Nuri Bilge Ceylan daha ilk filmi Koza'dan itibaren başka bir yer edindi kendine ve yavaş yavaş olgunlaştı. Bir Zamanlar Anadolu'da görüntüleri, karakterleriyle bir yönetmenin nasıl bir noktaya geldiğini açıkça betimleyen bir yapım. Filmi besleyen en önemli öğe taşranın karanlığı, çünkü taşra küçük, çünkü taşra ağır ve akmayan zaman herkesin içine bir taşra koyuyor.
Bir ceset arama süreciyle karşı karşıyayız, karanlığın dibi yok gibi. Birkaç polis, bir savcı, bir doktor bir de katil, geri kalanlar onların ardından sürükleniyor sadece. Hikaye sadece bu, eksiği yok, fazlası var. Bir Zamanlar Anadolu'da kente "uzak" olanın resmini çiziyor, acelesi yok, yavaş ve katmanlı bir yapıda ilerliyor. Aynı esnada katmanlı bir anlayışı da seyircisinden bekliyor. Taşra sıkıntılıdır, zamanın akışı yavaştır işte bu yüzden bir elma düşüp suya karışırken uzun uzun bakmak, bakabilmek gerekir.
Ceylan, Kasaba filminden beri tanıyor, analiz ediyor taşrayı fakat bu kez daha başka. Ercan Kesal katkısıyla senaryo, diyaloglar, Ceylan sinemasını başka bir noktaya götürüyor.
Bir Zamanlar Anadolu'da taşradaki kara mizahı yansıtması, burada yaşayan insanların küçük hesaplarını irdelemesi açısından Yağmur-Durul Taylan kardeşlerin Vavien'ine de akraba sayılabilir.
Üç Maymun'dan itibaren Nuri Bilge Ceylan sinemasının farklı bir yöne evrildiği çok açık ama Bir Zamanlar Anadolu'da birçok yanıyla diğer tüm Ceylan filmlerinden ayrılıyor, hiçbirine benzemiyor. Mizah yanı güçlü ve karanlık bir suç atmosferi içerisinde, insanın bir cesetle baş başa ne yapacağını bilmediği zamanlarda bile güldürebiliyor.
Gerçeğin çıplaklığı
Yönetmenin gerçeklik hissi yaratması zordur. Bir Zamanlar Anadolu'da o kadar gerçek ki, yönetmenin yarattığı bu gerçek karşısında insanın nutku tutuk. Bu gerçekliğin oluşturulmasında diyalogların da önemli bir etkisi var. Köyüne morg arayan bir muhtar, taş atan bir çocuk öfkesi ya da bir elektrikli testere ihtiyacı, yaşananlar ve durumlar ne olursa olsun filmin belkemiğini oluşturan işte bu ayrıntılar.
Savcının hikâyesinin ucu açık, bu da şüphesiz ki bilinçli bir tercih, Ceylan seyircisine hikâyesini anlatırken yanına virgül koyup bırakıyor, gerisi sizin anladıklarınıza ya da hayal gücünüze bağlı zira karşımızda sonunda her sorunun cevabını bulabileceğiniz bir polisiye film yok. Doktorun hikâyesi de örtük, verdiği karar ya da görmezden geldikleri tam olarak neye hizmet ediyor anlayamıyoruz. Yine de seyrettiğimiz otopsi sahnesi ve sesler uzun zaman zihnimizde yer alacak türden.
Oyunculuklar ve görüntüler o denli kusursuz ki fazla söze gerek bırakmıyor. Fırat Tanış'ın tam kararında, abartısız ve gerçekçi oyunculuğu çok fazla konuşmasa da filmin en etkileyici yanı. Yine savcı rolünde Taner Birsel ile doktor rolünde Muhammed Uzuner hatta polis rolünde Yılmaz Erdoğan da fazlasıyla iyi. Savcı ile doktor arasında film boyunca süregelen ve zaman zaman gerilimli bir hal alan diyaloglar da iki buçuk saati aşkın filmi ayakta tutan en önemli unsurlardan biri.
Yetkin bir sinema örneğiyle karşı karşıyayız. Nuri Bilge Ceylan'ın sinema dili zaman'ı ve uzam'ı aşarak ilerliyor. Ceylan kamerasını taşrada düşen zamanların arkasında sürüklerken seyircisini de sarı çalılıklar arasında savuruyor, film bittikten sonra bile hayalet bir kasabada dolaşıyormuşsunuz hissi ise baki zira sindirmesi zaman alıyor. (JB/EKN)