Türkiye yeniden tarihi bir eşiğe geldi. Yıllardır süren çatışmaların ardından silahlar bırakıldı. Barışa dair bu umut verici ihtimal çok önemli. Ancak biliyoruz ki barış, yalnızca silahların bırakılmasıyla değil; yeni bir ortak yaşamın kurulmasıyla, barış duygusunun toplumsallaşmasıyla mümkün.
Türkiye’nin son kırk yılına bakıldığında; faili meçhul cinayetler, gözaltında kayıplar, zorla yerinden edilmeler, yakılan köyler, işkence, zorla koruculaştırma ve inkâr edilen yaslarla örülü uzun ve zorlu bir dönem görülür. Bu dönem yalnızca toplumu değil, kuşakların hafızasını da derinden etkiledi.
Ve bu sürecin en ağır yükünü kuşkusuz çocuklar taşıdı. Başlatıcısı olmadıkları bir çatışmanın tanıkları, kimi zaman doğrudan mağdurları, kimi zaman da sessiz hafızası oldular. Kimisi yaşamını kaybetti, kimisi ailesini, öğretmenini, arkadaşlarını yitirdi. Bazıları zorunlu göçlerde yoksunluk yaşadı, bazıları cezaevlerinde özgürlüğünden mahrum bırakıldı.
Bazıları oyun oynarken bir zırhlı aracın çarpmasıyla, bazıları evinin bahçesinde bulduğu mühimmatla yaşamını yitirdi.
13 yaşındaki bir Cizreli çocuğun “Ölmeden önce barışı görmek istiyorum” sözü, bu ülkenin hafızasında yankılanmaya devam ediyor. Bu söz, hem bir arzunun, hem bir yorgunluğun hem de bir kuşağın tükenmeyen inadının ifadesi sanki...
Dolayısıyla barış, çocuklar için yalnızca bir talep değil; hayatta kalma umudunun son biçimidir.

Anadilinde müzik eğitimi çocuğunuzun hayatında ne değiştirir?
Neden katılmalılar ki?
Dünyanın birçok ülkesinde -Nepal, Uganda, İrlanda, Endonezya, Sierra Leone, Kolombiya, Sri Lanka, Angola- uzun süren çatışmaların ardından barış süreçleri yaşandı. Bu süreçlerde farklı yöntemlerle çocuklar da yer aldı. Zaten barışın kalıcı olması ve toplumsallaşması için, toplumun tüm kesimleri gibi çocukların -yani en çok kayıp yaşayanların, en çok etkilenenlerin- sürece katılımı bir “lütuf” değil, bir yükümlülüktür.
Bu yükümlülüğün dayanakları da açıktır:
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi; çocukların katılım, düşünce ve ifade özgürlüğü ile barış içinde yaşama haklarını güvence altına alır. Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi de aynı biçimde düşünce, ifade ve barış hakkını tanımlar.
Çocuklar barışın öznesi olursa
Dünyadaki deneyimler önemli… Sierra Leone, Guatemala, Güney Afrika’da çocuklar hakikat komisyonlarına katıldılar. Sri Lanka, Angola, Nepal’de yerinden edilen toplulukların dönüş ve entegrasyon süreçlerinde aktif rol aldılar.
Uganda’da barış için şarkılar yazdılar, radyo programları yaptılar, toplumlarına barış mesajları taşıdılar. Guatemala’da çatışma tarihinin yazımına katkı sundular.
Ve belki de en ilham verici örnek Nepal’de:
Yedi yıl süren iç savaşın ardından çocuklar “Çocuklar Barış Bölgesidir” kampanyasını başlattı. Okullarını, mahallelerini, köylerini barış alanı ilan ettiler. Kendi inisiyatiflerini kurdular, yetişkinlerle koalisyonlar oluşturdular. Kısa sürede bu hareket ulusal düzeye taşındı; siyasi partiler girişimi benimsedi, Başbakanlık bir “çocuk koruma planı” hazırladı. Sonuçta çocuklar yalnızca korunmadı; barış politikalarının öznesi haline geldiler.
Peki, çocuklar neden barış süreçlerine katılmalı?
Yanıt çok açık: Çünkü barış o zaman anlaşılır olur, barış o zaman kalıcı olur.
Yetişkinlerin görevi de tam da burada çocukların potansiyeline inanmak, cesaretlendirmek ve yollarını açmaktır. Hem dünya örnekleri gösteriyor ki barış süreçlerinde çocukları odağa almak, sürecin hem adalet hem kalıcılık boyutunu güçlendirir.
Türkiye’deki deneyim: Bir fırsat ve bir kayıp
Türkiye’de 40 yılı aşkın süredir süren çatışmalar, binlerce çocuğun yaşamını doğrudan etkiledi. Dedik ya faili meçhuller, yerinden edilmeler, eğitimden kopmalar, sokağa çıkma yasakları, çok ağır acılar…
2013’teki çatışmasızlık süreci bir umut yaratmıştı; ancak 2015’te yeniden başlayan çatışmalar o umudu yarıda bıraktı. Cizreli bir çocuğun 2015 yılında söylediği “Ölmeden önce barışı görmek istiyorum” sözü hâlâ aklımızda.
Yeni bir çatışmasızlık dönemine girilmişken, bu sürecin çocuklarla birlikte örgütlenmesi hayati önemdedir. Türkiye’de de bu konuda çaba gösteren kurumlar var: Rengarenk Umutlar Derneği, GİYAV ve daha niceleri. Şimdi, bu ihtimal yeniden doğmuşken, çocuklara da odaklanmak gerekiyor.
FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nin, dinlenmek üzere önerildiği ancak çağrılmadığı TBMM’de kurulan Kardeşlik, Barış ve Demokrasi Komisyonu’na sunduğu bilgi notu tam da bunu söylüyor:
Barış, çocuklarla birlikte adil, onarıcı ve kalıcı biçimde inşa edilmelidir.
Geçiş yasaları çocuk haklarını dışlamamalı; çocukların katılımı, eğitimi, güvenliği ve onarımı temel alınmalıdır.
Çocuklar için barış denildiğinde iki isim hep aklımda: Tahir Elçi ve Sırrı Süreyya Önder.
Tahir Elçi, çatışmalarda yaşamını kaybeden çocukların avukatlığını yaparken, ne yazık ki barışın savunucusuyken öldürüldü.
Sırrı Süreyya Önder ise çatışmanın yerine konulamayacak iki şeyi bizden aldığını söyler:
“Çokça zaman, çok fazla can...”
İşte o “çok fazla canın” içinde çocuklar da var.
Çocukların bugünü ve yarını için, daha fazla zaman kaybetmeden barış artık bir seçenek değil; bir sorumluluk.
(EK/NÖ)







