Demez ya, “benim sesim ne renk?” deseydi diyelim. Gözler dönüverseydi kendisine. Tuhaflığına takılmayıp sorunun, cevap vermeye niyetlenseydi insanlar, en ufak bir tahminleri olamayacaktı. Zira sustu, pustu, bir iki üç tıptı… Usluydu, düzenliydi. Devamsız da değildi. Sonra bir gün el kaldırdı ve “şu camı kapatır mısınız?” dedi pek sayın başkana ve gerekçesini de sakince ekledi “cereyan yapıyor da”…
Türkiye’nin Büyük Milletinin Meclisi'nde dedi bunu ve öylece söylencelere, öylece kahve sohbetlerine öylece tarihe eklendi. Halkı temsil etmek üzere gönderilmişti teee Ankara’ya. Ancak temsil bahsini meclis sırasına geçip oturmaktan öteye anlamlandırmamıştı. Üzerinde düşeni yapmış parmağını gerekli zamanda kaldırmış onun dışında da kürsüde ne olup bittiğine bakmamış, karşılığında da dünyalığını almıştı…
Bütün Kürt illerinde böyle bir hikaye vardır. Urfa’da da var. Dramatik bir hikayedir aslında. Ancak anlatıcılar ve dinleyenler işin dramından ziyade komiğindedir. Az gülelim ağzımızın tadı yerine gelsin diye. Oysa ne gülünecek bir durumdan ne de ağız tadından söz etmek mümkündür kentin haline bakılacak olduğunda.
Vekillerini genel bir eğilim olarak hep iktidar partisinden seçen, bazen bakanlıklarla ağzı tatlanmaya çalışılan ama yine de bir arpa boyu yol alamayan Urfa’nın haline mesela…
Hadi tarımdan örnekleyelim sefalet halini. Tarımda kendi kendine yeten bilmem kaç ülkeden biri değil bugün artık Türkiye. Niye değil bahsi çok uzun fakat Urfa’nın da kusuru var bu sonuçta ve tabii vekillerinin de kabahati.
Toplam 12 milyon dönüm ekilebilir arazisi olan bir şehir Urfa. 2014 yılı verilerine göre sulanabilen kısmının sadece 2 milyon dönüm. Yani toplamın altıda biri. Ve sanki ne Urfa farkında bunun ne de vekilleri. Ya da farkındalar da pek sevmişler iktidarların 40 yıldır ballandıra ballandıra anlattıkları Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) destanını. Ona sebep ses etmiyorlar.
Ekleyelim; 2018’e kadar 5,6 milyon dönüm arazinin sulu tarıma kazandırılacağından söz ediliyor ilgili kurumların faaliyet raporlarında. Bir daha yani diyelim altını çizmek için derdin; 40 yılda 2 milyon dönümü sulayabilen devlet 3 yılda 3,6 milyon dönüm tarlaya su vereceğini söylüyor. Ve vekiller de buna da inanmış görünüyorlar. Ki haksız da değiller. Hani 40 yılda yaptıkları devletin yapacaklarının garantisidir değil mi ya…
Devam edelim. Kentin 60 bin olan kayıtlı çiftçi sayısının ürettiği tarımsal değer yani pamuğu, mısırı, buğdayı, domatesi, afedersiniz hıyarı her şey dahil yaklaşık 5,1 milyar lira. Hadi bir daha GAP’a dönelim. Eğer vekiller vekil olsa, bastırsa ve GAP bitirilseydi örneğin; bu değerin 30 milyar liraya yükselmesi işten bile değildi. Rakam 473 milyar lira olan 2015 Türkiye bütçesinin kaçta kaçı olur bu sayın vekiller?
“E kaynak yoktu ancak bu kadarı yapılabiliyor” diyecekler için ara notlar: GAP’ın kendisinin bugüne kadar ürettiği enerjinin parasal karşılığı 61 milyar, projeye harcanan toplanan rakamsa 54 milyar. Yani aslında proje üretilen elektrik enerjisinden kazandığıyla tüm yapım maliyetini ödemiş. Hatta yaklaşık 7 milyar lira civarında kâra geçmiş. Önümüzdeki 4 yıldaysa projeye yaklaşık 26 milyar lira harcanacak buradan hedeflenen gelir 40 milyar. Yani kavgasını verene kaynak var efendiler…
Daha da dramatik detaylar var bu bahiste. Mezopotamya’nın kalbinde varlık içinde yokluğu yaşamak, üstüne üstlük hırsızlıkla suçlanmak da var mesela… Kentte anlatılanlardan özet bilgiler geçelim şimdi. Bölgedeki elektrik dağıtım işi 2013 yılında Dicle Elektrik Dağıtım’a (DEDAŞ) devredildi. Hemen kolları sıvayan şirket 2014 için bireysel abonelerle helalleşti. Tarımsal sulamada kullanılan sarfiyatlar için ise devlet eliyle sıradışı bir uygulamaya gidildi. Çiftçinin elektrik borcu tarımsal destekleme ödemelerinden kesilecek kalanı kendisine ödenecekti. Bu uygulamanın dayanağını bölgede kaçak kullanımın yoğun olduğunu vaaz eden medya üfürmelerinden aldı. Öyle ki batıdan bakanlar bölgenin tamamının elektrik hırsızı olduğuna kalıbını basabilirdi. Devlet örneği görülmemiş bir uygulamaya yönelmiş, milletin efendisi olmadığı artık ayan beyan ortada olan çiftçisine “hırsız” diyen özel bir şirketin alacağını tahsile memur olmuştu. Ha bir de bahse konu elektrik seslensen duyulabilecek mesafedeki Atatürk Barajı’nda üretiliyordu. Yani kaynak Urfa’nındı ama mahrum bırakılan Urfalıydı…
Urfa’nın yaşadığı yoksulluğa dair çok uzun değerlendirmeler yapılabilir. Ancak bir küçük rakam daha verip bitirelim. Bunca bereketli topraklara sahip olan şehir saydığımız alt yapı eksiklikleri nedeniyle bir ırgat şehrine dönüşmüş durumda. Urfa Türkiye’nin 48 iline mevsimlik işçi gönderen en büyük şehir. Sıkış tıkış yolculuk ettikleri araçlarda can verdiklerini okumuşunuzdur kesin…
İşin sağlık, eğitim, istihdam gibi başlıklarına girersek kentin sahipsizliğinin ne derece dramatik olduğu iyice belirginleşir ama burada kesip ümit verici bir gelişmede söz edelim izninizle. Urfa bu makus talihiyle kavga etmeye kararlı bir vekil kazanmış gibi…
Halkların Demokratik Partisi (HDP) listesinden Ankara’ya gelen Osman Baydemir Urfa’nın dertleriyle enikonu dertlenen bir portre. Baydemir’in 25’nci döneme sığdırdığı performansına yakından bakılınca bu değerlendirme biraz daha anlaşılır bir hal alıyor.
Kurtuluş savaşı ve darbe dönemi meclislerinden bile daha kısa kalan kelebek ömürlü meclisteki mesaisine çok iş sığdırmaya çalışmış.
Hukuk eğitimi almış bir isim olan Baydemir adaylık döneminde verdiği “Urfa’nın avukatı olacağız” sözünün sağlamasını yapmaya odaklanmış.
Söz konusu mesaisine Urfa çiftçisinin son iki yılını zehir eden elektrik meselesiyle başladı Baydemir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi hazırladı. Sekiz soru sordu ve bu girişimiyle neredeyse hiç oy alamadığı Harran ve Akçakale çiftçisinin dikkatini çekti.
Kağıt üstünde bırakmadı çabasını. Yanına HDP Urfa milletvekili Leyla Güven’i de alarak bakan Taner Yıldız’ın kapısını çaldı. Bakanla görüşmesinden çıktı, DEDAŞ’ın kapısına dayandı. İhmale gelmezdi konu; pamuk ve mısır tarlaları su bekliyordu ve bu elektriksiz mümkün değildi...
Bu dikkat çekici girişten sonra durmadı Osman Baydemir. Urfa Büyükşehir Belediyesi’ndeki partizan uygulamalardan girdi, Suriyeli mültecilerden çıktı. IŞİD’i Ceylanpınar’ı Cizre’yi, Suruç’u, HDP binalarına saldırıları yetkililerin gündemine taşımak için çırpındı durdu. Başbakandan başladı, Çalışma, İçişleri, Sağlık, Enerji Bakanlarına onlarca soruluk önergeler yöneltti. Kentin ve ülkenin mühim dertlerine dair araştırma önergelerine imzacı oldu. Medyada dert anlattı, üniversitelere, sivil toplum kuruluşlarına misafir oldu…
Ve konuştu Osman Baydemir. Hem de ülkeyi baştan başa yakmaya başlamış olan çatışma iklimine karşı olağanüstü bir tiratla konuştu. Urfa başta olmak üzere suskun kalan bütün vekillerin intikamını alır gibiydi.
Evet. Şehre bir vekil gelmiş, iklim değişmiş Akdeniz olmuştu ki hikaye yarım kaldı. Şimdi gözler bu inatçı adamın mücadelesinin devamını izlemek için 1 Kasım sonrasında şekillenecek Meclis'te. (YK/EKN)