Dün (15 Eylül) Hrant'ın doğum günüydü... Yaşama hakkı ve ifade özgürlüğü elinden alınmamış olsaydı eğer, kimbilir birkaç arkadaşıyla rakı sofrasına oturacaktı ya da ailesiyle birlikte türküler söylüyor olacaktı evinde. Bu soruya yanıt veremeyişimizin çetrefilli bir nedeni yok, çünkü artık olmayan bir insandan bahsediyoruz.
Bugüne kadar çok konuşuldu, yazıldı çizildi, biraz üstten biraz içeriden bakıldı. Tuba Çandar'ın, Hrant'ın "artık olmadığı" hayatın içine dalarak hazırladığı kitaplarla ölümün bir aileyi nasıl da sarstığına daha yakından tanıklık ettik. Çandar'ın Taraf'tan Neşe Düzel'e verdiği röportajda anlattıkları, Hrant'ın tehdit aldığı ve öldürüldüğü süreçle ilgili farkettiği şeyler azımsanmaycak türden. Çünkü meseleye içeriden bakıp çok boyutlu ele aldığınızda gözden kaçmış ayrıntıları fark edebiliyor ya da zaten farkında olduğunuz şeylerin altını çizebiliyorsunuz. Çandar sonun başlangıcının, yani asıl kilit noktanın Sabiha Gökçen ve Hürriyet gazetesi olduğunu vurgulayarak bildiğimiz birşeyi yeniden gözlemliyor.
Hrant'ın öldürülmesi hiç kuşkusuz beklenmiyordu, tüm tehditlere karşın -aile içinde de konuşulan- bu kadarını yapamayacaklarıydı. Tehdit aldığını bilen herkes için ortak bir duyguydu bu, "evet bu kadarını da yapamazlardı." Bir arkadaşım telefon edip, "Janet, Hrant'ı vurmuşlar" dediğinde sadece "şaka yapıyorsun" dediğimi anımsıyorum, birkaç kez üst üste "şaka yapıyorsun" dedim arkadaşıma, o sırada kaldığım evde televizyon yok, bocalayarak, sadece yaralanmış olduğunu düşünerek bilgisayarı açtığımı ve yalan sandığım ölü gerçekle karşılaştığımı hatırlıyorum, sonrası karanlık.
Asıl mesele kelleni koruyarak sahici olmak; hele bir de azınlıksan söylediğin her söz bir hedef tahtası, attığın her adım dikene batıyor. Çünkü azınlıksan eğri oturup doğru konuşamazsın, eğri oturup, "eğreti" konuşabildik ancak, Hrant konuşabilen bir adamdı, o yüzden bugün herkes sessiz...
Kendisi artık bilemeyecek ama ölümü bir döngü oldu azınlıklar için, bir yandan kamuoyunda daha konuşulur bir hale geldi ama içine kapalı cemaat daha da kapalılaştı, birçoğu korktu ve göç etti, birçoğu da inanmıyor artık sahiciliğe... Hrant'ın ölümüyle varolan azınlık devlet tarafından devlet himayesine alınmıştır, şimdi bıçağın ucu yok, kim dönerse ona saplanıyor, bu yüzden herkes suskun, bu yüzden herkes yerli yerinde duruyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye'yi mahkum etti, nefes aldırdı, ama biz, katil diye gösterilenlerin içerde sürekli "semirdiğine "şahit oluyoruz. Çoktan karanlığa gömülmüş, hangi silahla öldürüleceği bile bilindiği halde güpegündüz kalabalık bir caddenin ortasında yaşam hakkı elinden alınmış bir adamın cesedini gördük, artık inandığımız hiçbir şeye "gerçekten" inanmıyoruz. (JB/TK)