O kare hala aklımızda. 2011 Van Depremi’nde enkazdan çıkartılan ama hayatta kalamayan Yunus Geray’ın tablosunun bir ucundan Başbakan bir ucundan başka bir makamlı tutuyordu. Hazindi sahne, karenin içindeki Yunus dışında herkes gülümsüyordu. Soma Katliamı’nın ardından da bu sefer Zonguldak’ta madencilerle birlikte olduğu bir tablo hediye edildi Başbakan’a. İki kare yan yana getirildi sosyal medyada. Doğal olarak öfke, suçtaki payı görmezden gelmenin arsızlığınaydı. Takdir ederseniz göreceli bir başarı da var bu seyrettiklerimizde: Teatral gösteriyle olayları sahne önünde yaşanan “bir anıya” indirgemek. Hafızalara ite kaka yollanılan Soma Katliamı değil de madenci dostu Başbakan ya da ranttan gözü dönmüş şehirleşmenin doğal afet karşısındaki başarısızlığı değil de Yusuf’un Van Depremi’nin sembolü olarak hatırlanması. Ve hatta bu yüzden çoğu insan Yusuf’un yaşadığını sanıyor olabilir.
Politika yapmanın dolayısıyla otorite olarak kalmanın bir yasası da düşman olarak tayin ettiğinin yasını elinden almak. Böylelikle kafalar karıştırılıyor. Öldüren kim, hangi güç? Onlar değilse kim bunu yapan? Meclis komisyonlarından, hukuk işleyişine, ana akım medyasına kadar yayılmış bir kötülük paylaşımı. Roboski sonrası “O yükseklikten bu Ahmet midir, Mehmet midir bilmek mümkün değil? TSK görevini samimi bir şekilde yapmıştır” diyen Başbakan 2010 yılında, anayasa değişikliği referandumu öncesi Necdet Adalı’yı, Erdal Eren’i anarken gözyaşlarına hakim olamamıştı. İdam ya da tepeden bombalamak, ikisinin arasında sonuca bakıldığında hiç bir fark yok. Ama güce sahip olmak böyle bir şey, dilediğin mağduru dilediğin biçimde samimiyetle kullanabiliyorsun. Samimi yapılan katliamlar, devlet olmanın bir gerekliliği çünkü. Evet, yaptılar demek için hükümetinizin adı değişmesi gerekir sadece. Özürler, gözyaşları, yüzleşme provaları. Oysa siz de öldürmeye devam ediyorsunuzdur. Bir başka hükümette yine aynı şekilde lanet okuyacak arkanızdan.
Ukrayna’da valiliği basan halktan korkan valinin, camdan atlaması bizim için inanılmaz bir haber. Koskoca valinin arkasında onu vakti geldiğinde bırakan bir güç belki de en istenilen hükümet kavramı. Aynı gün biz de Mersin Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi Ali Ekber Doğan’a, verdiği bir röportajda, Tarsus’taki şehirleşme politikasına dair eleştiriler getirdiği için “hakaret suçlaması” ile 1 ila 2 yıl arası hapis cezası talebiyle dava açıldığını okuyoruz ki bu ne ki. Çok basit, mevzusu sıradan. Artık oyuncu olarak iddianamelere taşınmış gizli tanıklarımız, sıradan objelerle örgüt bağı kuran suç unsurlarımız var.
Kameralardan izlediğimiz, isimlerini bildiğimiz failler mahkemeden mahkemeye yavaş yavaş silinirken, tutsak mahkûmlar göz göre göre inatla ölüme terk edilirken, kadın ölümlerine karşı temelli ve maksatlı kayıtsız kalmak tercih ediliyorken biz nereyi “basalım.” Suç o kadar iyi bölüşülmüş ve o kadar toplumun kendisi olmuş ki hesap sorma anlamında, muhatap alınacak kişiler konusunda bir dünya fikre sahibiz. Güne Başbakan’ın sözleri ile başlamak ve günü bu sözler üzerine yapılan yorumlarla kapatmak rutin gündem akışımız. Bir cümle ortalama 4 saat oyalıyor insanları. Geri kalan cümleler ise yazının girişinde bahsettiğim kareleri bir anı olarak hafızasına kazıyanlara yönelik. Biz şöyleyiz, böyleyiz… Onlar için de Soma Katliamı değil de madenci dostu Başbakan’dır mühim olan. Kötülük de alışılabilen bir şeydir çünkü, “onlar” dediğime bakmayın.
Ne kadar da benzer, devlet ve koca figürleri. “Gelsin devlet gelsin koca” sloganı boş değil. Yollarımız ayrılmalı kararından sonra hemen hemen aynı yöntemler. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam bir de bu benzerlikten yola çıkmalı. Sadece iki satır seçtim kendisi için. Çiçek Tahaoğlu’nun tuttuğu erkek şiddeti çetelesinde geçen: “2014’ün ilk altı ayında erkekler 129 kadın öldürdü; 58 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti, 292 kadını yaraladı; 57 kadın ve kız çocuğuna cinsel tacizde bulundu.”
“Biz Bakanlık olarak, hükümet olarak, parlamento olarak yapılması gerekenleri tespit ediyor ve yapıyoruz. Bununla ilgili çok bir takım kanunlarımız var. Çok sert bir şekilde cezalandırılıyorlar. Demek ki ceza sisteminde çok büyük bir sorun yok. Biz bize müracaat eden şiddete maruz kalacağı endişesi taşıyan bütün kadınları ya koruma altına alıyoruz ya da korunmaları ile alakalı tedbir kararları alıyoruz. Onun dışında insanları bilinçlendirmek için yaptığımız bir takım eğitim faaliyetlerimiz var. Genelkurmay ile yaptığımız anlaşmalar var. Diyanet İşleri Başkanlığımız ile yaptığımız protokoller var. Ama anlaşılıyor ki yetmiyor. Bunun yetmemesinin çok ciddi sebepleri var. Bütün dünyada artan bir eğilim. Türkiye'de küresel evrenin bir parçası olarak bundan nasibini alıyor.”
Uzunca bir alıntı bu. Neresinden kesip alayım bilemedim. Her cümlesi şaka mı gerçek mi hemen öyle kestiremeyeceğimiz. Sonunda da zaman kötü, ne yaparsın gibi bir şey söylüyor İslam. Evlere şenlik getirmeyecek türden.
Adamlar durdurulursa sokakta yaşanan her şiddet duracak, azalacak. Erkek sistem bir tek kocalıkla işlemiyor, çünkü topluma, kurumlara yayılmış sirayet etmiş bir şey bu. Bile isteye bölüşülmüş, ortak olunmuş bir suçluluk. “Uyuşturucuyla Mücadele Derneği Başkanı bonzai ile yakalandı” haber başlığındaki gibi. Bir aradalar. O suç sayesinde astığım astık, kestiğim kestikler. Bir alanı bile kaptırmak istemiyorlar ki oradaki hak ihlali, suç, faşizm, kötülük, arsızlık, hırsızlık sonlansın. Çünkü bir alanı kaptırırlarsa gerisi çorap söküğü gibi gelecek.