Gülsün Kamu özellikle 60'lı yılların ortasından itibaren oynadığı 30'u aşkın filmle Yeşilçama damgasını vurmuştu. O dönemde burjuva kökenli bir kadının sinemaya gönül vermesi olağandışı bir davranış olarak algılansa da cesur Gülsün aralarında Yılmaz Güney'in de bulunduğu birçok sinemacıyla çalışmıştı.
Kamu, şu anda Ayvalık'ta nispeten sessiz bir yaşam sürdürmesine rağmen, aykırı duruşunu muhafaza ediyor ve yeni tekliflere açık olduğunu belirtiyor. Bölgedeki talan ise şahsen gözlemlediğim kadarıyla son hızıyla sürmekte.
"Gülsüm değil Gülsün"
Soyadını annesinin amcası olan ve "Gurbet Şairi" olarak tanınan Kemalettin Kamu'dan alan Sürmene doğumlu sanatçı adının genelde yanlış bilinmesinden az da olsa şikâyetçi. Sanat hayatına tiyatroyla, Yıldız Kenter'den aldığı eğitim sonrasında başlayan Gülsün 1965 yılında sinemaya geçmiş, Belgin Doruk, Suna Pekuysal, Cahide Sonku, Pervin Par, Filiz Akın, Suzan Avcı, Sevda Ferdağ, Hülya Koçyiğit, Mürüvvet Sim, Seyyal Taner, Ayfer Feray gibi aktrisler, Ayhan Işık, Tuncel Kurtiz, Sadri Alışık, Nubar Terziyan, Cüneyt Arkın, Vahi Öz, İzzet Günay, Avni Dilligil, Ekrem Bora, Necdet Tosun, Tamer Yiğit, Önder Somer, Kartal Tibet, Münir Özkul, Hulusi Kentmen, Tanju Gürsu, Hüseyin Baradan, Ediz Hun, Ergun Köknar, Ali Şen, Yılmaz Güney, Tunç Okan gibi aktörlerle aynı seti paylaşmış. Yılmaz Atadeniz, Yavuz Figenli, Süreyya Duru, Nejat Saydam, Bilge Olgaç, Hasan Kazankaya, Orhan Aksoy, Şinasi Özonuk, Remzi Jöntürk, Şinasi Önengüt ve özellikle Türker İnanoğlu'nun yönetiminde tecrübe kazandığını hatırlayan Kamu, Tamer Yiğit'le başrolü paylaştığı Anadolu Kanunu adlı filmde namus meselesinin irdelendiğini, canlandırdığı karakterin bakire olmadığı ortaya çıkınca sırtına semer vurulup köyde gezdirildiğini unutamıyor.
Yılmaz Güney'le rol aldığı birçok filmden birinde, yine kırsal alanda yapılan çekimler sırasında, otele verecek paraları olmadığından gece tarlaya battaniyeleri sererek açık havada uyuduklarını gözlerinin içi gülerek anlatıyor. Tiyatroyla bağlantısını da bir yandan koparmayan Kamu, Kenterlerle çalışmalarına devam etmiş, hatta geçenlerde vefat eden Müşfik Kenter'le de bir süre evli kalmış.
Erdem Buri'nin teşvikiyle ses sanatçılığına da soyunan Gülsün Kamu, Tülay German ve Ruhi Su'yla müzik kariyerine hazırlanmış, Behiye Aksoy ve Zeki Müren'in alt kadrosunda sahneye çıkmış. İranlı oyuncu Cihangir Gaffari'yle yaptığı evlilik sırasında eşinin memleketinde de bir süre yaşayan Kamu, Türkiye'ye döndükten sonra 70'li yılların başında kendi tiyatrosunu kurarak Fransız komedilerini sahneye taşımış; fakat işin komik tarafı günün birinde oyuncularından Mustafa Alabora'nın aniden ortadan kaybolması olmuş. Meğerse '68 ruhunun fazlasıyla hissedildiği o yıllarda Alabora, Yılmaz Güney'le birlikte gözaltına alınmış ve yakınlarına haber bile verememiş.
İstanbul'un eski halini bilenler için yaşanmaz bir yere dönüşmesinden sonra Ayvalık'a yerleşmeye karar veren Kamu son yıllarda Sessiz Gemiler, Hicran Yarası ve Karadağlar gibi dizilerde, Orhan Kemal uyarlaması, başrollerinde Hülya Avşar, Nursel Köse, Yavuz Bingöl, Songül Oden ve Kerem Alışık'ın oynadığı 72.Koğuş filminde de rol almış. Fakat yorulmaz sanatçı Ayvalık'ta drama dersi vermekle yetinmiyor, yaşadıklarını ve izlenimlerini hikâyeler, senaryolar halinde kâğıda döküyor, mecmualarda, internet sitelerinde yalnız aşkla ilgili metinleri değil muhalif yazıları da yayımlanıyor.
Sarımsak'ın dünü bugünü
Çok değil, kırk sene önce neredeyse tamamıyla bakir olan Türkiye'nin en muhteşem kumsallarından biri Sarımsaklı, günümüzde insan ruhunu karartacak kadar çirkin ve herhangi bir mimari zihniyete uymayan binalarla kuşatılmış durumda. Tarihi Ayvalık evlerinin yapımında yüzyıllarca kullanılan, lavın taşlaşması sonucunda ortaya çıkan Sarımsaklı taşı bugün Küçükköy adıyla bilinen bölgeden çıkarılmaktaymış. Mübadele öncesine kadar Küçükköy'de üç kilise, üç de manastır bulunmasına rağmen, Kamu'nun ifadesine göre o zamandan ayakta kalan tek bina Aya Athanasiu Kilisesi olup bugün Küçükköy Camisi olarak kullanılmakta, manastırların yeri bile bilinmemekteymiş; kilisenin papaz evleri ise günümüzde kütüphane ve sağlık ocağı olarak değerlendiriliyormuş.
Aslında Küçükköy'ün İlk Kurşun ve Kahramanlar mahallelerinden oluşması Ayvalık'ın İstiklal Savaşı üstüne kurgulanmış sokak ve mahalle adlandırmasının bir uzantısı. Kamu, betonlaşmaya neden olanların yalnız Ayvalık ve Küçükköy halkının değil, buraya akın eden mimarlar ve yörenin parsellenip imara açılmasına izin verenlerin de olduğunu biliyor. Bu arada 11 kilometrelik kumsalın ucunda önceleri MİT, şimdilerde Sivil Savunmanın kampı, girilmesi yasak güvenlik bölgesi olarak dikkat çekici. Dikenli tel ve belinde tabancasıyla gözetleme kulesinde gün boyunca nöbet tutan bekçiler kumsalda gezinen insanları ve özellikle yabancı turistleri şaşırtmaya devam ediyor. Son söylentilere göre ise aynı beldede, bir yerlere TOKİ binaları yapılacakmış. Gülsün Kamu "Buranın ikinci bir katliamı kaldıracak gücü var mı?" diye soruyor ve her şeye rağmen günün birinde yapılan yanlışlıkları görüp, düzeltmek isteyen bir yöneticinin çıkabileceğinden ümidini kesmiş değil. "...o zamana kadar siz gelip, kumsalda temiz ve sakin bir yer bulup (buz gibi) denizinize girmeye devam edin, karşıdaki bozulmamış cennete, Midilli'ye bakarak."
Ayvalık'ın dünü bugünü
Gülsün Kamu'nun tüm iyimserliğine rağmen Türkiye'deki tescilli tarihi evlerin en yoğun olduğu yerlerden Ayvalık'ta yöneticiler kulaklarını halkın tepkilerine tıkamış gibi görünüyor. Isının tavan yaptığı geçtiğimiz haftalarda, örneğin Sakarya mahallesinde bitmek bilmeyen sokak kazıları yüzünden insanlar evlerine arabayla ulaşamadıkları gibi, ortalıktaki toz deryasının etkilerinden nispeten kurtulabilmek için alınacak bir duşun suyundan bile mahrum edildi. Ortalıktaki düzensizlik, karmaşa, pislik ve çöp, beldenin eski halini bilenlerin "Ayvalık lümpenleşti!" demesine sebep oldu. Sık sık çıkan orman yangınları Şeytan Sofrası veya Cunda'da olduğu gibi tepeleri ve yamaçları güzelim çam ormanları ve zeytinliklerden mahrum edip yörenin büyüsüne halel getirmekte.
Coğrafi açıdan müstesna bir yer olmasına rağmen "Türkiye'deki ilk Boğaz Köprüsü"nün hemen ötesinde Cunda adasına giden karayolu halindeki bir baraj yıllardır körfezdeki denizin bulanıklaşmasına, canlıların birçoğunun yok olmasına, hatta suyun kokmasına sebep oluyor. Geçenlerde bir tanesi yanarak denizin dibini boylayan ve gerekli kontrollere nedense maruz kalmayan tur teknelerinin biraz ötesinde, şık marinanın ağzına yakın bir bölge buram buram lağım kokuyor.
Söz konusu karayolunun askıya alınıp Edremit Körfezi'nden esen poyrazın veya Midilli'den esen batının tetiklediği deniz akıntısının körfeze serbestçe girip çıkması için herhangi bir adım atılmazken uzun süredir Komili ve Boyner gibi renkli işadamlarını ağırlayan Cunda'ya Sabancı ve Koç da buyurmuş durumda. Tarihi eserlerin restorasyonunu üstlenerek SİT alanı olduğunu tahmin ettiğim yerlere çöreklenen güçlüler bölgedeki kilise ve manastırları eski haline getirebilmek için harıl harıl çalışmakta, eğitim ve kültür öne sürülerek adeta fiyakalı özel cennetler oluşturulmakta. Ayvalık'taki masum bir Rum evinin orijinal haline kavuşturulması için Anıtlar Kurulu ve diğer otoritelerin katı kurallarını aşmak, işi çaktırmadan görenler için bir oyun, aleni ve usulüne göre yapanlar için ise bir işkence olmasına rağmen, mevzubahis görkemli dini yapıların hızla tekrar ayağa kaldırılmasını hangi Ortodoksinin gücüne bağlamalıyız? Önümüzdeki seçimlerde, artık halk içine bile çıkmaktan imtina eden Belediye Başkanı mübadele laneti dışında seçmen lanetiyle de baş etmek zorunda kalacak gibi görünüyor; yoksa bütün bunları miliyetçilik ve Batılılıklarından ödün vermeyen Ayvalık ahalisinin oylarının AKP'ye kaymasına yönelik bir senaryo olarak mı algılamalıyız, zaman gösterecek... (MT/EKN)