveye oturtulabiliyor. Ancak bu şekilde kitlelere de, Emily’ye yönelen merhamet, bu defa Paul Bloom’un tanımladığı şekliyle rasyonel merhamet olarak yönelebiliyor.
İnsan olmayan hayvanların özgürleşmesinin meşruiyeti adına, bilinç düzeylerine ve empati yetilerine dair birçok araştırma yapılıyor. Bu araştırmaların sonuçları da insan olmayan hayvanların hukuki statüsünün değiştirilmesi mücadelesinde kullanılıyor.[8]
Bizatihi varlıkları, hissedebilir oluşları, bizimle merkezi sinir sistemleri dışında ortak paydalarının yokluğunda dahi özgür olmaları için yeterli olmalıydı; fakat tarih boyunca onları sömürmek amacıyla onların işleyişlerini anlamak amacıyla bir külliyat oluşturmamız gerekiyordu; şimdi de neden sömürmememiz gerektiğini kanıtlamak için (onlar da duygusal; empati ya da kompleks sosyal ağlar kurabiliyorlar vb.) o külliyatı yeni bir egemen söylemle değiştirmemiz gerekiyor gibi görünüyor.
Düşünce ve duygu bağlamında kendi sınırlarımızı aşmak için, Rahibe Teresa’nın sezgisel gözleminden, Gandhi’nin dindar tanımına ulaşmamız, başka bir deyişle tüm Emily’lerin adını koymamız ve yüzlerini tahayyül etmemiz gerekiyor. Kontrolümüz ve erişim imkanımız dışında gerçekleşen katliamların kurbanları olan çok sayıda insana yöneltmekte yetersiz kaldığımız ahlaki ilginin ve rasyonel merhametin, farklı bir tür olmaları nedeniyle insan olmayan hayvanlara yöneltilmesi zor görünse de, insan olmayan hayvanlar her gün, dolaysız bir şekilde bizzat sorumlusu olduğumuz toplu katliamların kurbanları. Başkalarının istatistiki kurbanları değil. (CÖÖ/BK)
Kaynakça:
Bloom, P. (2016). Against empathy: the case for rational compassion. NY: HarperCollins Publishers.
Effron, D. A., Knowles, E. D. (2015). Entitativity and intergroup bias: How belonging to a cohesive group allows people to express their prejudices. Journal of Personality and Social Psychology, 108:2, 234-253.
Kahnemann, D. (2011). Thinking fast and slow. NY: Farrar, Strauss and Giroux.
Pallotta, N. (2005). Becoming an animal rights activist: An exploration of culture, socialization and identity transformation. Yayımlanmamış doktora tezi. University of Georgia, Athens, Georgia
Prinz, J. Against empathy. The Southern Journal of Philosophy, 49, 214-233.
Slovic, P. (2007). “If I look at the mass I will never act”: Psychic numbing and genocide. Judgment and Decision Making, 2:2, 79-95.
Kogut, T., Ritov, I. (2005). The “identified victim” effect: an identified group, or just a single individual? Journal of Behavioral Decision Making, 18:3, 157-167.
Västfjäll, D., Slovic, P., Mayorga, M., Peters, E. (2014). Compassion fade: affect and charity are greatest for a single child in need. PLoS ONE 9:6, e100115.
http://nothingistic.org/library/mencius/mencius03.html (erişim: 15.01.2018).
[1] Makalenin genişletmiş versiyonu Doğu Batı Dergisi’nin Fauna’ya Ağıt: Hayvan sayısında yayımlandı.
[2] Emily gibi süt ineklerinden alınan süt miktarını artırmak için ineğe verilen laboratuvar ortamında hazırlanmış sentetik hormon (rBST).
[3] Sırasıyla, Save the Children organizasyonuna bağışta bulunarak Mali’de açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren 7 yaşındaki Rokia’ya, 7 yaşında aynı koşullarda yaşayan Moussa’ya ya da Rokia ve Moussa’ya yardım etme seçenekleri sunulan üç grupta bağış oranları tek bir çocuğa yönelik daha yüksekken, duygulanım ve bağış arasındaki korelasyon da tek bir çocuğa bağış yapanlar için yüksek, ikisine birden bağışta bulunanlar içinse düşük.
[4] http://www.humanesociety.org/news/resources/research/stats_slaughter_totals.html
[5] https://data.gov.uk/dataset/slaughter_statistics
[6] http://www.humanesociety.org/news/resources/research/stats_slaughter_totals.html
[7] Eşduyum yorgunluğu ya da tükenmişlik sendromu gibi durumlar, bu empati yoğunluğunun en yaygın rastlanan örnekleri.
[8] Steven Wise’ın kurduğu ve başkanlığını yaptığı Nonhuman Rights Project, insan olmayan hayvanlar için hukuki haklar mücadelesi veriyor.