Özürküt, Stokholm'den, Sol Parti'nin 5. sırasından, Türk kimlikli ilk Türkiyeli olarak parlamentoya girdi. Daha önce Türkiyeli Kürt ve Süryaniler İsveç Parlamentosu'na seçilmişlerdi.
TRT-DER genel sekreteri olan eşi Yaşar Özürküt'ün İsveç'e sığınması, Sermin Özürküt'ün de 1982'de gözaltına alınma ve 1402 sayılı yasaya göre işten atılma sürecinden sonra, çocukları Koray ve Kerem ile birlikte ailenin politik göçmenlik süreci başlıyor.
17 yıldır İsveç'te
17 yıldır İsveç'te yaşayan Özürküt ailesi, son yıllarda Avrupa'da gittikçe daha çok göçmen ailesinin uyguladığı gibi, -Sermin'in kendi sözleriyle- "İki ülke arasında gidiş gelişli, oldukça çileli, hem güzel hem de güç yanları olan ikili bir aile yaşamı" oluşturmuş.
Ailenin babası Yasar Özürküt Türkiye özlemine dayanamayarak 1994'de İstanbul'da Büyükada'ya yerleşmeyi seçmiş ve o tarihten sonra da Stockholm ile Büyükada arasında mekik dokumuş.
Aile bireyleri, aralarındaki sevgi, güven ve işbirliği sayesinde bu yeni düzene herkesin mutlu ve huzurlu olacağı biçimde üstelik de çekirdek aile yapısını bir arada tutarak uyum sağlamışlar.
İsveç'teki ilk yıllarınızda neler yaptınız?
Halk okulunda bir sene İsveççe, ardından Stockholm Üniversitesi'nde İngilizce okudum. Daha sonra Gazetecilik Yüksek Okulu'nun mastır programına başladım ancak ekonomik ve ailevi nedenlerden ötürü yarım bırakıp bir ulaşım şirketinde çalışmaya başladım, bir yandan da İsveç Radyosu'nun Türkçe bölümünde serbest gazetecilik yaptım.
Bir de yine o yıllarda Nacka'da Türkiyelilere yönelik daha çok kültür ağırlıklı dernek çalışmasında eşime destek oldum. Eşimle birlikte derneğin radyosunu kurduk ve yerel yayın yaptık.
Politik hayata atılmanız nasıl oldu?
Türkiye'de iken İlerici Kadınlar Derneği'nde, İş Müfettişleri Derneği'nde çalıştım. Buraya geldiğim zaman da aynı çizgiyi sürdürmek istedim. Özellikle kadın politikası benim çok ilgi duyduğum bir konuydu. İlk geldiğimde IKFF'de (Uluslararası Barış ve Özgürlük Kadınlar Federasyonu) yönetim kurulu üyeliği yaptım. Sonra da oturduğum yer, Nacka'da okul aile birliklerinde yönetim kurulu üyeliği yaptım. 1991 belediye seçimlerinde Nacka'daki Vänsterparti'nin listesinden bağımsız sosyalist aday olma teklifi aldım, kabul ettim ve daha sonra parti üyesi oldum. O tarihten bu yana da Nacka Belediye Meclisi üyesiyim.
Niçin politika?
Politika benim için günlük yaşam anlamına geliyor. Verilen her güncel kararın politik bir boyutu ve etkileşimi olduğunu düşünüyorum. Onun için hangi konu ilgimi çektiyse benim için politika o oldu. Fakat, sadece kendi kendinize düşündüğünüz zaman hiçbir şeyi etkilemeniz mümkün değil. Kararları etkilemek istediğiniz zaman aktif politika daha sonra da parti politikası başlıyor.
Politik hayati aile hayati ile birlikte sürdürmek zor derler...
Bence bu bir ön yargı. Yani, sanki aile olunca politika yapılmaz gibi insanları kandırmak için söylenmiş bir şey gibi geliyor bu bana. Politika yapmak da çalışmak gibi bir şey. Çalışan ve aile yaşamını sürdüren kadın yok mu? Bu tamamen koşulların belirlediği bir şey. Bir de sizin kendi yaklaşımınız. Ben Türkiye'de politika yaptığımda sürekli bir işte çalışıyordum, ailem vardı, çocuğum vardı. İsveç'te gene aynı şey. Bu bir seçim. Sizin neyi önemli gördüğünüze bağlı.
İkinci önemli konu da aile içindeki paylaşım. Politikayla ilgilenen, güncel sorunlara kafa yoran bir aile yapınız olmazsa, kadın ya da erkek fark etmez, eşiniz de sizin gibi düşünmüyorsa, bunu paylaşmıyorsa çok zor tabi. Onun için benim bu konuda bir zorluğum olmadı. Ama çocuklar küçükken çok daha zor ve yıpratıcıydı tabi. Ama orda da paylaşım olayı çok önemliydi.
Hiç Türkiye'ye dönmeyi düşündünüz mü?
94 yılında Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu'na giriş işlemleri hızlandığı zaman düşünce suçlarından hüküm giyen insanlar Türkiye'ye dönebilme şansı kazandılar. Biz de bunların içindeydik. O zaman konuyu ailece tartıştık. Eşim kesinlikle dönmekten yanaydı. Büyük oğlumuz bu geri dönmeyi kendisi açısından haksızlık olarak değerlendiriyordu.
Çünkü ilkokulu bitirmeden son sınıftayken kolundan tutup kendisine sormadan onu buraya getirmiştik, şimdi de 17 yaşındayken "hadi bakalım yine gidiyoruz" diyorduk. Küçük oğlumuz da "ben abim nerdeyse, ordayım" dedi. Çocuklar daha okul çağındaydı, ana baba şefkatine muhtaç oldukları bir dönemdeydiler. Ben, onların yanında olmayı seçtim. Böylelikle, iki ülke arasında gidiş gelişli,oldukça çileli, hem güzel hem de güç yanları olan ikili bir aile yaşamı oluşturduk. Koray bugün 28 yaşında, Kerem ise 21 yaşında.
Vänsterparti'yi diğer partilerden ayıran özellik....
İsveç'te sosyalizmi ve feminizmi programına almış tek parti Vänster. Emekten,ezilenden yana politika yapabilmek için bu iki görüş önemli. Ezilenden yana kesin tavır konulamadığında "çifte standartlar" politikası yapılıyor ki, bu da er ya da geç kitlesel güveni tehlikeye atıyor.
Partinin göçmen politikası.
Vänster Parti göçmen politikası ile çok yakından ilgilenen bir parti. Çünkü, göçmenlerin büyük çoğunluğu toplumun emekçi, ezilen katmanları içinde yer alıyor. Örneğin, parti içinde yıllardır "göçmen platformu" denen bir platform var. Bu platforma sadece göçmenler değil etnik İsveçliler de katılıyor. Bir de göçmen asıllı bir yığın üyesi var, bu üyelerin parti içindeki konumları çok önemli.
Türk solu ile İsveç solunu karsılaştırsanız..
Türkiye'de parti programında ne Sosyalizmi ne de Feminizmi almış hiçbir parlamenter parti yok. Hatta bırakın parti programına almayı, kadın-erkek eşitliğinden söz eden kitlesel parti bile yok.
Sosyal demokrasinin ,sağ liberalizmin, parti yelpazesi geniş. Ama sosyalist bir sol parti yok. Bu da Türkiye'nin talihsizliğidir. Çünkü, bu Türkiye'yi sol mihenk taşından yoksun bırakıyor. Dolayısıyla ne sosyal demokratlar ne de sağ liberaller gerçek yerlerini bulamıyorlar.
Vänster Parti içindeki çalışmalarınızı anlatır misiniz biraz?
Nacka Belediye Meclisi üyeliği yaparken belediyenin ilgili komisyonlarında görev yaptım. Çünkü sırf belediye meclisi üyesi olursanız uzun soluklu olamazsınız. Kişinin uzmanlık kazandığı konular olması gerekiyor. Ben ilk olarak kültür komisyonunda çalıştım, ikinci seçildiğim dönemde ise bölge komisyonunda konut politikası, serbest zaman politikası gibi konularla çalıştım.
Üçüncü seçildiğim dönemde de okul, eğitim ve yuva komisyonlarında çalıştım. En son olarak da uluslararası komisyonda temsil ettim partiyi. Bu arada partinin Nacka seçim kurulunda da yer aldım. Bunlardan başka partinin Stockholm yönetim kurulu üyeliği, kadın komisyonu üyeliğini de yaptım ve şu anda da merkez yönetim kurulu üyesiyim.
Bu yolda zorluklarla karsılaştınız mi?
Parti politikası içinde aktif olan üyelerin karşılaştığından daha fazla bir zorlukla karşılaşmadım aslında. Politika belli yöntemler, belli kodlar, belli çalışma temposu isteyen bir alan ve bu herkes için zor. Ama benim kendi özelimden kaynaklanan zorluk dil oldu.
Çünkü dili çözdüm diyebilmeniz için günlük düzeyde o dili konuşmanız yetmiyor, ana dilinizde ifade edebildiğiniz her düşünceyi o dilde de ifade etmeniz gerekiyor. Politika dil üzerine kurulu. Sabırla çalışarak, çok okuyarak, dinleyerek, çok konuşarak aştım bu zorluğu.Hala da çabalıyorum.Çünkü dil yaşayan, gelişen bir süreç.
Entegrasyon nedir sizce?
Entegrasyon bence sınıf, cins ve etnik köken farkı gözetmeksizin toplumda yaşayan herkesin varolan olanaklardan eşit olarak yararlanabilmesi, eşit haklar ve yükümlülükler sahibi olabilmesi. Her hak bir yükümlülük getirir. Bence, entegre olmuş insan bu toplumun bir parçası olmuş olan insandır. Yani, günlük yaşamına uyum sağlamış insandır.
Göçmen kökenli politikacıların özel bir işlevi var mi?
Önce dünya görüşleri önemli. Politikada bu kadar yıldır, gerek kendi hayatımda gerekse parti içinde anlatmaya çalıştığım şudur: İnsanları belirleyen etnik kökenleri değildir, dünya görüşleridir. Dünyaya nasıl baktıkları önemlidir. Eğer bir politikacı göçmense bu ancak ikinci, üçüncü bir dili bilmek gibi bir artı puandır. Ayrıca o gruptan biri olarak sorunları derinliğine bilme, anlama ve dillendirme kolaylığı getirir.
İsveçli politikacıların göçmen kökenli politikacılara bakışı?
Şöyle bir sakatlık sezdim ben aktif politik hayata başladığımda, bazıları, göçmen kökenli politikacıları boşluk olduğu zaman yer dolduracak biri ya da kendi kişisel politikasını onu kullanarak iletebileceği bir insan olarak görüyordu. Bu, göçmenlerden tersini sergileyen politikacılar çoğaldıkça düzelecek bir ön yargı.
Göçmen sorunları deyince...
Dil sorunu çok önemli. Herkesin mükemmel İsveççe bilmesi gerekmiyor ama insanın kendi düzeyinde kendini ifade etmesi gerekiyor. Çünkü bu, izolasyonu yani toplum dışına itilmeyi hızlandırıyor. Arkasına iş-aş-konut ayrımcılıkları da eklenince bir sorunlar yumağı oluşuyor... Ama bunları bir bütünlük içinde ele almak gerekir. Çünkü bütünü görmezsen buradaki çözümü de üretemezsin.
Folk Parti ve Moderat'lar bireylere öğrenim çeki verelim onlar istedikleri kursu seçsinler demişti...
Hangi kursları seçecekler? Çek sistemi, göçmenin emekçinin yararına işlemiyor ki! Nacka, çek sistemini eğitimde ilk uygulayan belediye. Uygulamayı yakından biliyorum. Çek sistemi, zenginlere seçme şansı veren bir sistem.İhtiyacı olana değil. Ancak pratik is hayatıyla SFI kursları bir arada yürütülürse artı bireyin ihtiyacından yola çıkılırsa bu iş başarıya ulaşır.
İsveçli bir politikacı olarak Türkiye'nin ve Türkiye'den gelenlerin önemi?
Tabii ki çok önemli. Yani, bildiğim tanıdığım unutmamın mümkün olmadığı, hayatımın 35 yılının geçtiği bir ülke. Unutmam mümkün değil. İstesem de unutamam.
Partilerde göçmen kökenlilere kota uygulansın mı?
Hangi partinin kotayı kullandığına bağlı. Oy avcılığı yapmak için belli kişileri hiç o partinin karar mekanizmasına katmadan, göstermelik, sırf oy almak için koyuyorlar. Böyle bir partide kota uygulanırsa bunun ne göçmenlere ne de göçmen konusuna bir yararı olur.
Sizin seçilmenizde kadın ve göçmen olmanızın bir rolü oldu mu?
Teorik olarak sanmıyorum. Ancak, partinin her kademesinde çalışmış olmamdan dolayı bir saygı ve güven oluştuğunu düşünüyorum. Sonra da, kadın ve de göçmen bir kadın oluşum olumlu etki yapmış olabilir. Çünkü, ben partide çalışırken, salt etnik kökenimi öne çıkarmadım. Yani bu nedene dayalı özel bir muamele beklemedim, beklettirmedim. Zaten beni salt göçmenim diye buraya getirselerdi önce ben karşı çıkardım. Böyle bir şey hem benim kendime olan güvenimi azaltırdı hem de yapmak istediğim politikaya engel olurdu.
Seçimlerde giderek düsen oy verme oranı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu seçimler bence sol ile sağ arasında. Çünkü sağın temsil ettiği bir toplum yapısı var, solun temsil ettiği bir yapı var. Sol partinin istediği dayanışmaya dayalı toplum yapısı, göçmenlerin büyük çoğunluğunun çıkarlarına uygun. Göçmenlerin,işsizlik, ayrımcılık, izolasyon gibi sorunlarına yönelik çözümleri sol politika üretiyor. Sağın göçmenlere ilişkin çözümmüş gibi getirdiği her öneri, aslında toplumdaki yabancı düşmanı güçlerin oylarını toplamaya yönelik.
Politika da doğa gibi boşluk kabul etmez. Boşluklar, hemen doldurulur. Sen oy vermediğin zaman senin istediğin yönde bir değişiklik olmuyor ki!. Oy vermemekle "bana istediğinizi yapabilirsiniz, ben bu oyuna katılmıyorum" diyorsunuz. Ve böylece, oyunu istedikleri gibi oynamalarına izin veriyorsunuz.Sonuç göçmenlere vurunca da salt dört duvar arasında yakınmak da yetmiyor tabii.!
Türkiye Avrupa Birliği'ne (AB) girmeli mi?
Avrupa topluluğuna girmek Türkiye'ye bir şey kazandırmayacak. AB büyük kapitalin örgütüdür. Dolayısıyla, Türkiye'deki büyük kapitalist kesim kazançlı çıkacaktır. Çalışan kesimin bundan kazançlı çıkacağını sanmıyorum. Türkiye'de halka yıllardır bir aşağılama, dışlama, yetersizlik politikası uygulanmıştır. İnsanlar sırf bu duygularından kurtulmak için AB'ye girmek istiyorlar. Sanki, AB'ye girince insan olarak değerleri eşitlenmiş olacak. Ben inanmıyorum buna. Böyle bir kamuoyu var Türkiye'de. Hatta bu duygu devlet yapısında bile görülüyor.
AB, özellikle de İsveç Türkiye'yi çok eleştiriyor...
İnsan hakları tamam, ama bir de ülkelere yapılan eleştirinin dozu çok önemlidir. Yoksa yanlış yerlere sapılır. Burada da bu doz hükümet politikası düzeyinde zaman zaman kaçıyor tabi. Bu "büyük birader" politikası demokratik güçlere güç katmıyor. Tam tersi, karşıt güçlere güç katıyor.
Türkiye'deki; idam cezasının kalkması, düşünce suçlarına hapis cezasının kalkması, Kürtçe'ye serbestlik gibi gelişmeler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bunlar olumlu gelişmeler. Sadece kağıt üzerinde değil çünkü bu bir süredir kamuoyunda tartışılıyor. Yapı böyle bir yere geldi zaten. Bu yasal kısmıdır. Bundan sonrasının ne olacağı ülkedeki demokratik güçlerin buna ne kadar sahip çıkacağına bağlıdır. Dışardan dürtmeler değil, Türkiye'deki demokratik güçler belirleyicidir bu süreçte. Hiçbir yasal düzenleme toplumsal gelişim oraya gelmeden olmaz.
AB'nin bu olumlu gelişmelerdeki rolü nedir?
Toplumda bir şey oluşur ve yasa ortaya çıkar.AB bir itici güç olmuştur belki ama tek başına bir güç olmamıştır. (DY/NM)