Bu yazıyı yazmadan önce beklemeyi seçtiğimi söylemeliyim ilk olarak. Çünkü yeni bir kaybı, çok kişi için değerli olan birisinin acısını bir konuya parmak basmak için alet ediyormuş hissi içimi kaplamıştı. Ama ne kadar bu yöne çekilebilirse de yazdıklarım, bu konudan bahsetmek, bunu içimden atmak ve kendimce taşıdığım burukluğu paylaşmak istedim.
Alternatif medyayı, daha doğrusu alternatif olarak görülen iletişim araçlarını ve dijital yayıncılığı yükseklerde tutan, ona çokça değer atfeden birisi olarak haberi ilk aldığımda bile şüpheyle yaklaştığımı kabul ediyorum. 17 Ocak 2013'de, saat 10:38 civarında haberdar oldum Mehmet Ali Birand'ın "birinci" ölüm haberinden. Şaşırdım, üzüldüm ama ilk duyduğuma, özellikle de bu çağda inanmayı reddettiğim için temkinliydim. Tweet'imi bile "Ama internet dünyası. Spekülasyon da olabilir." diyerek attım. Çünkü kaynağım kesin değildi, biryerlerden duymuştum sadece, teyit ettirmemiştim, beni takip eden bir avuç insanı da yanıltmak istemedim.
Ama sonra, ülkemizin büyük ve güç sahibi televizyon kanallarında ve web sitelerinde gördüm Mehmet Ali Birand'ın "birinci" vefaat haberini. Son dakika yazıları ile, geçilen kısa manşetler ile herkes Birand'ı "öldürdü" sabah 11 civarında. Bunlara maruz kalırken ben, oğlunun Twitter üzerinden yaptığı açıklamayı gördüm, bir başkasının iletmesi sayesinde. "Babam hala yoğun bakımda, iyileşmesi için dua ediyoruz" diyordu oğlu Umur Birand. Benim haberdar oluşumun yaklaşık 10 dakika sonrasında gördüğüm bu bilgi, doğal olarak ana akım medyanın tüm kollarına da ulaştı.
Ama ne bir özür, ne de başka birşey göremedim o mecradan.
Şimdi, işte bahsettiğim o "alet etme" kısmına geleceğim birazcık, çünkü her ne kadar Mehmet Ali Birand aynı gün içinde hayatını kaybetmiş olsa da, bu davranışın haberciliğe ya da bilgi ulaştırmaya uymayan bazı sıkıntıları, hatta aldatmacaları olduğuna inanıyorum.
Habercilik, bilgiyi doğru ve mümkün mertebe objektif olarak paylaşmak değil midir? Yoksa habercilik, kristal bir küreye bakıp tahminler yürütüp, bunu da "gerçek" diye sunmak mıdır?
Öncelikle haber yapmak, daha doğrusu haberi bir kaynaktan (ya da kaynaklardan) alıp izleyiciye iletmek sorumluluk işidir. Yani yayıncı, ya da sunucu o haberi kitlelere ulaştırdıktan sonra, o haberin sorumluluğunu üstüne almış demektir.
Haberci, safi bir elçi değildir izleyici ve haberin kaynağı arasında. Neyi haber yapıp neyi yapmayacağını seçer, gerekirse o kaynağın güvenilirliğini kontrol eder. Emin olamazsa teyit etmek için başka yollara başvurur, sonucunda doğruluğundan emin olduğu haberi yayınlar.
Birand hastanede iken onun iyileşmesini bekleyen birçok seveni, arkadaşı, hastanenin önünde beklemekteydi. Birçok mecrada kendilerini ve konuşmalarını gördüğümüz bu insanlar, "beyin ölümü", "bitkisel hayat" ya da "iyiyleşemez durumda" kavramlarını bilmiyor değillerdir diye düşünüyorum. Hasbel kader, hiç olmaz ama eğer öylelerse, zaten habercilik işi korktuğumdan da kötü insanların elinde olabilir.
Bu insanlar sayın Birand yoğun bakımda beklerken bir hiç için bekliyor olamazlar. Oğlu Umur Birand, herhangi bir rant elde etme girişimi ile babasını yaklaşık sekiz saat daha hayatta tutmanın peşinden gidemez. Bunlar, en Amerikan çizgi romandaki en alçak kötünün bile yapmayacağı birşeydir. Kimse böyle bir suçlamayı bile kendisine yaftalamayı düşünmemeli.
Ama birşeyler oldu, birileri bir "haber" uçurdu, bizim ana haber kanallarımız da bunu yutuverdi.
Olur, kimi zaman kaynaklar karışır, kimi zaman aksaklıklar olur, adını ne koyarsanız koyun. Bazen, yanlış haber yapılabilir. Habercilerin de insan olduğu, onların da hayattaki sıkıntı ya da güçlüklerini istemeden de olsa iş hayatlarına etki edecek kadar yakında tutabilirler.
Ama yapılan herhangi bir hareketin sorumluluğu, özellikle habercilik gibi insanları "bilgilendirme" üzerine kurulu bir meslekte alınmalıdır.
Ben, herhangi bir televizyon kanalının çıkıp da yaptığı bu haberden ötürü Birand ailesinden, ama daha da önemlisi kendilerini bilgi almak için izleyen seyircilerinden özür dilediğini görmedim. Kabul, aynı anda 10 televizyonun önünde oturma imkanına sahip değilim, kanal değiştirme sürecinde kaçırdığım birşeyler de olabilir. Eğer ki varsa, eğer ki ana akım kanalların çoğu bir özür yayınladıysa, özür dilemeye hazırım.
Zamanında zihnimize kazınan ve hala kurtulamadığımız "devlet baba" kavramı ve merkeziyetçilik belası gibi, izlediğimiz televizyon kanalları ve onların bizim üzerimizdeki üstünlüklerine karşı özel bir zaafımız var herhalde. Onları eleştiremiyor, gerektiğinde suçlayamıyor, onlara tavır koyamıyor, hata yaptıklarında da umursamadan takip etmeye devam ediyoruz. Şunu unutmamak lazım: Hiçbir otorite, ne ölçekte olursa olsun ebedi değildir. Buna televizyonlar, gazeteler, özel şirketler, hükümetler, hatta devletler ve imparatorluklar da dahil. Beni fiziksel olarak tanıyanlar, şimdi vereceğim örnekten çok sıkılmışlardır artık ama, durumu anlatması için daha modern bir seçenek bulamıyorum:
Google araştırma ve bilgi edinme rutinimizi ele geçirmeden önce, hayatın anlamı da dahil olmak üzere merak ettiğimiz herşeyi AltaVista'ya sorardık, hatırlar mısınız? Google Chrome veya Firefox cihazlarımızı sarıp sarmalamadan önce Netscape Navigator vardı, geleceğin tarayıcısı olarak. Bugün bu markalar, bu "değişmez" görünen isimler nerede? Unutuldular, tozlu raflarda yerlerini aldılar çoktan. Güç, onlarda değil artık.
Çünkü tüketici seçimini yaptığında, bir firmayı ya da kurumu desteklemediğinde o kurumu yoktan hayatta tutan bir güç, ilahi bir destek olmaz.
Televizyonların seyircileri olmadan, devletlerin onlara vergi veren halkları olmadan bir hiç oldukları gerçeğini sürekli göz ardı ediyoruz biz. O nedenle de, ana akımın büyük oyuncuları Mehmet Ali Birand'ı sabahleyin "öldürdüğünde", bu kanallar bunu haber olarak verdiğinde sesimizi çıkartmadık, "hatadır" dedik ve geçtik.
Yanlış anlamayın, bu yazı ana akım kanalların (ve onlara bağlı internet sitelerinin) içeriklerini, reklamlarını, dizilerini ya da sabah kuşaklarını eleştirmek için yazılmadı.
Bu yazı, sadece ve sadece habercilik dendiğinde, artık kavramın Mehmet Ali Birand'ın katkılarını yaptığından çok daha basit, çok daha lakayıt bir şekilde yürütüldüğünü göstermek amacını taşıyor.
Bugün, böyle bir hatayı, habercilik dünyası için böylesine önemli bir kişi için yapan kanallara bundan sonra nasıl güvenebilirsiniz? Sorumluluk almadan, hatanın farkına varıp bundan ders çıkartmadan, "aynı tas aynı hamam" iş yapmaya devam ederlerse eğer, nasıl söylenen laflara güvenebilirsiniz ki?
Bugün bu kanalların yaptığı hatayı onlara fark ettirecek kişi, olsa olsa reyting bilgilerini sağlayan izleyicinin davranışı olur. Gücün, kontrolün, birşeyleri değiştirme yetkisinin elinde olduğu insanlar, işte bu reyting verisinin alındığı kişiler.
O kişiler, eğer ki haber saatlerinde televizyonlarındaki bu kanalları boykot eder, bu kanallara yaptıkları işin "hatalı olduğunu" gösterirlerse, bu "ileri demokratik(?!)" ülkede bir vızıltı duyulabilir o "habercilerin" kulaklarında. Belki o zaman bu insanlar yaptıkları haberlerin sorumluluğunu üstlenip bir problem olduğunda hitab ettikleri insanlardan özür dileyebilirler.
Eğer yapmazlarsa, ben (ve birçok kişi) insanlara başka yollardan nasıl haber alınacağını göstermekten mutluluk duyarız...
Mehmet Ali Birand, 17 Ocak 2013 tarihinde ne yazık ki bir değil, iki kere "öldü". Bunlardan birisi gerçekti, kimisini üzdü, kimisini de etkilemedi. Ama diğeri, özellikle basılı ve sonrasında televizyon haberciliğine katkıları çok olan bu bireyin kendisi yalan ve özensiz haberin kurbanı olduğunda oldu. Mehmet Ali Birand sadece Twitter'da, ya da başka bir sızdırılmış dedikoduda söylendi diye "ölmedi". Mehmet Ali Birand, haberciliğe ve etik kurallarına saygı duymayan bir kitle tarafından öldürüldü sabah saatlerinde...
Eğer ölündüğünde gidilen bir yer varsa, umuyorum ki buradan daha dürüst ve daha kalitelidir. Çünkü o, bunu hak etmiyordu. (SK/EKN)