Ülkemden, ailemden ve sevdiklerimden ayrı sekizinci ayıma girdiğim yeni ülkemde havalar yavaş yavaş serinlemeye başlarken, ben de bir yandan buraya has, kışın pişirilen tarifleri denemeye ve anlamaya çalışıyorum.
Kış tatlıları içinden listemin başına aldığım tarifin adı; Imbuljuta tal-Qastan. Türkçe karşılığı; kestaneli Malta yılbaşı içeceği. Akışkan formundan dolayı bu tatlıyı her ne kadar içecek olarak tanımlasalar da aslında her zaman geleneksel tatlı tarifi listelerinde yer buluyor.
Imbuljuta tal-Qastan tarifini ilk defa, partnerimin babasından öğrendim. Evin buluşma noktası mutfak. Büyük nenelerden ve dedelerden kalma mobilyalar, aksesuarlar, yemek hazırlama gereçleri, fotoğraflar, cam vitrin içine dizilmiş vefat eden aile üyelerinin fotoğraflarının yer aldığı ölüm ilanları, büyük camın önüne sıralanmış rengarenk bitkiler, uzun mutfak masası üzerine yayılmış dergiler, not kağıtları ve evraklar… En az altmış yıldır yaşayan ve dört ülkeden izler taşıyan bu mutfak, sanırım bu ülkede en çok zaman geçirdiğim yer.
Kendi ülkemin aksine, bu ülkede evlerde çok fazla politika konuşulmuyor. Apolitik olduklarından değil. Politikacılar işlerini yaptıklarından dolayı onlara her gün uzun uzadıya konuşmayı gerektirecek bir konu kalmadığından. Başlarda Türkiye politikası ve Türkiye’de yaşanan korkunç olaylardan çok daha fazla konuşuyordum. Sanırım anlaşılma ihtiyacından doğan bir durum. Bir süre sonra kendimi sonu olmayan, dipsiz bir kuyunun felaket tellalı gibi hissetmeye başlayınca, kendi ülkemin her seferinde ortalığa daha fazla kara bulutlar yayan gerçekliğinden daha az bahseder oldum. Sahi, düşünüyorum da buraya taşınan Slovakyalı bir göçmenle Türkiyeli bir göçmenin adapte olma hızı aynı olabilir mi gerçekten? Ülkemin dünü, bugünü ve muhtemel geleceği sırtımda bir yük. İnsan yükleriyle hızını almakta güçlük çekiyor.
Evdekilere artık pek anlatmasam da Türkiye’deki haberleri bir iş gibi takip etmekten kendimi alamıyorum. Gerçekler orada bir yerde ne de olsa. Ben başımı çevirmişim, çevirmemişim çok fark etmiyor. En nihayetinde, her gün takip ettiğim haberlerin üstüme katran gibi yapışan ağırlığından kurtulmak için her seferinde mutfağa koşuyorum. Pişirdikçe, öğrendikçe, yazdıkça arınıyorum o katrandan.
Kendi araştırma çalışmam için tanıdığım, iletişim kurabildiğim ne kadar Maltalı varsa buranın yemekleri hakkında sorular soruyorum sürekli. Annelerden, büyükannelerden kalan, hikayesi olan tarifler. Partnerim, Sicilyalı anneannesi yani nonna’sının tariflerinden ve mutfağından sık sık bahseder. Ona, Maltalı babaannesinin yani nanna’sının nasıl yemekler pişirdiğini merak ettiğimi söylediğimde bana pek hatırlayamadığını söyledi. Benim için ilginç bir durum çünkü anneanneler ve babaanneler benim kültürümde olduğu gibi hemen her kültürde yemek yapan, besleyen karakterlerdir.
Konuşmamız sırasında kahve yapmak için mutfağa babası geldi. “Hah, en doğru kişi geldi” dedim. Babasına, çocukluğunda annesinin hazırladığı tariflerden en çok hangisini sevdiğini sordum. Kalın çerçeveli gözlüklerini yüzüne iyice yerleştirip kısa bir an düşündükten hemen sonra neşeyle, “Annem çok güzel yemekler yapardı ama Imbuljuta tal-Qastan tarifi benim en sevdiğimdi” diye cevap verdi.
Son derece samimi bir cevap çünkü anneler ne kadar güzel yemekler yaparsa yapsın, çocukluğumuzdan aklımızda kalanlar genelde tatlı tariflerdir. Imbuljuta tal-Qastan yani kestaneli Malta yılbaşı içeceği-tatlısı, genellikle Christmas zamanlarında yapılırmış. Tarifini de vermeyi ihmal etmedi tabii. Her bir malzemeyi ve pişirme aşamalarını iştahla anlatırken, gözlerinde çocukluğunun güzel günlerini izledim. Tarife ölçülerini de eklemek için internetten yardım alarak düzgün bir formata getirdim ve tarif defterime ekledim.
Imbuljuta tal-Qastan / Kestaneli Malta yılbaşı içeceği-tatlısı
- Kurutulmuş kestane (450gr)
- Kahverengi şeker (175gr)
- Bitter çikolata (50gr)
- Portakal ve mandalina kabuğu (1’er adet)
- İyi kalitede kakao (50gr)
- Karanfil (3 adet)
- Tarçın (1 çay kaşığının ucu kadar)
- Su
Yapılışı: Kestaneleri iyice yıkayın. Büyük bir kâseye koyun ve üzerini suyla kaplayın. Bir gece bekletin. Ertesi gün kabuklarını çıkarın. Kestaneleri derin bir tencereye koyun. Şeker, kakao, bitter çikolata, portakal kabuğu, mandalina kabuğu, tarçın ve karanfil ekleyin. Malzemeleri örtecek kadar su ekleyin. Kaynama noktasına getirin. Orta ateşte yaklaşık 45 dakika pişirmeye devam edin. Eğer kestaneler yumuşamamışsa ve karışım kurumaya başlarsa su eklemeyi unutmayın. Üzerine ufak portakal kabukları rendeleyerek, sıcak şekilde bir kâsede servis edin.
Babası tarifi anlattıktan sonra kahvesini alıp mutfaktan çalışma odasına doğru geçtiği sırada partnerime yeni bir soru daha sordum çünkü ölümüne dek sık görüştüğü babaannesinin yemeklerini neden hatırlamadığına anlam verememiştim. Şöyle cevapladı; “Babaannem ve büyükbabamın evine sadece pazar günleri gidiyorduk. Pazar günleri de dedemin yemek pişirme günü olduğu için babaannemin yemeklerini pek hatırlayamıyorum. Her Pazar ben, çekirdek ailem, amcalarım, kuzenlerim, yengelerim büyükbaba ve babaannemin evinde, aynı masada buluşurduk. Dedem kalabalık sofraya bol porsiyonlu, lezzetli yemekler hazırlardı. Et tüccarı olduğundan olsa gerek, tarifler ağırlıklı olarak etli olurdu.”
Hristiyanlıkta pazar günü ibadet ve dinlenme günü olarak kabul edilir. Bu gelenek, İncil'deki yaratılış hikayesine dayanır. Tanrı'nın altı gün boyunca dünyayı yarattığı, yedinci gün (pazar) ise dinlendiği anlatılır. Hristiyanlıkta pazar günü, aynı zamanda İsa’nın diriliş gününü temsil ettiğinden, haftalık ibadet ve kutlama günü olarak kutsal kabul edilir. Bu dinlenme günü, aslında geri kalan günlerin muhasebesini yapmak ve yeni gelecek haftaya kendini hazırlamak için de önemlidir.
Pazar günleri kilise ziyareti sonrası bazı aileler aile büyüklerinin evinde toplanıp kalabalık sofralar etrafında buluşur. En zengininden en fakirine, nüfusun büyük çoğunluğu ise pazar günleri öğle yemeğini restoranlarda yemeyi tercih ediyor. Herkesin bütçesine göre bir seçenek var. Önemli olan tüm ailenin bu dinlenme pratiği içine dahil olması. Gözlemlediğim kadarıyla pazar günleri aslında burada kadınların dinlenme günü. Haftanın 6 günü ev işi, çocuk, yemek ve bitip tükenmeyen yorgunluğun içinde bunalan kadınları bir gün ya da en azından bir öğün yemek hazırlama zahmetinden kurtarmak.
Üç büyük dini önümüze koyalım; Hristiyanlıkta pazar günü dinlenme günü olarak kabul edilirken, Yahudilikte Şabat, yani cuma akşamı gün batımı ile başlayıp cumartesi akşamı gün batımına kadar geçen süre, günlük işleyişi bir kenara bırakıp ailece dinlenmeyi ve bir arada olmayı buyurur. İslamiyet’te cuma günü her ne kadar kutsal kabul edilip, erkekleri camide ibadet için buluştursa da İslamiyet’te Yahudilik ve Hristiyanlıkta olduğu gibi tam anlamıyla bir dinlenme günü söz konusu değildir. Çalışmak serbesttir ve günlük yaşam devam eder.
Geriye dönüp burada geçen pazar günlerimi düşündüğümde, diğer tüm günlerde ev işlerindeki sorumluluğumuz ortak olmasına rağmen, pazar günleri yemekleri en çok partnerimin yaptığını hatırladım. Aktarılmış ve öğrenilmiş bir gelenek. Annem, anneannem, babaannem ya da ülkemin ayrıcalıklarla doğmamış tüm kadınları için bir dinlenme günü hiçbir zaman söz konusu olmadı. Hatta haftanın günlerini bazen unutacak kadar çok çalıştılar.
Benim ailem için benim kuşağıma kadar süregelen tüm kadınların kaderi nefes almaksızın hizmet etmekti. Doğup büyüdüğüm evde pazar günleri bırakın dinlenmeyi, annemin en çok yorulduğu gündü. Günlük koşuşturmanın üstüne bir de mükemmel sofralar kurup misafir ağırlama ve her şeyi kusursuzca halletme yorgunluğu eklenirdi. Son derece modern olduğunu iddia eden ailemin erkeklerinin o sofradan bir tek tabağı bile kaldırıp mutfağa götürdüğünü hatırlamıyorum.
Benim ailemde hiç değilse benim kuşağımla son bulan bu eziyetin milyonlarca evde kadınlar için bir emek sömürüsü olarak hâlâ sürdüğünü biliyorum. O evlerden birinde, “bundan sonra pazar günleri ev işi ve yemek yapmak yerine dinleneceğim ya da en azından sorumluluğumuz ortak olacak” diyen bir kadın çıksa, kocasının tepkisi ne olurdu diye merak ediyorum.
Birkaç gün önce yayınlanan bianet’in Erkek Şiddeti Çetelesi çok şey söylüyor aslında. Erkekler Ekim ayında 79 kadına şiddet uyguladı, 49 kadını öldürdü. Kadınları en çok kocası ya da sevgilisi öldürürken, 49 kadından 32’si ev içinde öldürüldü.
Kim bilir, belki de kadınların artık yeni bir kitaba ihtiyacı vardır. Kutsal olmayan, esneyebilen, bir kurtarıcıdan bağımsız ve sadece kadınların yazdığı…
(KA/HA)