Geçtiğimiz pazar, televizyonda bir haber bülteninden çığlık çığlığa sesler yükseliyor, kulak kabartmamak mümkün değil. Olay şu: İstanbul Newroz’unun kutlandığı Kazlıçeşme alanına giden yolun yakınlarında bir okulda YGS (Yükseköğretime Geçiş Sınavı) sürüyor.
Okul bahçesinde bekleyen ebeveynler Newroz kutlamaları gürültüsünün çocuklarının sınav performansını etkileyeceği endişesi içinde sinir krizi geçiriyorlar, “kutlama yapacak bugünü mü buldunuz?” diye isyan ediyorlar.
Çığlık atan atana, bayılan bayılana. Haber, öğrencilerin zaten aksaklıklar, muğlaklıklar dolu böyle bir seçme sisteminde mecbur oldukları bu sınavda, bir de “keyfi” bir bayram kutlaması nedeniyle mağdur edilmelerine yönelik veli isyanını en üst perdeden yansıtıyor. Ancak bu mağduriyetin asıl sorumlularına ve mağduriyeti doğuran zihniyete ilişkin bir malumat vermiyor.
Örneğin Türkiye’de dini içerikli Kurban ve Şeker bayramlarında, milli bayramlarda bu tür sınavlar organize edilmiyor. Ancak Paskalya, Noel ve Newroz’a denk gelen günlerde bir bayram kutlaması yapılacağı akla bile getirilmiyor. Oysa tüm inanç ve dini eğilimlerin bayram günleri tanınmalı ve gençlerin kaderini belirleyecek sınavlar ya da bu çapta organizasyonlar bu tür günlerde organize edilmemeli.
Tamamen mülki idarenin sorumluluk ve yetki alanında olan bu sorun CNNTÜRK ekranlarında bayram kutlayanlara yönelik bir öfke haline büründürülmeden haber haline getirilemez miydi?
Öğrencinin sınava girme hakkı ile halkın bir bayram kutlama hakkı arasında bir tercihe zorlanmamızdansa, her iki hakkın bağdaştırılmasının sorumluluğu omuzlarında olanların vurdumduymazlığı değil miydi asıl sorun?
Bu basit habercilik standartlarına uygun bir yayın şöyle dursun, o gün neredeyse tüm ana akım medya sanki anlaşmışlar gibi 2014 Newroz’unu görmezden geldi. O ateşine arkalarını döndükleri Newroz kutlaması kalabalığında sınavdan çıkmış gençler de vardı. Kimse onları haberinin bir parçası yapmayı düşünmedi.
Habere konu olan sınavın sürdüğü saatlerde Newroz alanında Kürtler ve Newroz’u benimseyen tüm katılımcılar baharın isyan ateşini yakmışlardı.
Fotoğraflardan ve videolardan gördüğümüz, katılan eş dosttan duyduğumuz kadarıyla İstanbul Newroz’u olağanüstü coşkulu ve renkliydi. Mana yüklüydü. 2013 Newroz’u, Öcalan’ın ele geçirilmesinin üzerinden geçen 14 yıldan sonra, devlet ve Öcalan arasında yürütülen “yarı şeffaf” görüşmelerinin devamında kendisinin mesajının iletileceği bir büyük buluşma olduğu için çok önemliydi.
Kürt siyasilerin KCK davasıyla rehin alındığı, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) siyasetçilerin sistematik tacize uğradığı kötü koşullarda bile barış imkanı umutla dolduruyordu herkesin içini. Türkiye’nin dört bir yanından ekseri emekçi Kürtler Amed’e, tabiri caizse, akın ettiler, kalplerinde lider bildikleri Öcalan’ın mesajı, mesaj bir yana, mesaj göndermiş olması onlar için çok önemliydi.
Teşbihte hata olmaz, yıllarca sürgünde bir sevgiliden mektup almak nasılsa, öyle yüreği ağzında bir kavuşma anıydı. Hükümetin henüz Gezi isyanı ve 17 Aralık yolsuzluk operasyonu darbeleriyle sarsılmadığı ve kimi medya yüzleri nezdinde “saygınlığını”, “gücünü” koruduğu günlerde ana akım köşe yazarları, şarkıcı-türkücüler de akın etmişlerdi.
O gün fotoğraf verilecek kare orasıydı. Yarına Allah kerim... Öcalan, onun siyasetini takip edenler için, sürpriz teşkil etmeyen bir mesaj gönderdi, ateşkes ilan etti ve özetle bundan sonra Kürt özgürlük hareketinin silahlar yerine demokratik siyasetle yürütüleceğini ilan etti.
O günden bu yana hükümet çözüm müzakerelerini bir “Terörle mücadele” pratiği olarak sunmakta ısrar etse de, aslında devletin gelip dayandığı yer barışma mecburiyetiydi. Öcalan’ın çeşitli görüşme ve müzakere girişimlerine karşılık vermek zorunda kaldı.
2013 Newroz’undan bu güne, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti barış görüşmeleri çerçevesinde üzerine düşeni yapmadı. BDP ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) siyasi çizgisi, başta Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve ulusalcı çevreler tarafından Kürtleri savaşa kışkırtmadığı için "AKP yardakçılığı" yapmakla suçlandı.
Oysa Kürtler eğer muhatap beğenmeyecek olsalardı, herhangi bir müzakere/diyalog sürdürmeleri mümkün olamazdı. Bu ağır eleştirilere, her türlü işbirliği, pazarlık iddialarına, hükümetin ataletine, isteksizliğine rağmen Kürtler kendi barış iradeleri ve mücadele tarihlerine yaslanarak 1 yıl boyunca sabrettiler, belki daha uzun süre de sabredecekler. Savaşmak sabır ve dayanıklılık işi ise, savaşı durdurmak daha büyük bir dayanıklılık meselesidir.
2014 Newroz’u Öcalan’ın ve Kürtlerin kendi inşa ettikleri ve sürdürdükleri barış yürüyüşüne olan bağlılık ve destek mesajıydı, tabii HDP ve adaylarına destek de içeriyordu. Ana akım medya organlarının bir bölümü ise Amed Newrozunu kısmen ve kendi ait oldukları kliğin menfaatlerine uygun olarak görmeyi seçti çünkü oradaki manzara "sermaye-CHP-cemaat" arasındaki yeni ittifakın görmekten rahatsız olacağı bir büyük siyaset duygusunu yansıtıyordu.
Örneğin Akşam kutlamayı “Derin Örgüt’e İnat Çözüm Baharı” manşetiyle verdi. Oysa Newroz coşkusunu “derin örgüt”ün ima ettiği cemaate karşı hükümetin yamacında duran Kürtlerin kalabalığı olarak görmek ancak manipülatif bir yorum olabilir.
Bu kalabalık ve coşku gücünü kendisinden alan, oraya buraya yaslanmayan, sabır ve dayanıklılık testinden yüzlerce kez geçmiş bir halkın haysiyetinin neşe ve umutla kendini ifade edişiydi.
Kuşkusuz, Batıda Kürtleri de kapsayan geniş koalisyonun temsilcisi olan HDP’nin de destek bulduğu, hitap ettiği ve can bulduğu bir kitleydi. Bugünün sermaye ve CHP işbirliğinin neo-liberal kent politikalarından milim sapmadan Türkiye’nin iktidar yorgunu kitlelerini üstlenmek iddiasına karşı bir tehdit olarak algıladığı için biz bu Newroz’u yaygın medyada hakikatine uygun şekilde değil, herkesin kendine uygun yontmak istediği biçimde okuduk.
Örneğin Star’ın “Barış Nevruzu” manşeti barış görüşmelerinin pürüzsüz işlediğini, Kürtlerin Newroz’la birlikte “hükümetin barış süreci”ne sahip çıktığı fikrini öne çıkarmaya eğilimliydi. Oysa Newroz’a doğru düzgün bakılsa, Kürtlerin yalnızca kendi barış iradelerine sahip çıktığı, hükümet ve cemaat çatışmasına karşı kendi taraflarında durduğu açıkça görülebilirdi.
Kimse bu hakikate sırtını dönerek herhangi bir siyasi ufka doğru ilerleyemez. 2013 Newroz’unda stratejik olarak silahlı mücadeleyi gündemden kaldırmaya yöneldiği için Kürtleri liderlerinin kendilerini yarı yolda bıraktığına inandırmaya çalışanlar, Gezi isyanını Kürtleri de yeniden savaşa döndürerek hükümeti kıstırmak için kullanmaya çalışanlar gördüler ki bu bir yıl içinde Kürtler savaşın ötesin yöelik olarak inşa edilen perspektifi benimsemişler.
İstanbul Newrozu işte bunun için yaygın medya tarafından yok sayıldı. Yandaşlar, Erdoğan’ın dayatmaya çalıştığı siyasal İslam eksenli hegemonyaya metelik vermeyen, bütünüyle seküler, özgürlükçü ve muhalif milyonların -bu yıl Newroz’a hemen bütün Türkiye kentlerini kuşatan inanılmaz enerjik ve umut dolu bir o kadar da kenetlenmiş hakikaten birkaç milyon insan katıldı- ima ettiği başka bir dünya çağrısını karartmadan edemedi.
Erdoğan karşıtları, bu muazzam kabarışın Kütler’in merkezinde yer aldığı üçüncü bir kutbu kuvveden fiile çıkarışı haber verdiğini çok iyi anladıkları için ancak kriminalizasyona müsait birkaç pankartı gündeme getirdi.
Ya bu halkların bahar ve özgürlük şenliğine katılmak için İstanbul’un ve bütün kentlerin varoşlarından yola çıkarak sonsuz bir neşe ve cesaretle, her biri kendine göre bir başka gerekçeyle bu kutlamalara katılan insanlar?
Her birinin “hayatı roman” olan, milyonlarca ve milyonlarca kadın ve erkek, genç ve yaşlı savaş mağdurunun, yoksulluk ve yoksunluk aleminden çıkıp gelerek bir günlüğüne de olsa kendilerini kentin kalbine atışları ve özgürlük, cesaret ve gelecek vaadiyle coşmaları, ne Erdoğan iktidarının ne de onun olası halefi yeni ittifakın hegemonyası altına sokamayacağı kadar statükonun dışında ve kriminalize edilemeyecek kadar siyasi zeka ve basiret doluydu.
Onun için yok sayıldı. (NZ/BA)