Cevabını en çok merak ettiğim soru 'Acaba bir taksi şoförünün dikiz aynasından coğrafyamızın tüm Ünzile'leri nasıl görünüyor?' olmadı hiçbir zaman. Ancak İstanbul'un yolları biraz kar ya da yağmurla ıslanmaya görsün. Size isterseniz varış noktanıza kadar bulunduğunuz araç içerisindeki insanlarla doğaçlama tek perdelik bir oyun sergileyecek şansı bile veriyor.
Bense 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününü uğurlarken bu defa doğaçlama bir röportaj fırsatı yakalıyorum. Taksi şoförü ile radyodan dinlediğimiz haberde Ankara Barosu ile Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu arasında şiddet mağduru kadınlara ücretsiz avukatlık hizmetinin verilmesini kapsayan bir protokol imzalandığını öğreniyoruz.
İmzalanan protokollerin geçerliliklerini kâğıt üzerinden ziyade kadının sosyal yaşamının izlerinde birebir yankı bulması umudu ve her gün birbiri ardına yayımlanan kadına yönelik şiddete ilişkin raporların geleceğe dair yarattığı endişe birbirine karışıyor. Şiddet mağduru kadınlara güzel haberi veren spiker çoktan diğer habere geçmişken radyonun sesinin kısıldığını fark ediyorum.
Müstehzi gülümseyen şoförün belli ki şiddet mağduru kadınlar hakkında söyleyecek bir şeyleri var. "Son günlerde kadına yönelik şiddet ile ilgili ne kadar korkunç olaylarla karşılaşıyoruz, ne korkunç haberler okuyoruz değil mi?" diye soruyorum.
Cevabı "Yapma ablacım. Her zaman var da aslında basına yansımıyordu. Tek fark şimdi basına yansıyor. Basın bu işi çok takip ediyor, yoksa her zaman var. Durup dururken peş peşe mi oldu sanıyorsun," oluyor.
İfade ettiği toplumsal gerçekliğin yakıcılığı bir yana cevabın istatistikî verilerden ziyade sokaktan rasgele bir ses olması, şoförün tavrındaki doğallık ve samimiyet bu defa raporlardan çok daha fazla endişelendiriyor.
Davul bile dengi dengine içerikli bir dolu "atasözü"nü sıralayıp, karısı ile anlaşamıyor olmasını kendisinin üniversite ikiden terk karısının ise ilkokul mezunu olduğuna bağlıyor. '28 yıldır birbirimizin ne söylediğini anlamıyoruz.' diye itiraf ediyor.. Otuz yıl kısa da olsa bir ömür sayılır.. Dayanamayıp neredeyse bir ömürlük sorunlarını nasıl çözdüklerini soruyorum.
"Tabii ki şiddet ile değil. Şiddete karşıyız. Zaten bir de eşime şiddet uyguluyor olsaydım şimdiye kadar on kere rahmetli olmuştu kendisi. Eve fazla uğramıyorum, hem aile dağılmamış oluyor hem de tartışma yaşanmıyor" cevabını verirken attığı kahkaha sanki İstanbul trafiğini daha bir sıkıştırıyor.
Henüz emeklerini, kadınlıklarını zafer işaretleri, barış ve özgürlük dilekleri ile sokaklarda kutlayan kadınlar evlerine belki de dönmemişken.. Belki de aynı kadınlarla aynı trafiğin hengamesinde evlerimize dönmek için çabalarken..
Tutuyor bir de "Karılarını öldüren, dövenlerin hepsi parçalanmış ailelerden, hepsi serseriler, ayyaşlar. Geçen gün iki tane adam aldım taksiye. Öğlen vakti leş gibi şarap kokuyorlardı. Bu adam karısını döver de öldürür de. Ama bizim kadınlarımız da çok cahiller. O yüzden bir soracaksın ölende mi suç öldürende mi diye.'' diyor.
O anda dikiz aynasından beni evime getiren şoförün ortaya attığı kara tablodan her şeye rağmen inatla gülümseyen Ünzileler ile karşılaşıyorum, elimi uzatıyorum.. Ve bir kere daha davet ediyorum ki..
8 Mart bahanesiydi.. Çoktan geçti ve gitti..
Emek, barış, özgürlük ve kadınlığımız ile hep sokaklara! (ELV/EÜ)