Karmaşık, her bakımdan şiddet yüklü günlerden geçiyoruz.
Her sabah gözümü açar açmaz haber sitelerine bakıp, bu gece nerelerde neler yaşandı?
Kimlerin canına kıyıldı?
Hangi il ya da ilçede, köyde kimin ocağına ateş düşürüldüğünü, nerede orman yakıldığını öğrenmeye çalışıyorum.
Kilometrelerce uzakta bütün bu olup biteni öğrenmenin çaresizliği, hapishanedekinden çok daha farklı.
Dört duvar arasında bu tür durumlarda çaresizliği yaşarken, koşullarımızı değerlendirerek mutlaka bir şeyler yapıyorduk.
Hiç olmadı bedenini açlığa yatırmak gibi bir seçeneği kullanıyorduk.
Buralarda durum daha vahim gibi geliyor bana!
Uzaktan aldığım haberlerin etkisiyle ha bire “bir şey yapmalı” cümlesini tekrarlarken, hayatın hakikaten yavaş ilerlemesine kızmak, öfkelenmek de bir işe yaramıyor.
Memlekette hızla akan hayatın tersine, buralar sakin ve her şey öyle yavaş akıyor ki!
Dünyanın bir çok yerinde insanlık baskı ve zulümle cebelleşirken, burada yaşayan halkların gündemleri de, yaşamları da çok farklı...
Ayrıca alışıldık mücadele biçimlerinin Türkiyeli göçmen kitlesini toplamaya yetmediği de aşikar.
Kaldı ki, ilerici-devrimci kuvvetlerin göçmen kitlesi içerisinde ne kadar örgütlü olduğu da önemli bir sorun.
Hal böyle olunca, sınırlı sayıda insanın katılımıyla bir basın açıklaması, protesto örgütlemekle görev tamamına ermiş sayılıyor!
Dahası Gezi İsyanı’ndan önceki süreçlerde batıda imzacı kurumların sayısı kadar katılımcıyla yapılan basın açıklamalarını hatırlatıyor insana.
Bütün bunları yazarken, tabii ki, az sayıda insanın büyük fedakarlıklar göstererek buralarda duyarlılıklarını diri tutmaya çalışmasını, dayanışmayı örgütlemesini, bunun için çaba sarfetmesini, emek vermesini görmezden gelmiyorum elbette.
Aksine çok değerli olduğunun farkındayım.
Ayrıca buralarda yaz tatilinde, göçmen kitlesinin büyük bir bölümü ya memlekete ya da başka yerlere tatile gidiyor.
Bu hayatı fazlasıyla etkiliyor.
Ama yine de...
İnsan gördükleri karşısında bir hareket, bir refleks bekliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’sinin 7 Haziran Genel Seçimleri’nde aldıkları yenilgiyi hazmetmeyip, seçim öncesinden başlattıkları ve planladıkları savaş konseptini hızla uygulamaya sokmasıyla Zergele’de, Varto’da, Silvan’da, Cizre’de, Yüksekova’da; daha doğrusu Kürt coğrafyasında ormanları yakmakla başlayan doğa tahribatının, Kürt halkını katletmeye yönelen saldırılarını ve siyasi soykırıma tekabül eden gözaltı ve tutuklama terörünü bu yavaş atmosferde izlemek hakikaten zor!
Bütün bunlara yandaş ve havuz medyasında yer alan haber ve yazıları da ekleyince, ortaya tahammülü daha zor bir durum çıkıyor.
Ve ne yazık ki, yandaş ve havuz medyasında çıkan haber ve yorumlar, köşe yazılarından ırkçılık, şiddet, kin ve nefret damlayan satırlar çoğu zaman yanıtsız kalıyor.
Bütün bu toz dumana kesmiş siyasi atmosfer yetmezmiş gibi, doğa rant uğruna yağmalanmasının hesabını soruyor...
Fakat bedeli doğayı yağmalayanlar değil, halk ödüyor.
Karadeniz’in o harika kasabası Hopa sele teslim oldu.
Barış İçin Kadın Girişimi’nden gelen bir epostadan öğrendim devletin Hopa’ya acil yardım ekipleri göndermeden önce, çevik kuvvet gönderdiğini.
Olur da kendisine yaşatılanlara isyan edip sokağa çıkarsa halk, gazı ve copu eksik olmamalı diye düşünmüş olmalılar.
Tabi her zamanki gibi Hopa halkının yardımına yine Türkiye ve Kuzey Kürdistan’dan halklarımız koştu.
Bütün bu kana, şiddete, çamura kesmiş tabloda gülümseyen, umutlarımızı canlı tutmamızı sağlayan tek şey ise, direniş ve dayanışma.
Memleketimden kilometrelerce uzakta, penceremi döven yağmurun şarkısını dinlerken, gökyüzünü kaplayan gri bulutlara ve sise inat, dilimde Moğollar’ın “Bir Şey Yapmalı” ezgisi, halklarımızın direniş ve dayanışmasının gönderdiği oksijenle içimdeki umudu büyütmeye devam ediyorum... (FE/HK)