Kabul, çok yaşlı değilim ama herhangi bir yerel seçimin bu kadar önemli hâle geldiği bir zaman hatırlamıyorum. Resmen genel seçimler kadar, belki de daha fazla kafa patlatılan bir süreç oldu. Herkes bu süreçten bir şeyler çıkardı, herkesin alıp cebine koyduğu notlar var. Ama ben de, bu mecradan uzakta olmasına rağmen özellikle Mart ayında ağır etkiler hisseden birisi olarak birkaç çıkarımımı sunmak istiyorum. Pek bir kişiseldir bu yazı, ağır felsefeler bekleyenlere philosoraptor'u hediye ediyorum:
Şu anda bir video oyun mecrasında editörlük yapan ben, teknoloji ve video oyunlarıyla yatıp kalkan neslin belki de tepelerini işgal edenlerdenim. Çünkü hobim olan oyun ve teknoloji işimin de merkezi. Kısaca ondan başka çok az şeye dönüp bakıyorum. Ama ilk adımda Twitter, ardından gelen YouTube yasaklarının sadece eğlenceyi değil, iş konusunda da sekteye uğrattığı o insanlardanım işte.
Çünkü gerek internet sitesinde, gerek basılı yayınlarımızda kullandığımız YouTube ile uluslararası teknoloji ve oyun dünyasında en ilginç fısıltıların uçuştuğu Twitter üste kapanınca az da olsa şirazemiz şaştı tabii. Ama Türkiye'de herhangi bir politikacının bilmediği, bizimse kendi aramızda günlük konuşmalarımızda eksik etmediğimiz TOR, VPN, Charter Web gibi kavramlarla yolumuzu bulabildik, bulmaya da devam edeceğiz. Sonuçta kimsenin hakkını hukukunu yemeden ekmek paramızı kazanmaya çalışıyoruz. Ama Facebook gruplarına isim olurcasına, "Bu hakkı / hukuku anlamayacak 26 kabine çalışanı bulabilirim!".
Burada kalkıp "İşte, aslında şu yollarla girebilirsiniz yasaklı sitelere" diyecek değilim. Çünkü benim tadım kaçık. Ortada yolu geçilmez kılan bir çukur var, bizlerse yanımızda taşıdığımız kalaslarla çukuru kapıyor, "işte, böyle aşabiliriz engeli" diyoruz. Hâlbuki o çukuru doldurmak gerekli. Kısa süreli çözümleri, o kadar fazla ağzımıza sakız etmiş durumdayız ki herhangi bir yasaklama söz konusu olduğunda "Bu hak ihlâlidir"den daha çok "Ne olmuş ki, bende Hotspot Shield var" cevabını alıyorsunuz insanlardan.
Bu kabullenmişlik hissine destek olmamak için hiç sesimi çıkarmadım bu mecrada. Ama başka zamanlarda, bu tür konuların göz önünde olması için çabalarım vardı. Artık yok, çünkü 30 Mart tarihinde gerçekleşen seçimler, az da olsa o çukurun kapanmasına yardımcı olabilirdi. Bunu düşününce, "E yani bırak yasaklansın, biz yolunu bulur yine gireriz" mantalitesinin bu sürece zarar verecek şeylerden birisi olduğuna inandım hep.
Ama şimdi bakınca, aslında ortada değişen bir şey olmadığını düşünüyorum. 30 Mart seçimleri, sözde kendi kendine organize olabilen, bir zamanların aşağılanan ama 2013 Haziran ayından beridir tersine adına methiyeler düzülen "Y" kuşağının çok da güzel duvara çarptığının kanıtı oldu benim gözümde. Çünkü yerel seçimler, bir tirandan başka bir tirana meşale geçirmekten farksız. Üstelik, yeni olası tiranın sempatizanları, şu anki tiranın sempatizanlarından da faşistlik, acımasızlık, fikir özgürlüğüne karşı olmak konusunda da aşağı kalmıyorlar.
İlk kısmına bakalım, nedir bu tiranlık mevzusu. Komiktir, sağda solda "artık bıçak kemiğe dayandı, bittik biz bittik!" diye inlemeyi bilen insanlar olarak önümüze süpermarketlerde sunulan patlıcan misali adaylarla seçime girmeyi uygun görüyoruz hâlâ. Güya eğitimli, aklı başında, baskıdan uzak ve kendi kendine organize olabilen bu gençler gidip bir adayın sırtını sıvazlayıp koltuğunu cilalamanın peşinde. Halbuki şaşkınlıkla seçim sürecini seyrederken birisinin şunu önermesini o kadar çok istemiştim ki:
"Bakın sevgili muhalefet partileri. Biz artık zurnanın zırt dediği yerdeyiz. Kaybedecek şeyimiz kalmadı. Ya siz, bizim her kesimimizi ayrımcılık yapmaksızın kapsayacak bir adayda hemfikir olursunuz, ya da biz komple seçimleri boykot ederiz. AKP, %100 ile tüm Türkiye'yi alır. Çünkü biz o halde de, bu halde de batmışız çoktan."
Ama yok, onun yerine #basgeç adında bir uygulama türetildi, fikrini belirten her insana da "Tatava yapma!" dendi. Ben İstanbul'dayım, o nedenle bu #basgeç eyleminin sadece buradaki ayağını değerlendirebilirim. CHP'nin başı çektiği bu harekette AKP'den görmediğim kadar baskı, faşistlik ve saygısızlık gördüm desem, herhalde abartmam. Kabul, bu sürecin konsantre bir yapısı vardı, Belki bugüne kadar AKP'den gördüğüm baskıyı aynı süreye sıkıştırsam daha fazlası olur ama, neden ben ölüme bakıp sıtmaya tamah ediyorum ki?
Ne zaman fikrimi sunsam, AKP sempatizanı muamelesi gördüm. Onlara prim yapıyor gibi hissettirildim. Mustafa Sarıgül iyi bir insan olabilir, ama bence kötü bir aday. Çünkü ben, pratik bir ateist (apateist) olarak ağzından sürekli Allah'ı, Kuran'ı Kerim'i, dini, imanı eksik etmeyen bir adamın benim haklarımı savunacağını hiç mi hiç düşünmüyorum. Ama bunu dile getirmem hoş karşılanmıyor, olur da getirirsem yediğim lafın haddi hesabı yok.
İşin acı tarafı, benim gibi teknofili bir adamın kalkıp halkın adayları yönlendirmesini öneriyor olması. Ben siyaseti hiçbir zaman sevemedim, siyasetçi insanların hiçbirine de hiçbir zaman güvenemedim. Ama bu peşin hükümlülüğümün haklılığını ne zaman sorgulasam, karşıma beni doğrular kanıtlar çıkıyor. Bu önerdiğim şey, yani benim tabirimle son çare uygulaması sizce hiçbir siyasetçinin aklına gelmiş olamaz mı? Sizce bu, ya da benzeri bir fikir bir yerlerde filizlenemez mi? Ben çok mu harikayım, çok mu üstünüm? Yok yahu öyle bir şey, tabii ki gelmiştir (ve evet, süper falan da değilim). Biliyor değilim ama Occam'ın usturası, bana öyle olduğunu söylüyor.
Peki kim önerdi bunu (ya da benzerini) bu seçimlerden önce? Hangi siyasetçi bize "alın elinize gücünüzü, bize geçirin koşumu, baskı kurun üzerimizde" dedi? Hiçbirisi. Hiçbir sözde "önemli" siyasi kurum veya kuruluş gıkını çıkarmadı. Buna en soldan en sağa, en liberalden en ulusalcıya, en bıyıklıdan en epilasyonluya hiçbir siyasetçi dillendirmedi. Çünkü güç güzeldir, kararı veriyor olmak hoştur işte.
Tabii bunun büyük bir hatası da bende. Bu çağın medya ve yayıncılığına dair bianet'te farklı yazılar yazdım. Bir lider mecranın olmamasını, eşitliği savundum. Bugüne kadar kimsenin kulağına kar suyu kaçırmamış olduğum için, ben de en az siyasetçiler kadar suçluyum. Bunun da farkındayım, dikkate almak isteyenlerden de özür dilerim. O saçma "ama ben oyun editörüyüm, siyasetten ne anlarım" düşüncesinin de aklayıcı değil çöp olduğu bir gerçektir.
Ben bu yazıyı yazarken daha seçimler bitmemişti, açıkçası sonucunda kimin kazanacağını da umursamıyorum. Çünkü nihayetinde Gezi olaylarında yüceltilen neslin kaybettiği bir seçimdir bu. Söz sahibi olabilecekken koyun olmayı tercih eden insanların seçimidir. Ben dahil olmak üzere kılını kıpırdatmayan, düşünme zahmetine girmeyen insanlar yüzünden düzenin kötü adamının değişme ihtimalinin olduğu bir seçimdir. Sonuçta 300 Spartalı'nın karşısına dikilen Xerxes gibi, bize söylenebilecek en güzel cümle "Ben cömert bir tanrıyım" olur.
Çünkü bizim söz geçirmediğimiz, bizim bu kriz zamanında üstünde baskı kurup istediğimizi yaptırmadığımız ama sözde "halka hizmet için" çabalayan o siyasetçilerin hepsi bu tanrı kompleksiyle gelip oturacaktır koltuğa. Biz de arkalarından koşar, çocuklar gibi seviniriz artık. (SK/HK)