Devrimci Karargah'a karşı bugüne dek üç operasyon yapıldı. İlki 2009 Nisan'ında Orhan Yılmazkaya'nın öldürülmesi ile başlatılan operasyondur. İkincisi, bundan altı ay sonra Ekim 2009'da, yaygın medyada örgütün yeni lideri diye tanıtılan bir polis muhbirinin etrafında geliştirilmiş olandır. Nihayet üçüncüsü bundan onbir ay sonra geçtiğimiz ayın sonunda yapılan ve Hanefi Avcı'nın da içine katıldığı operasyondur.
İkinci operasyonun bütün yaygın medyaya haber olarak nasıl yansıdığı - eğer bu yazıdan sonra alelacele yayından kaldırmazlar ise - şu İnternet bağlantısından görsel, yazılı ve sözlü olarak izlenebilir:
Show TV logosu ile yayınlanan ve Zaman gazetesi'nin İnternet sayfasında da yer alan haberde Türkiye halkına anlatılan iki büyük iddia vardır.
Bir: Devrimci Karargah, Sabiha Gökçen Havaalanı'ndan bir uçak kaçırarak Türkiye'de 11 Eylül benzeri bir eylem planlamıştır. Polisin başarılı operasyonu bunu önlemiştir.
İki: Devrimci Karargah, Mehmet Ağar'a suikast düzenlemeyi planlamıştır. Operasyon bunu da önlemiştir.
Sorum şudur: Bu iki dehşetengiz eylem planı hakkında, son operasyonda tutuklanan "örgüt üyeleri"ne poliste, savcılıkta ve sorgu hakimliğinde ne sorulmuştur?
Cevap: Hiçbir şey.
Peki bu nasıl bir memleket, nasıl bir emniyet sistemi, nasıl bir kovuşturma, nasıl bir yargı sistemidir ki, bir örgüt "Türkiye'nin 11 Eylül'ünü yaratmayı" planlasın ve örgütün bilahare yakalanan "üyeleri"ne bu plan, hazırlık hiç sorulmasın?
Devrimci Karargah'ın planladığı! ve şimdi ele geçen "üyeleri"ne bu konuda kendi konumlarının, görevlerinin ne olduğunu bırakın, bu eylemin şu anda ne safhada olduğunun sorulmadığı bir emniyet ve yargı sisteminde, bu zaafı nimet bilen bu örgüt yarın "Türkiye'nin 11 Eylül'ü"nü gerçekleştirir, binlerce insan ölür ise bunun sorumlusu kim olacaktır?
Şimdi artık kinayeyi bırakıyorum..
Bir: 11 Eylül filan yoktur.. Bu, Terörle Mücadele Şubesi'nde yazılmış kendini aşmış bir doğaçlama senaryo şaheseridir! Bu senaryonun en ufak bir gerçekliği olsa yakalanan her "örgüt üyesi"ne bunun ısrarla sorulması, bu konuda derinleşilmesi gerekirdi.
İki: Mehmet Ağar'a suikastı planı yoktur.
Yeşil'in, Cem Ersever'in, Abdullah Çatlı'nın, Haluk Kırcı'nın, İbrahim Şahin'in, bilumum kirli savaş katilinin tepesindeki adam, yıllar sonra mahkemeye çıktığı gün, bu uydurma suikast senaryosu ile toplum nezdinde vakur bir mağdur yapılmaya çalışılmıştır.
Bu devletin cemaat kanadından, cemaatsiz kanadına bir pas, bir hediyedir. Ağar çıksın "Allah'tan başka kimseden korkum yoktur" diye hicranlı bir demeç versin diye..
Dahası, topluma pompalanan bu iki dehşetengiz eylem planının, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 2010/71 esas, 2010/51 numaralı iddianamesinde tek kelime ile izi yoktur.
İkinci operasyonda ortaya atılan, Emniyet'in emir ve komutasındaki yaygın medyanın topluma pompaladığı her iddia ve sonunda ortaya çıkan iddianame, bu ülkenin insanlarını ahmak yerine koyan bir dizi masaldır.
Üçüncü, son Karargah operasyonu, bunun apaçık ispatıdır ve yaygın dezenformasyona dayalı bu toplum mühendisliği projesinin iflası ile sonuçlanmıştır.
Devletin esas olarak medya eliyle yürüttüğü bu toplum mühendisliği harekatında, cemaat çetesinin yayın organları ile bunun dışında kalan diğer yaygın medya kuruluşları, birbirleri ile al gülüm ver gülüm bir haber ve fikir alışverişi içindeler. Bunların kesişim noktasında duran bir gazete var ki üzerinde ayrıca durmak gerek:
Orhan Yılmazkaya'nın öldürülmesinden sadece bir gün sonra 28 Nisan 2009 tarihli yazısında genel yayın yönetmeni sıfatını taşıyan Ahmet Altan şu saptamayı gönül rahatlığı içinde yapabiliyordu:
"Üstelik, henüz belgeleri ortaya çıkmayan bazı iddialara göre Ergenekon sanıklarıyla da ilişkisi var. Girdiği çatışmada ölmeden önce "onların izinden gidiyorum" dediği isimler ise "solcu" olarak tanınan isimler, bir "solcu" neden bir generalin darbe yapabilmesi için çalışan bir örgütle işbirliği yapıp, onlar için ölür ve öldürür?"
Yılmazkaya, adeta bir darbe planlama merkezi gibi çalıştığı bilinen Selimiye'deki Birinci Ordu Karargahı'na ölümünden birkaç ay önce havan saldırısı düzenlemiş olsa bile, Ahmet Altan'ın gazeteciliği, böyle olgulara yaslanan çıkarsamaların semtine uğramıyor.
O tarihten bugüne bu gazetede akıllara ziyan "analiz"ler, kimileri Polis Akademisi'nde hoca olmakla övünen "yazarlar" tarafından sergileniyor..
Emniyet senaryolarındaki bu, Devrimci Karargah ile onun içine sokulan her devrimci kişi ve kurumun, bu dolayım ile nihayet Ergenekon ile ilişkilendirilmesi uydurmasının, bizatihi Ergenekon davasının gerçekliğini aşındıran, bu önemli davanın temelini çürüten bir etkisi olduğu ise apaçık ortada. (HA/TK)