Gece 01.00 suları; telefonum çalıyor. Bulunduğum mahallede, sokakta yaşayan hayvanlara birlikte besleme yaptığımız, aşılarıyla ilgilendiğimiz arkadaşlardan biri, iki aylıktan bu yana beslediğimiz, büyüttüğümüz iki kız kardeşe belediye ekibinin uyuşturucu iğneyle müdahale ettiğini söylüyor. Üzerimde ne varsa onunla çıkıyorum. Kente yılın ilk karı düşmüş, düşmeye devam ediyor; rüzgâr Boğazlara özgü keskinliğinde; yolda bir arkadaşı daha alıyorum.
Kız kardeşlerin yaşam alanına gidiyoruz.Arkadaşımız, ailesi, diğer hayvan hakları savunucusu arkadaşlar,çevre binalardan kız kardeşleri bilen, uysallıklarına hayran, neşelerine ortak sâkinler belediye ekibini protesto ediyor; tartışıyor. Bir süredir bu tür vakaların sistematikleştiğini görüyoruz. Özellikle yaşadığım mahallede, ilçede, görevli oldukları için yetkili olduklarını, yetkili oldukları için sorumsuzluklarını iddia edenler memleketteki yaygın keyfî siyaset anlayışını gündelik yaşamlarında yapıp ettiklerine, kendilerine görev/hak biçtiklerine, fazla mesailerine uyarlıyorlar; yaşamlarını, çevreye insanlara, insan-olmayan-hayvanlara yönelik keyfî uygulamaların örneğine dönüştürüyorlar.
Failin kapatılması
Bahsettiğim olay tek değil; bir kente, bölgeye özel değil. Bugün, çoğunluğun uyduğu akıl almaz, akıl almayası bir rutinle ne zaman sokak hayvanlarının, insan-olmayan-hayvanların yaşam hakkından bahsedilse karşımıza, ‘saldıran, ısıran, parçalayan, çocukları katleden köpekler’ çıkarılıyor. Oysa, onca kadının, onca çocuğun tecavüze, tacize uğradığı bir ülkede, bir dünyada tecavüz eden, taciz eden çoğunluk erkek-insana bakılırken hâlâ mağdurun kim olduğu, ne yaptığı sorgulanıyor. Failin kapatılması, itlafı konuşulmuyor.
Konuşulmasın da. Bu dünyada insanlar birbirlerini kapatacak, itlaf edecek, yok edecek karar kudretine sahip olmasınlar; bu yetkiyi kendilerine ve/ya da birilerine biçmesinler; kararı uygulayacak yetkiye sahip insanlar atamasınlar, bu tür yetkileri kabul etmesinler. Bu çağrı, tarihin bugüne kadar olan akışına aykırı. Ancak, modern tarihin bize vaat ettiği ilerlemeci, insan özgürleşimini tamamına erdirici bir sona doğru gitmediğimiz artık hiç olmadığı kadar açık. Modern siyasal düşüncenin işaret ettiği, tarihin doğrusal seyri tuhaflaşan, akılsızlaşan, vicdansızlaşan bir insan pratiğiyle işledikçe artık antik düşünceden bildiğimiz döngüselliğin daha geçerli olduğuna ikna olası geliyor insanın. Ya da, tarihin salt insan-öznenin yapıp etmelerinden ibaret olmadığını hesaba katmak gerekiyor. Toplumun ve birarada yaşamanın da salt insanların bir aradalığından ibaret olmadığını.
Bu yazıya vesile olan, Türkiye’de sokak hayvanları sorunu, devletin tanımlamasıyla, insanlara, toplum sağlığına, kentlere zarar verdiği için kapatılması, nihayetinde ortadan kaldırılması gereken köpeklerin, ardından kedilerin varlığı sorunu. Bu sorunun, sürekli harlanması, karar-alıcıların dilinde saldıran, özellikle çocukları öldüren, parçalayan, etrafı kirleten, virüs yayan köpeklerin kenti sardığına işaret edilmesi, köpeklerin toplatılarak, öldürülmeye mahkûm edilmesini uluorta konuşmayı mümkün kılıyor. Avrupa devletlerinin bir kısmında, ABD genelinde devlet barınaklarında belirli bir süre zarfında yuva bulunulmayan köpeklerin öldürülmesi fütursuzca medeni uygulama olarak kaydediliyor. İnsanlar 21. yüzyılın bir kriz evresinde insan-olmayan-hayvanların neden, nasıl, ne zaman öldürüleceğine karar veriyorlar. Bununla yetinmiyorlar, İslam’a referans veriyorlar; dünyanın insan için yaratıldığını, ona göre hareket edilmesi gerektiğini iddia ediyorlar. Oysa değil miydi: ‘Yaratılanı severiz, Yaratandan ötürü’…
Neoliberal esneklik çağı
Sonuçta, neoliberal esneklik çağındayız; bir dediğimizin diğerini tutmaması mümkün. Aynı esneklik yalanların sistematikleştiği, gerçeğin birbirini geçersiz kılan yalanlar bütünüyle kurulduğu bir insan dünyasını da niteliyor. Dolayısıyla, kent alanları, kendi halinde sokaklarda yaşayan hayvanları hukuka aykırı bir şekilde toplayanlar, eziyet edenler, kötü koşullarda tutanlar, keyfî uygulamalarıyla hayvan hakları savunucularının da haklarını gasp edenler doğruluğuna, yanlışlığına bakmadan dar alanlarında hüküm sürenlerle şekilleniyor. Dağa taşa beton giren bir çağda, bir memlekette şaşırtıcı değil; ama inadına şaşırmak gerekiyor, karşı çıkmaya devam etmek gerekiyor.
Salt insan-olmayan-hayvanların değil insanların hakları için de sokakta yaşayan hayvanların toplatılmasına, kapatılmasına, yok edilmesine bütün bunların tahammülsüz insanların takdir yetkisine bağlı olmasına, böyle bir öneriyi dile getiren vicdansızlığa karşı direnmek gerekiyor. İnsanların birbirlerine mezalimi, kanımızı donduran işkence örnekleri, çaresizlikten akıl tutulmasıyla açıklamaya çıktığımız dışlamalar, ayrımcılık, hak gasplarının salt bu tür muamelelere maruz kalanlar için değil hepimiz için, insan toplumları için, dünya için geri dönüşsüz, telafisi imkânsız, dolayısıyla radikal kötülüğe referansla tanımlanabildiğini görmek açısından önemli, bu.
Judith Butler, ABD ve Avrupa’daki İslam karşıtlığını, göçmen karşıtlığını ve ‘Batı’lı olmayanlarla Batılı olan ülkeler arasındaki kültürel farklılıkları modern olan ve zamansallık ilişkisi üzerinden okurken İslamın tektipleştirilmesine, Müslümanların modern-öncesi, medeniyet-dışı ve bir şekilde eksik-insan olarak ve/ya da insanlık standartlarına uymamakla tanımlanmasına işaret eder. Böyle bir tanımlamanın özellikle, terör şüphesiyle yakalananların ve/ya da savaş esirlerinin sorgulamalarında kullanılan işkence teknikleri açısından anlamını irdelerken Abu Ghraib ve Guantánamo örnekleri üzerinde durur. Kamusallaştığında çoğumuzu dehşete düşüren, vicdan ve etikle herhangi bir düşünsel eksende anlamlandırmamızın mümkün olmadığı bir işkence türü, dozu, boyutu söz konusudur burada. Butler, tarihin ilerlemeci anlayışına endeksli insan özgürlüğünün insan-dışılaştırılan, eksik-insan olarak kodlananlarla ilişkide fiziksel, çıplak şiddeti sınırsız tutabilme yetkisiyle anlaşıldığına, böyle bir anlamanın Abu Ghraib’den sızan fotoğraflarda tanıklık ettiğimiz işkenceyle (cinsel) zevk halini mümkün kıldığına işaret eder.
İnsan-olmayan-hayvanlar
Her ülkede, her bölgede şimdinin gerisinde kalan, ‘medenileşmemiş olan’ göçmenler, dışarlıklılar, gruplar, eksik vatandaşlar, eksik-canlılar var. Bugünün dünyasında ivme kazanan kanunsuzluk, adaletsizlik, vicdansızlık ve gerçekliğin neredeyse anbean değişen yalanlarla kuruluyor olması ve bütün bunların öncelikle yönetici sınıflarca benimsenmesi, gündelik yaşamın akışına dayatılması hemen herkesin medenileşmemiş, geride, dışarlıklı addedildiği bir an mümkün. Gittikçe daha fazla betona, hıza, doğasızlığa buladığımız; dolayısıyla gündeliği gittikçe daha az tahammülle kurulan ilişkilerle yaşadığımız; bizim gibi olmayanla karşılaştığımızda irkildiğimiz ya da görmemeye meylettiğimiz kentlerde, artık çoğu çitlenmiş binaları dikmek için ekim alanlarını, meyve, sebze tarlalarını yok etmekle yetinmiyoruz, salt dört duvar arasında yer edinebildiğimiz için kendimizi her alanın hâkimi ilan edebiliyoruz. Bizim gibi olmamakla en görünür, insan-olmayan-hayvanlar topraktan sonra ilk hedefimiz oluyor.
Bugün, iktidar ve ana muhalefetin elinde olan yerel yönetimlerin hevesle başlattıkları, sokakta yaşayan hayvanlara yönelik toplama – itlaf uygulamaları tahammülsüzlüğü somutluyor. Çözümü yok etmekte bulan zihniyetle insan-dışılaştıran, eksik-insanlaştıran, yaşam hakkını reddeden zihniyet arasında fazla bir mesafe yok; güçlü bir bağlantı var. Çözümü basit; hak savunucuları dinlendiğinde görülen bir basitlik bu: Hakların salt insan olmakla alâkalı olmadığını hesaba katmakla başlıyor. (SC/TY)