Sonra her şey birdenbire oldu: İki PCR pozitif insanın eve gelişi, anne oğul hastaların ilaçlarını muntazaman alışı ve hastalığın her geçen gün silinip gidişi.
Evde kat edilen her 24 saat, yakınmaların azalması, ağrıların bedeni terk etmesi, iyilik halinin artışı ve Covid-19 macerasının arkada kalışı anlamına geldi. Geçip giden her saatte, insanın içine çöken “kötü bir şeyler olacak galiba” hissiyatı da geride kaldı.
Şimdilerde tek sorun sokağın hâlâ yasak oluşu.
Önce gözetim
Mecburen* eve dönerken devletin ilk ulaşan birimi “filyasyon ekibi” oldu. Tanıdık bir diş hekimi meslektaşımdı telefondan ses veren. Annemin peşine düşmüştü devlet gözetmek ve gözetlemek için, PCR pozitifliğinin yaklaşık 12. saatinde...
Her ne kadar “filyasyon ekibi” olarak adlandırılsa da aslında yapılan temaslı taramasıdır. Öyle ya filyasyonu, biz yap(a)madık. SARS deneyimini yaşamış uzak Asya’nın Güney Kore, Çin, Tayland gibi ülkeleri yapabildi sadece bu pandemide. Çünkü filyasyonda amaç, bizde olduğu gibi hastanın virüsü taşıdığı, yani hastalığı bulaştırdığı kişileri bulmak değildir.
Aksine filyasyon, “Hastalık kimden geldi bu hastaya?” sorusunu dert eder ve son hastadan “geriye doğru” giderek, virüsün hastaya geldiği kişileri ve asıl hedefi gereği ilk vakayı bulmayı amaçlar.
Ama eğer Türkiye’de olduğu gibi salgın alıp başını gitmişse, potansiyel bulaş kaynakları, çok çok, ama çok fazlalaşmışsa “ilk vaka” bulunamaz ve haliyle salgın baskılanamaz. O hallerde yapılabilecek tek girişim hastanın etrafındaki temaslılara PCR incelemesi yapmak ve bu sayede bulaş yaygınlaşmadan onları erken tanıyarak izole etmektir.
Meslektaşımla aynı dilden konuştuğumuz için kolayca anlaştık; annemin temaslısı yoktu. Hoş olsa da artık yedinci günden önce PCR incelemesi yapılmıyor, aksine çoğu kimseye doğrudan tedavi başlanıyor pozitifmiş gibi. Demiştik ya, neremiz doğru ki!
Sonra güvenlik
Temaslı taramasını yapan meslektaşımla telefon görüşmesinden birkaç saat sonra devletin zor aygıtı telefonumu çaldırdı, adresi teyit etti ve kapımızda belirdi.
Gelen güvenlik görevlisi, çok kibar biçimde önce polis kimliğini gösterdi ve sonra annemin evde olduğunu görmek istediğini belirtti.
Annem olan biteni pek anlamadan göründü kapıda.
Polis “Kimlik de göstermeniz gerek” dedi.
Kimlik de gösterdik.
O gün bugündür aralıklı olarak kapımızı çalıyor ve suretimizi görmek istiyor.
En sonra destek
Gözetim ve güvenlik ekibinden nice saatler sonra çaldı telefonum ilçe kaymakamlığı tarafından. Annemin yaşı nedeniyle desteğe ihtiyacımızın olup olmadığı soruldu.
Neyse geç de olsa, önce gözetim ve güvenlik de olsa, devletin aklına yine de 88 yaşında eve kapatılmış bir insanın ne yiyip içeceği geliyor.
Keşke gözetmek ve güvenlikten önce gelse. Keşke gözetim ekibi ve güvenlik görevlisi gibi arada bir hatırlatsa kendisini. Bir kereye mahsus olmasa, destek sunabiliriz teklife.
Neyse bu ülkede bir kereye mahsus olsa da bu desteği duymak şaşırtıcı.
Ama belediye duymadı
Covid-19 geçip giderken hiç temasımız olmadı yerel yönetimlerle. Oysa yerel yönetimler, yurttaşa ve kentin sakinine, devlet bürokrasisine göre daha yakın olmalı.
Ama ne hasta olduğumuzu duydu belediye, ne de bir yerel yetkiliden telefon aldık “bir ihtiyacınız var mı” diye. Ankara Belediyesi’nin Covid-19 nedeniyle izolasyonda olan bizim gibi insanlara sunduğu “yarım pansiyon” hizmeti ise az önce gördüm.
Şansızlığımız İstanbul’da oluşumuz anlaşılan. Neyse ki biz sığındığımız limandan sağladık tedariğimizi. Sağolsun sundu bize midemizin ve ruhumuzun ihtiyacını. Nasıl öderiz hakkını bilemem.
Ama ya bizim sığındığımız gibi bir limana sahip olamayanlar? Ne yapacak onlar iki hafta evde hapisken? Sakın bana “sanal market” ve “getir”ler var demeyin.
Kalmadı mı bir tas çorba sunacak kimse bu uygar dünyada? Yoksa onun da mı hazırına, tatsız tuzsuzuna, içine sevgi katılmamış olanına mahkûm kaldık bu insan uygarlığında?
(NÖ)
KORONA GÜNLÜĞÜM 1- "Bekliyoruz, ilaç başlayacağız, Covid pozitifsin"
KORONA GÜNLÜĞÜM 2- "Zorlayan ağrılar, neyse ki ateşim yok"
KORONA GÜNLÜĞÜM 3- "Hastanelerde yatak bulmak zor, mecburen eve döndüm"