Yaşanan her çocuk cinayeti ardından olduğu gibi Narin Güran'ın ardından yeniden medyada çocuk temsili tartışmaları arttı.
bianet’te de çocuk odaklı habercilikte dikkat edilmesi gereken noktalar, Umay Aktaş Salman’ın hazırladığı el kitabından derlenip paylaşılmıştı. Fotoğraf kullanımından haberin diline bu detaylar çok kritik. Yalnız medya kuruluşlarında çalışan haberciler için de değil, seyirciler veya sosyal medya üzerinden paylaşımlarla bu konuyu gündemde tutmak isteyen okuyucular için de dikkat edilmesi gereken noktalar bunlar. Temel olduğunu düşündüğüm bu noktaları hatırlatarak başlamak isterim.
Çocukların edilgen, güçsüz, mağdur, masum ya da suçlu, korunmaya muhtaç varlıklar olarak çizilmesi, eşit hak ve özgürlüklere sahip birer yurttaş olarak kabul edilmedikleri egemen algının yeniden üretilmesine yol açıyor. Peki BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ve her “medyatik” ihlalde çocuk hakları savunucularının yinelediği bu tanımlamalar neden önemli?
Çocukların insan haklarının görülmediği, etkin, söz ve fikir sahibi, katılım hakkına sahip yurttaşlar oldukları kabul edilmediği sürece çocuklar yaşanılan şiddete ve ayrımcılığa açık hale geliyor. Medya eliyle de yaygınlaştırılan ve yeniden üretilen bu algıyı o nedenle dikkatle düşünmeli ve değiştirmeliyiz. Medya kanallarında üretilen bu ve benzeri içeriklere çocukların da ulaştığını gözden kaçırmamak gerekiyor.
Narin'e dair yazılan bazı haberlerde neden bir erkeğin kucağındaki Narin’in görseline yer veriliyor? Bazı medya kanallarında 8 yaşındaki Narin’in tabutuna konulan duvağa dair güzelleme yapılması neyin işareti? Narin’in nasıl öldürüldüğüne dair en ince detayları okuyucular olarak biz neden biliyoruz? Cesedinin çıkarılış anı saniye saniye çekilen videolarla neden paylaşılıyor bizimle? Peki biz neden seyrediyoruz? Cenaze sırasında Narin’in arkadaşlarına onlardan bir onay almadan mikrofon uzatan muhabirler neyi duymamızı istiyor? Amaçları o çocukların seslerini duyurmak mı hakikaten? Bir sabah programında çığlıklar atılarak tepki gösterilen bu çocuk cinayetinin tıklanma uğruna reality şova dönüştürülmesi hakikat ile bağının kopmasına neden oluyor.
Uzakta bir köyde kötü niyetli ve bağnaz insanların çocukları öldürdüğü bir senaryoda evimize dönüp televizyonu, gazeteyi, interneti kapattığımızda bu senaryodan azade kaldığımızı sanabiliriz. Oysa Narin’in ölümü, haberlerde fail olarak işaret edilenlerden de fazlasının sorumluluğunu açık edebilecek bir hakikati gösteriyor. Cinayeti ilk elden işleyenler elbette etkin bir soruşturma yürütülerek bulunmalı ve adil yargılanmalı. Ancak böylesi bir soruşturmada medyanın, haberlerin "gör" dediği ya da gösterebildiği isimlerin de ötesine geçilmeli ve ardındaki sorumluluk zinciri açık edilmeli. Bu cinayetleri mümkün kılan bir sistemden, dilden, temsilden bahsetmek gerekiyor. Bu temsillerden beslenen veya belki de bu temsillerin ürünü olan çocuk koruma sisteminin yetersizliğinin, etkin bir soruşturma yürütülmemesinin, delillerin karartılmasının, yargılama süreçlerindeki çarpıklıkların, cezasızlığın ceremesini çekiyoruz ne yazık ki. Bu anlamda, suç mahali şeridini zamansal ve mekansal olarak da genişletmek gerekiyor.
Peki o zaman bir temsil neyi değiştirir? Hakikati değil ama neyin "gerçek" olarak kodlandığını değiştirir. Temsilin bağdaştırıldığı hikâyenin, anlatının anlamını değiştirir. Yeni anlamlar algıyı ve kabulleri değiştirir. Bu kabuller, kabullenilmeyenler ve oluşan anlamlar bütünü politikayı değiştirir. Doğru bir temsil doğru soruları sormamızı ve doğru cevaplara, politikalara ulaşmamızı da sağlar. Temsil derken elbette ki yalnız bir fotoğraftan veya bir videodan bahsetmiyorum. Çocukların temsiliyeti, yalnız görüntülerini paylaşıp paylaşamamaya dair tartışmaya sıkışmış bir konu değil.
Diğer yandan, bahsettiğim anlamda yanlış bir temsil "kötü niyetli" olmak durumunda da değil. Halen karşılaştığımız "çocuk susar sen susma" pankartıyla yetişkinleri harekete geçirmeye çalışanlar da çocukların edilgenleştirildiği bu imgelemin kanıksanmasına, çocukların kendi hak mücadelelerinden kopuk çizilmelerine, çocukların sessiz, sinik ve sindirilebilir algılanmasına çanak tutuyor. Kemikleşen cezasızlık bize, suskunluğun atfedilenin aksine çocuklara değil, sorumluluklarını karartmak isteyen yetişkinlere ait olduğunu gösteriyor. Susan bazen bir köy oluyor, bazen yetkililer bazense olayın sıcaklığı geçince unutmaya alışmış bir ülke…
Unutmamak için hesabını sorabilmek, hesap sorabilmek icin de hesabını tutmak gerekiyor. İnsanları harekete geçiren, ses çıkarmalarını sağlayan ve toplumsal hafızada yer tutan ya da yer tutacağı ilk duyulduğunda kopardığı fırtınadan belli olan örnek olayların gündemde tutulması toplumsal refleks geliştirilmesini sağlamak açısından elbette önemli. Fakat Narin'in öldürülmesinin tekil bir örnek olmadığını hatırlamak gerekiyor.
Fikir ve Sanat Atölyesi Çocuk Hakları Merkezi, yaptıkları medya izlemesi sonucunda son 2,5 yılda 133 çocuğun ev içi şiddet ve şüpheli ölümler nedeniyle yaşamını kaybettiğini açıkladı. TÜİK’in kaybolup bulunan çocuklara ilişkin verileri tuttuğu, bulunamayan çocuklara dair ise bir veri ortaya koymadığı anlaşıldı. 6 Şubat depremleri ardından da gündeme geldiği üzere, çocuklara ilişkin istatistiki verilerin tutulmadığı, yaşam hakkı başta olmak üzere çocukların haklarının hayata geçmesine dair devlet tarafından bütüncül bir izleme politikasının halen geliştirilmediği de anlaşılıyor.
Bir çocuğu büyütmek için bir köy mü gerekir yoksa Sükrü Erbaş'a da referansla köylüleri öldürmek mi gerekir tartışması yapmadan önce politikaların nerede güdük kaldığı ve kapalı kapılar ardında bu eksikliklerden nasıl cesaret alındığını düşünmek şart. Çocukların ihtiyaçlarının ve karşılaştıkları ihlallerin verisi olmaksızın bütüncül, çocukların insan haklarını koruyacak bir politikanın yapılamayacağını, bu nedenle suç mahallinin köyden geniş olduğunu hatırlamak gerekiyor. Bu veriler, çocuk hak ihlallerinin görünür kılınması ve önüne geçilmesi, hesap verebilirliğin sağlanması açısından çok önemli. Çocuklara ilişkin verilerin sistematik biçimde tutulmaması veya paylaşılmaması çocukların maruz bırakıldığı ihlal ve ihmaller zincirindeki ilk halka olarak görülebilir.
Yazının başlarından çokça kullandım, “yine”, “yeniden”... Narin Güran cinayeti ardından da çocuk cinayetlerine ilişkin aşina olduğumuz çoğu şey tekerrür ediyor. Bizimse çocuk cinayetlerinin yeniden yaşanmaması için ihtiyacımız olan fakat tekrarını göremediğimiz şey adalet.
Halen referans verilen Romalı hukukçu Ulpianus adaleti, “herkese hakkını verme konusunda sürekli ve daimi bir irade” olarak tanımlar. Güncel metinlerde bu cümle, hak olanın bireyleri gözeten yasalarca korunma altına alınmasıyla ve bireylerin hakkı olanı almasının ancak oluşturulan yasalar çerçevesindeki pozisyonlarının tekrar tekrar gözden geçirilmesiyle mümkün olacağı yönünde yorumlanmaktadır. Yani, patriyarkal sistemin dışında kalan çocuklar gibi kadın, hayvan, lgbti+lar veya mültecilerin…
Haklarını garantiye alacak bir sistem örülmediği, hukuk egemen zihniyetin boyunduruğundan kurtulmadığı sürece ülkede adaletten bahsetmek mümkün olmayacak. Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılan değişikliğin aksine toplumu düzenleyen kanunların öldürmeyi değil yaşamı savunması gerekir. Etkin, hakları temel alan hukuki ve politik bir düzlemden bahsedebilmek için bu adalet fikrini sağlam temellere oturtacak temsiliyeti doğru, sürekli ve daimi bir iradeyle inşa etmek hepimizin sorumluluğunda gibi gözüküyor. Gerektiğinde hak öznelerini pasifize eden söylem ve temsillere karşı kişileri veya kurumları uyarmak, doğru temsile dair çabayı görünür kılmak ve en önemlisi egemen söylemi yeniden üretmemek…
(İC/HA)