Cumartesi Anneleri’nin her hafta cumartesi günü yaptıkları buluşmalarda, kayıp yakınlarının en çok zikrettiği cümledir sanırım: “Bir ülke düşünün…”
Her ne olursa olsun yaşayanı için bile inandırıcı değildir çünkü. Ne kadar kötü olunulabilirdir ki? Karşı tarafa yardımcı olmak için böyle başlanır anlatılacaklara. Sonra binli rakamların geçtiği bilançolardan bahsedilir, evlerinin önünden çocuklarının, eşlerinin, babalarının alınışlarından ve bir daha geri gelemeyişlerinden. Benzer bir başlangıçla anlatalım ama bu sefer kolluk güçlerinin yaptıklarından bağımsız, basit nedenler sonucu öldürülenlerden. Kendi dönemlerinde faili meçhul, gözaltında kayıp, işkencede ölüm olmadığını söyleyen bir hükümet bilançolarda geçen binli rakamlarla yarışacak kadardır oysaki. Yani şöyle ki “bir ülke düşünün”:
Otoyola gübre dökülür. 27 araç birbirine girer. Beşi ağır 41 kişi yaralanır.
Bir şehirden başka bir şehre mahkûm götüren cezaevi nakil aracında yangın çıkar. Görevliler, kilitli kapıları açamazlar. İçerdeki 5 mahkûm yanarak can verir.
Havai fişek atölyesinde meydana gelen patlamalar sonucu 21 kişi ölür, 117 kişi yaralanır. Kanalizasyon şebekesinde atıkları temizlemek için kullanılan makine bozuk olduğu ve uzun bir süredir onarılmadığı için işçiler 10 metrelik kuyuya inerek atıkları elleriyle temizler. 7 işçi gazdan zehirlenerek ölür.
Arabalı vapura binen bir araç, kaptanın vapuru çalıştırmasıyla denize düşer. Araçta bulunan 4 kişiden biri olan 3 yaşındaki çocuk ölür.
Yine aynı yaşta bir başka çocuğun ateşi çıkar. Yolların kapalı olması nedeniyle hastaneye götürülemez. Ölür.
Askeri kışladaki mühimmat deposunda, el bombaları tasnif edilirken patlama meydana gelir. 25 asker ölür. 8 asker yaralanır.
Hızlandırılmış tren, raydan çıkarak devrilir. 37 kişi ölür, 81 kişi yaralanır.
Çalakalem yazılmış birkaç haberin derlemesi bunlar. “Hayatlarını kaybettiler” diye yazmak ince düşününce haksızlık gibi. Kazanan ve kaybedenin olduğu bir savaşta değillerdi çünkü. Sıradan günlerinde, Türkiye’ye has sıradanlıkta öldüler. Çok klasiktir ama ne yazık ki doğrudur. Ateş düştüğü yeri yakar. Oturmuş yazıyoruz bizde, çok bir iş değil.
Rekor sayı olarak Soma’da ölen maden işçileri var. Yakın zamanda asansörün yere çakılması sonucu ölen 10 işçi de. 15 günde 1, bir facia oluyor memleketimizde. 15 günde bir soruyoruz: Niye? Hükümetlerin de kendi kendilerine yazdıkları ve kendi dünyalarında yarattıkları geçmişleri var. Tarih yazdık, yazıyoruz, ileri demokrasi, hedef bilmem kaç kabilinden. Bu sıralananlara nazire olarak icraatlar, dev yatırımlar, çılgın projeler, uzun-gri konutlar, her mahalleye yetecek AVM’ler sıralanabilir. Sanmıyoruz bu olaylar o kadar akıllarda yer etmiş olsun. Haber datalarına girmemiş olsalar, hafızanın taraflılığı karşısında yalan da olsa, yalancı çıkabilir insan. Çalışma Bakanının, Ulaştırma Bakanının, Başbakanın, Cumhurbaşkanın çalışma masalarına bu bir yığın dosyayı zamklayarak bırakma imkânımız olsaydı, tek tek tablolara değil de bütünü anlatan bu kolajdaki dramatik başarıları için ne düşünürlerdi acaba? “Kaza, fıtrat, olması çok muhtemel olay, işçinin ihmali” gibi şeyler. Yine durmak yok devam yani.
Ölenlerin çoğunun ortak özelliği yoksul olmaları. İstatistiğe bakıp konuşmanın fayda getireceği nadir zamanlardan. Bugüne kadar hep yoksul öldü, bugünden sonra da öyle devam edecekmiş gibi. Laf güzel olurdu, umutlu bir şeyler yazsaydım buraya ama hayat işte öyle değil. “Biz kazanacağız” az bekleyin falan…
“Yasası var bunun” demenin dışında kan parası bu işin biraz da göze alınmış riski artık. Ölümüne çalıştırıyorlar, ölümüne yaşatıyorlar neyse parası verecekler. Bu paraları da insanlar alacaklar. Hangi olayda yer yerinden oynadı ki bu kabul ediş eleştirilsin? Misal yukarda saydığım haberlerde ölen insanların yakınlarının şuan ne yaptığını bilmiyoruz. Çoğu davanın takipsizlikle bittiği aşikâr. Tazminat diye biçilen rakamlar da ortada. Sonra onur, haysiyet gibi gelsin sıfatlar. Hakikaten konuşmak, yazmak kolay. (FG/HK)