Sayın Sağlık Bakanı önceki akşam İstanbul özelinde epidemiyolojik bir veri paylaştı: “Yoğun bakımdaki hastalarımızın yaş ortalaması 69, entübe edilenlerin yaş ortalaması 76. Yoğun bakımda tedavi edilen hastalarımızın yüzde 90’ı 60 yaş üzeri.”
Sanırım kendisi bu verilerden çılgınca bir mutluluk duymamızı bekledi. Doğrusu ben duyamadım, hatta aksine açıklamalarından dehşete kapılıp “bakan, burada aslında ne anlatmak istemektedir” diye satır aralarını okumaya çalıştım.
Bir kere bu açıklamada bize örtük bir mesaj var: “Hadi bakalım halk sağlıkçılar, alın size epidemiyolojik veri” diyor Sayın Bakan. “Sevinin!” Öyle, değil mi?
Evet.
İkincisi, 60 yaş üzerinde değilseniz salgın artık çokta(aa)n teğet geçmiş sizi! (Türk geninden değil ama yaştan tutturdunuz, hadi iyisiniz!) Ne temel halk sağlığı önlemlerini dert etmenize gerek var, ne yaşamınızı kısıtlamanıza. Hayat size güzel gençler!
Üçüncüsü, 60 yaşın üzerinde olduğunuz halde bu satırları okuyorsanız, hâlâ ventilatöre bağlı olmadığınız ortada. Kalan hayatınızın tadını çıkarın ama durumunuz da kritik. Açık söyleyelim. Bir gözünüz satürasyona bakıyor. Anladınız siz konuyu.
Dördüncüsü, 60 yaşınızdan gün almış, almakla kalmayıp yukarıdaki şanslı gruba katılamamış, yani her an ölüm istatistiklerinde ilave bir rakam olma riskiyle karşı karşıya iseniz, eh bu da işin fıtratı! Her canlı bir gün ölümü tadacak! Her an ruhunuz şad olabilir. Allah taksiratınızı affetsin.
Ölüm bu. Önünde sonunda gelen bir şey. Hele de bu dönemde günlük “200 küsür” ölüm gayet normal ve kabul edilebilir iken... Her gün üşenmiyor, tabloya yazıyoruz. Omikron hafif hastalık yapıyor, zaten ölüm de hafif: 21 gram! Abartmaya gerek yok.
Beşincisi, Sayın Bakanın ‘söylemeyerek’ politik bir pozisyon aldığı bir başka boyut daha var. O da, 60 yaşın üzerinde olduğunuz halde İstanbul’un mutena semtlerinden birinde, üzerinizde ‘robdöşambır’ınızla (altınızda seccade de olur) otururken, eliniz ‘kadeh tutuyor’ (kadehte sadece viski değil, ayran ya da şerbet de olabilir) ve özel aracınızı kullanıyorsanız, siz bu hastalık ile zaten barışık ve dahi bağışıksınız.
Bırakın bunları tek göz evinde ‘fabrikada tütün saran’ çocuklarıyla aynı odada uyuyan, üç kuruş ucuz olsun diye halk ekmek kuyruklarında titreyerek saatler geçiren, üstelik satış noktasına hınca hınç dolu otobüslere binerek gitmek zorunda olan çaresiz fakirler düşünsün! Yaşasın sınıf bağışıklığı!
Altıncısı, İstanbul İl sınırları içinde ikamet etmiyorsanız, lütfen üzerinize alınmayın. Omikrondan nem (ya da enfeksiyon) kapmayın. Alınganlığın lüzumu yok.
Yedincisi, … bu kadar yeter.
Yoruldum.
Dahası, üzgün ve endişeliyim.
Koca Bakan’a Küçük bir Çağrı
Kamusal sorumluluklarınızdan giderek daha fazla uzaklaşıyor, insanları bilgi kirliliği içinde kaderleriyle baş başa bırakıyorsunuz. Buradaki ‘kader’i, ‘alım gücü’ olarak okuyunuz. Ekonomik gücü olanlar, nasıl ilk zamanlarda aşıya kolayca ulaşabildiler ise, bugün de her türlü ilaca, kaliteli maskeye, hava kalitesi yüksek iç ortamlara ve son tedavilere ulaşabiliyorlar.
Ancak siz, belli bir sınıfın bakanı değilsiniz. Herkese karşı ama en çok da o ’60 yaş üzeri’ deyip geçiştirdiğiniz yaştakiler başta olmak üzere kırılgan gruplara karşı sorumlusunuz.
Bu bağlamda, halk sağlıkçı kimliğimle ve salgında geldiğimiz noktanın önceliklerini dikkate alarak size açık bir çağrıda bulunmak istiyorum:
- Bu salgından tek çıkış yolu daha fazla insanın aşı olması. Hal böyle iken, bakanlık düzeyinde aşı kararsızlığına yol açacak demeçler verilmesinden vazgeçilmeli, aksine ortaya net bir sözü olan ve kararlı, ‘aşı yanlısı’ bir tavır koyarak, kamu spotları başta olmak üzere tüm mecralardan açık çağrı yapılmalıdır.
- Özellikle aşı oranının düşük olduğu saptanan popülasyonlarda, kültürel farklılıklara duyarlı ve kapsayıcı aşı kampanyaları yürütülmelidir.
- 5-11 yaş grubundaki çocukların aşılanmasına bir an önce (mesela, yarın!) başlanmalıdır. Başlanamıyorsa, gerekçeleri kamuoyuyla paylaşılmalıdır.
- SARS-CoV-2’yi, çiçek hastalığı ya da çocuk felcinde olduğu gibi, ortadan kaldırma imkânımız yok. Bu nedenle, Covid-19 hayatımıza girmeden önceki ‘normale’ dönme şansımız da bulunmuyor. Ancak, hayatımızda birkaç değişiklik yaparak en azından yeni normalimizi kurabiliriz. Bu da şu demek:
Kapalı ortamlarda maske -hatta Omikrondan korunabilmek için bez ya da cerrahi olanların yerine ‘hava yoluyla bulaşan’ mikroplardan koruyan ‘nitelikli maskeler’- kullanmaya-, fiziksel mesafeye, iç ortam hava kalitesine ve hijyene özen göstereceğiz. Kalabalık ortamlardan uzak durmaya, hastalık belirtileri gösteriyorsak kendimizi izole etmeye ya da tedbirleri arttırmaya devam edeceğiz.
- İşyerleri, toplu taşıma araçları ve okullar gibi kapalı mekânlarda ‘pencereleri açalım, içeriyi havalandıralım’ yaklaşımı gerekli ama yeterli değildir. İç ortam hava kalitesini artıran ve sürekli izleyen sistemler oluşturulmalı, önlemlerin uygulanması için uygun mevzuat hazırlanmalı ve kamusal destek mekanizmaları işletilmelidir.
- Toplu yaşam alanlarında bulunan, özellikle enfeksiyon açısından kırılgan gruplara FFP2 (N90) veya FFP3 (N95) maskelerin temin edilmesi için kamusal destek planlanmalı, bu konuda yerel yönetimlerle işbirliği geliştirilmelidir.
- Aşıların yanında, antiviral tedavilerle ilgili gelişmeler de hızla devam etmektedir. Ancak, var olan ilaçların çoğu enfeksiyonun başlangıcında etkilidir. Dolayısıyla hastalığın ilk dönemde tanısını koymak kritiktir.
Sağlık sistemine ilave PCR yükü oluşturmamak için,
- ‘hızlı antikor testlerine’ bir an önce herkesin erişiminin sağlanması;
- bu testlerde pozitif çıkanların hızlıca tedaviye ulaşmaları ve
- bilgilerinin ulusal veri tabanlarına girebilmesine yönelik algoritmalar/sistemler oluşturulmalıdır.
- Hızla tanı koymanın elbette tedaviye de aynı hızla erişim şansı varsa anlamı vardır. Bu nedenle, monoklonal antikorlar, Remdesivir gibi damar-içi uygulanan veya Molnupiravir ya da Paxlovid gibi oral antiviraller, ‘tıbbi olarak kırılgan’ gruptaki hastalara temin edilebilmelidir.
Halkımız ‘yasal süsü verilmiş’ suç ve suçlularla uğraşmaktan zaten bitap düşmüşken, bir de karaborsa pazarlıklarının insafına terk edilmemelidir. Üstelik karaborsadan temin edilen ilaçların, içerik, nitelik ve üretim standartlarının kuşkulu olduğu da açıktır.
- Hazır yeri gelmişken, epidemiyolojik verilerin geç olmadan paylaşılmasının ne kadar yaşamsal olduğunu bir kez daha hatırlatmakta yarar var. Bir halk sağlıkçı için sürveyans verileri, bir klinisyenin hastası ile ilgili toplayacağı tıbbi veriler kadar önemli ve kritiktir. Çünkü erken tanı hayat kurtarır!
Halk sağlığı, toplum ölçeğinde bir sağlık sorununa ‘tanı koymak için’ bu verileri kullanır. Aynı bir klinisyenin hastalık öyküsü, test ve tanısal görüntüleme yöntemlerini kullanması gibi. Bir insanın hayatını kurtarmak için harcadığımız emeği, neden toplum ölçeğinde binlerce insanın hayatını kurtarmak için harcamayalım? Lütfen paylaşın artık şu verileri!
- Unutulmamalıdır ki, bir konunun bilimsel olarak uygulanabilirliği her zaman gündelik yaşamda da uygulanabilirliği anlamına gelmez. Bunun için toplumu doğru okumak ve nüanslı müdahaleler planlamak gibi ilave çabalar gerekir.
Genel yaklaşımda;
- sağlığın sosyal belirleyicilerine daha fazla odaklanan,
- gereken müdahaleleri yaşama geçirebilmek için küçük gruplar oluşturularak başta sosyal bilimcilerin içinde bulunduğu interdisipliner çalışmaların üretilmesi elzemdir.
‘Kriz’ aşamasından ‘kontrol’ aşamasına geçtiğimiz salgında ‘yeni normali’ kurabilmek için bu perspektife ihtiyaç vardır.
Sayın Bakan'a ve kamuoyuna saygıyla duyurulur. (YY/APK/AÖ)
* Zaman ayırarak metni satır satır okuyan ve çok kıymetli geribildirimlerde bulunan sevgili Osman Elbek ve Mehmet Demir’e içtenlikle teşekkür ederim.