* Terörün değişik tanımlamalarına,
* Terörle mücadele alanının kapsamının genişletilmesi gereğine,
* Dünyada süregelen Amerikan hegemonyasının bu olayla birlikte daha da artacağına,
* Kulelere yapılan saldırının bir terör örgütü tarafından mı yoksa bizzat ABD'nin içinden mi yapıldığına ve daha pek çok ayrıntı ve spekülasyona göndermeler yapıldı.
Bazıları, bu olayın dünya ekonomisini yeniden canlandıracak bir fitilin ateşlenmesi olduğu biçiminde değerlendirmelerde bulundular.
Resesyonda olumlu bir gelişme olmadı...
Bu olayın yol açma ihtimalinin düşünüldüğü en yaygın iki olasılık şunlardı:
* Başta sigorta, güvenlik cihazları ve silah-savunma sanayii şirketleri olmak üzere öncelikle ABD ekonomisi ve ardından da yansıma etkisiyle AB ve diğer ekonomik bloklara "yeni talep" etkisi yapması.
* Uçak sanayii, hava-ulaşımı sektörü ve bağlı diğer alt sektörlerde firma iflasları, işten çıkarmalar ve küçülmeler.
Sonucun, birbirine zıt olan bu iki olgunun hangisinin ağırlık kazanacağına bağlı olduğu da öngörülebilir durumdaydı.
Ancak, bir yıl sonra bugün gelinen noktada ABD'de yaşanan resesyonda her hangi bir olumlu değişme olmadı. Üstelik, dünyanın en büyük ekonomisi olarak ABD'de yaşanan ekonomik durgunluk doğal olarak Avrupa'ya da yansıdı. İki blok arasında yaşanan faiz indirme yarışı bile ekonomik küçülmenin önüne geçemedi. Bu hatırlandığında negatif olgunun, yani uçak sanayii, hava-ulaşımı sektörleri ile bağlı alt sektörlerdeki küçülme oranının, pozitif gelişme vaat eden diğer ekonomik (esas olarak savaş sanayii ile terör ve savaşa endekslenmiş sigortacılık sektörü !) sektörlerdeki genişlemeden daha güçlü bir trend oluşturduğu söylenebilir.
Kapitalizmin son krizini 11 Eylül dışında değerlendirmek gerek
Gerçekten de onlarca hava yolu şirketi kapanmış, bir o kadarı da birleşme yoluna gitmiş, yüz binlerce sektör çalışanı işsiz kalmıştır ve bu süreç henüz bitmiş gibi görünmemektedir. Ancak, bu tespitler yapılırken göz ardı edilmemesi gereken bir diğer boyutun da var: Olumlu ve olumsuz gelişmelere yol açacağı öngörülen sektörlerin gerek ürettikleri ürünün üretilme süreçlerinde gerekse bu üretimlerin ekonomik yaşamın bütününe yansıma süreçlerinde önemli farklılıklar olduğu unutulmamalıdır.
Başka bir deyişle, hava yolu transferlerinin terör endişesiyle iptalinden kaynaklanan ekonomik daralma, sisteme anında yansırken; silah sanayiinde tek başına ağır silahların üretilmesinde geçen sürelerin uzunluğu bile olası ekonomik yansımaların uzun vadelerle ertelenmesine yol açabilmektedir.
Özetle belirtmek gerekirse, kapitalizmin son krizini, ikiz kuleler hadisesinin dışında değerlendirmek -en azından bugün için- daha doğru görünmektedir.
Demokrasinin temel kurumlarında daralma
Ancak, 11 eylül konusunun çok daha önemli bir boyutu vardır. Bu da yeni dünya düzeninde, burjuva demokrasisinin temel kurumlarının tanımlamaları ve kapsama alanlarının değişeceğidir. Bu gelişmenin sinyalleri aslında 11 Eylül'den çok önce alınmaya başlanmıştır. Demokratik karar mekanizmalarında seçim sisteminden giderek vaz geçilmesi ve atama yönteminin tercih edilir hale gelmesi, ülke yönetimlerinde bile uluslararası sermayenin sözcülerinin -uluslararası direktifler sonucunda- bilfiil seçilmişlerin yerine getirilmesi (Türkiye'de Kemal Derviş, İtalya'da Renato Ruggerio) ikiz kuleler olayından önce yaşanmış ve halen yürürlükte olan "demokrasi sapmaları"dır.
11 Eylül'ün hemen ardından ABD'nin baskısı ile AB dahil olmak üzere hemen hemen bütün ülkeler terörle mücadele yasalarını da değiştirmişlerdir. ABD eski Dış İşleri Bakanı Henry Kissinger'ın tarifine uygun olarak "teröre ilham veren faaliyetleri" de terör kapsamına dahil etmekte sakınca görmemişlerdir. Oysa, bir fiziki şiddet biçimi olan terör aslında şiddeti besleyen ve sürekli olarak yeniden ve yeniden üreten kapitalizmin bir ürünüdür. Teröre karşı verilen mücadele de ürün yelpazesine yenilikler katma ve pazarı genişletme hedefinin araçlarıdır. Terörün de sigorta kapsamına alınması, yeni güvenlik cihazlarının geliştirilmesi, "teröre karşı" diye adlandırılan savaşlarda tüketilen ve yeniden üretilmek zorunda olunan silahlar, bu ürün yelpazesini çeşitlendirme ve pazarı genişletme girişimlerinden yalnızca bir kaç tanesidir.
Sistemin gelişim süreçleri kafaları öylesine karıştırmıştır ki, savaş karşıtlarına "iyi ama savaşa karşı olmak, silah sanayiinde çalışan işçilerin işlerini kaybetmesine de sessiz kalmak anlamına gelmez mi?" sorularının yöneltildiğine bile tanık olunabilmektedir. Böyle bir kavrayışta, "insanların ekmeğini çıkarmak için gerekirse silah bile üretebilecekleri" fikri meşrulaştırılmaktadır. Ama, birilerinin ekmek yiyebilmesi için neden diğerlerinin ölmek zorunda olduğu ya da sınıfsal çıkar çatışmalarının olmadığı, üretimin toplum tarafından ve toplum için yapıldığı bir dünyada işsizliğin veya savaşların olması mümkün mü gibi temel sorgulamalar hiç gündeme getirilmemektedir.
Sürekli savaş süreci
11 Eylül'ün bir diğer önemli boyutu da, dünyanın "sürekli savaş" sürecine taşınmış olmasıdır. Olayın ilk günlerinde Afganistan'ın dağları ve tek bir El-Kaide örgütünün hedef alınacağı duyurulmuştu. Oysa, çok kısa bir süre sonra "Dünyada teröre son vereceğiz ama bunun için belki 15-20 yıl sürecek uzun bir savaş dönemine ihtiyacımız var" denmeye başlandı. Ardından, tek tek savaş açılacak "terörist ülkeler" sayıldı. Hegemonya öyle bir noktaya ulaşmış durumdadır ki, bu anlayışa "dur" diyen ya da sadece soru sorma cesaretini gösteren bir karşıtlık bile duyulmamaktadır. Dünya egemen burjuvazisinin "sürekli savaş" teması üzerinde tam bir ittifak içinde olduğu hemen fark edilmektedir. Bu süreçte ABD'nin yanında yer almayan ülkelerin teröre destek verdiğinin varsayılacağının açıkça dillendirilmesinin de ittifak içindeki olası çatlakların giderilmesini hedeflediği son derece açıktır.
AB'nin cılız pasifizmi
Duyulan tüm savaş tamtamlarına rağmen, "barış içinde savaşmak isteyen" ABD, kesintisiz diyaloglarına devam etmektedir. Dünyanın ikinci büyük bloğu AB ise cılız bir pasifizm üzerinden politika üretmeye çalışmakta fakat nihai noktada ABD'nin Irak'a yapacağı müdahaleye karış(a)mayacağını da açık etmektedir. Bu sefer de treni kaçırdığı görüşünde olan Avrupa burjuvazisi, Ortadoğu'da daha egemen bir pozisyon elde etmeyi hedeflemiş olmasına rağmen, AB düzeyinde başlatılan Hızlı Tepki Gücü girişiminin bu sürecin gerisinde ve hatta geç kaldığını düşünmektedir.
Kriz, savaş, yeni paylaşımlar...
Son ve özet olarak : Yıl başı gecesi yapılan onca iyi dilek ve temenniye rağmen dünyamız -aslında kaçınılmaz olarak- bir öncekini bile aratan bir yılı geride bırakmak üzeredir ve gelecek yılı da -kuvvetle muhtemel savaşlar yüzünden- benzer cümlelerle sonlandırma kaygısı oldukça yaygın bir kanı haline gelmiştir. Kapitalizm, yeni bin yıla son derece ağır krizlerinden birini yaşayarak merhaba demiş durumdadır. Ve bu kez kriz, savaşları, yeni paylaşımları da zorlamaktadır. (GY/EK)