“Bizler bir Alevi, bir Sünni, bir Süryani, bir Yahudi inancı kimliği ya da inançsız herhangi bir emekçi ile yoksulla bir arada bu mücadeleyi yürütemeyeceksek koltuğu kazansak da kaybetmiş oluruz. Bizim amacımız bütün bu farklılıkları buluşturmak olmalı.”
Yahudi temsiliyetinden ve cemaatinden uzak biri olmakla birlikte, siyonizmin ve antisemitizmin dalga dalga üzerimize geldiği şu günlerde Yahudi kimliğimi hatırlıyorum, toplumsal barışın önemi zihnimde bir kez daha öncelik kazanıyor.
Selahattin Demirtaş’ın Türkiye’deki Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve Süryaniler ile birlikte gerçekleştidiği toplantıdan sonra Demirtaş’ın hem Yahudiler hem de Türkiye için ne kadar önemli bir aday olduğunu düşünmeye başlamıştım ki arkasından ilan edilen Yeni Yaşam Çağrısı bu düşüncelerimi iyice kuvvetlendirdi.
Demirtaş, gerek azınlık halkları ile gerçekleştirdiği toplantıda gerek Yeni Yaşam Çağrısı’nın ilan edildiği günde yıllardır süren mücadeleleri birlikte ele alıyor, tüm bu mücadelelerin sanki damıtılmış halini bizlere sunuyordu.
Askeri vesayetten paçayı kurtarmış olan toplum şimdi de üzerindeki bir başka kalın kabuğu Demirtaş’ın adaylığı ile kırmaya çalışıyordu.
Demirtaş, eşit halklar ilkesine ve özgürlük arayışına olan tutkusu ile birlikte sadece kendi halkını değil, tüm Türkiye halklarını kucaklıyordu. Bir süre önce İrfan Aktan, ‘Kürt sadece Kürt değidir’ yazısında da Demirtaş’ın adaylığının sadece Kürt kimliğine hapsedilmemesinin önemine değiniyordu.
Tükiye’de ise yıllardır süregelen egemen ırkçı ideoloji kendisinin temsiliyetinden şüpheli, hatta Cumhurbaşkanlığı gibi bir makama aday olsa bile oksimoron bir bölücülük paranoyası hakim. İrfan Aktan yazısında haklı olarak sorguluyor: “Bu ülkede bir Kürt siyasetçi örneğin Türkleri temsil edemez ama Türk siyasetçi Kürtleri (ve herkesi) temsil edebilir, öyle mi!”
Demirtaş yanıtlıyor: “Bu ülke Kenan Evren’e hepimizin cumhurbaşkanı diyebildi bana niye diyemez anlamıyorum. ”
“Dünya yerinden oynar eşcinseller özgür olsa!” sloganındakine benzer bir minvalde Kürtlerin özgür olmasının Türkiye’yi yerinden oynatacağı, Türkleri ve tüm Türkiye halklarını militarizmden, Türk-Sünni İslam hegemonyasından kurtaracağı aşikâr iken Demirtaş sadece bu denkleme sıkışmayıp Yeni Yaşam Çağrısı ile birlikte tüm kimlik ve inançların özgürce yaşayabildiği bir Türkiye’yi tahayyül ediyor.
Zaten azınlık halklarından katılımcılar ile birlikte gerçekleştirdiği toplantıda da söylemişti: “Bu devletin Ermilere, Rumlara ve Yahudilere özür borcu vardır.” Ve devam etmişti: “Bir Müslüman’ın bir Müslüman’ın hakkını savunması kolay, zor olan bir Müslüman’ın Müslüman olmayanın da hakkını savunabilmesidir ve biz bunun için uğraşıyoruz.”
Yeni Yaşam Çağrısı bize ekoloji, kadın hakları, LGBTİ hakları, iş cinayetleri, hayvan hakları gibi mücadelelerin birbirinden ayrılmaz parçalar olduğunu ve ezilmişliğin hiyerarşisi olmadığını bir kez daha sunuyor.
Demirtaş’ın bir afişinde şöyle yazıyor: “Adaylığımla; Türkiye’ye sadece yeni bir Cumhurbaşkanı değil, aynı zamanda yeni bir yaşam öneriyoruz. Bu öneri, yıpranan kardeşliğin eşit temeller üzerinde yeniden tesisi için bir tekliftir.”
Metin o kadar ince düşünülmüş ki, kardeşlik arasındaki hiyerarşi bile göz önünde bulundurularak bunun da eşit temeller üzerinde kurulması esasına dikkat çekilmiş. Tabii ki bunda, Demirtaş’ın insan hakları mücadelesinin içinden gelmiş biri olmasının payı var. Ayrıca bu düşünce yapısının, Demirtaş’ın kendini tek başına aday olarak algılamamasının, değişim, barış ve özgürlük talep edenler ile birlikte verilen kolektif mücadelenin bir meyvesi olduğunu görmek gerek.
Bu kadar ümit verici bir ruh halinden sonra ‘diğer’ tarafa baktığımızda cumhurbaşkanlığı için aday olan ‘devlet kanadı’nı görüyoruz. Değişik pek bir şey yok. Eskiden beri hepimizin bildiği havaları çalan iki adaydan biri zaten “Ne Yahudiliğimiz ne Ermenliğimiz afedersiniz ne Rumluğumuz kaldı.” diyebilen, İsrail’in Gazze saldırılarından sonra Türkiye’deki Yahudileri İsrail'e karşı adeta rehin gibi kullanıp onları tehdit etmekten geri durmayan Tayyip Erdoğan'ın bana kalırsa ne Yahudi toplumunda ne de azınlık halkları nezdinde kabul edilebilir bir yanı yok.
Diğer sürpriz aday Ekmeleddin İhsanoğlu ise sloganlarındaki sevgi ve birliktelik temalarının aksine sürekli ırkçılık eken, Muhsin Yazıcıoğlu ve Alparslan Türkeş’in mezarlarını ziyaret ederek durduğu yeri gösteren, diğer inanç ve kimliklere eşitlik getirmek yerine, söylemlerinde de gördüğümüz gibi, Türk-Sünni İslam hegemonyasını pekiştirecek bir aday. Kapağında fotoğrafı bulunan ırkçı Türk Solu dergisi ile verdiği şen pozlar ise talihsiz bir kaza...
Türkiye halklarının önünde köhneleşmiş, yolsuzluklara bulaşmış gri renkte bir devlet yerine, “bağlamadan başka bir şey çalmayan”, gökkuşağının renklerini kapsamaya ve yansıtmaya çalışan, genç, güler yüzlü bir temsiliyeti seçme şansı var.
Yeni Yaşam Çağrısı ile birlikte gelen yeni bir Türkiye'nin ümidi heyecan veriyor. Çok açıktır ki Gezi ile yükselen özgürlük ve değişim isteğinin kalbi bugün Selahattin Demirtaş’ın adaylığında atıyor. Bu sefer basıp geçeyim derken bir kez daha duvara çarpmanın değil; Kürt sorununda çözüm isteğinin, toplumsal barış özleminin sesini yükseltmenin zamanıdır. (EH/NV)