Kentler de değişir, dönüşür, gelişir, tıpkı canlı varlıklar gibi. Değişirken, gelişirken eski halinden izler taşır.
Yüzümüzde yılların derinleştirdiği çizgiler de zamanla değişir ama kimliğimizi yitirmeyiz. Gençlik halimizi bilenler, yaşlılık halimizde de tanırlar bizi. Sesimiz, gözlerimiz, bakışlarımız, yüz şeklimiz derin çizgilere karşın biz olduğumuzu kanıtlar.
İzler taşır kentler
Kentlerin, semtlerin , mahallelerin de değişirken eski dokularından izler taşımasını isteriz, bekleriz. Batı ya da doğu uygarlıklarını temsil eden ülkelerin irili ufaklı kentlerine gittiğimizde, bizi etkileyen, geçmişten izler taşıyan, o değişmeyen kimlikleridir.
Yıllar önce gittiğimiz sokaklar, caddeler, yıllara meydan okuyan duruşlarıyla bıraktığımız yerdedirler. Yüzyılların izini taşıyan binalar, taş döşeli sokaklar, köprüler, meydanlar, bizi anılarımızda olduğu gibi bekliyordur. Belki de tarihi ve sosyal dokularını koruyan kentlerin çekiciliği de buradadır.
Teşvikiye
Bir ömür geçirdiğim İstanbul’a bakınca, özellikle son çeyrek asırda nasıl da tanınmaz bir kente dönüştüğünü üzüntüyle izliyorum. Son yıllarda, yerel yönetimlerin tarihi yapıları korumaya ve yeşil alanları arttırmaya, yeni kültürel ve sosyal mekanlar kazandırmaya yönelik çalışmaları umut verici. Tüm bu olumlu gelişmeler, kentin kalbine bıçak gibi saplanmış beton gökdelenleri, deprem toplanma alanlarına bile inşa edilmiş siteleri ve estetikten yoksun beton yığınlarının çirkinliklerini örtmeye yetmiyor.
Neoliberal düzenin acımasız ve katlanılmaz bir dönüşüm ve değişim yaşattığı Şişli’nin eski bir İstanbul mahallesi olan Teşvikiye, kültürel kimliğini yitirerek burada yaşayanları her gün biraz daha mutsuzluğa sürüklüyor.
Teşvikiye, sakin, arka bahçelerinin yeşillikleri, güzel mimari çizgili apartmanları, mahallenin simgesi olmuş bakkal dükkanları, tiyatro salonları, parkları, küçük koruları ve yollarda birbirlerine aşina olan insanlarıyla huzurlu bir eski İstanbul köşesiydi.
Gazeteci, yazar, kültür ve sanat insanı Hıfzı Topuz bu semti anlatan ‘’Nişantaşı’’ kitabında, yüzlerce yıllık geçmişinde burada doğmuş yaşamış yazar,sanatçı, bilim insanı ve yöneticilerle ilgili anılarını sokak adları vererek anlatır.
Bu semtin geçmişinde kültürel açıdan ne denli zengin bir insan kaynağı olduğunu vurgular. Eski siyah beyaz fotoğraflardaki semt yaşamından kalan izler de son hızla kaybolmaktadır.
Semti saran rant hırsı, bir ağacı kurutan kurt gibi bu semti de kurutuyor, çürütüyor ve eskinin izlerini tümüyle siliyor. Bazı cadde ve sokakların ‘’ticari alan’’ olarak kabul edilmesiyle başlayan bu olumsuz değişim, burada yaşayanları önce şaşkınlığa, sonra da mutsuzluğa sürükledi ve sürüklemeye devam ediyor. Eski, daracık apartmanların alt katları, giriş daireleri kafelere, barlara ve içkili restoranlara dönüştürüldü.
Yüksek sesli müzik, içkili yerlerden çıkanların gürültülü bağırışları, çınlayan kahkahaları sabahın erken saatlerine kadar daracık sokaklardan yükselip evlere dolarak burada yaşayanların uykularını gözlerinden çaldı.
Daracık kaldırımlara konan masalarda kahvelerini yudumlayıp sigaralarını üfleyenler bu semte sadece gürültülerini ve sigara izmaritlerini bırakıyorlar. Yollara konan masalar araç trafiğini aksatırmış diye bir kaygı yok, yüzlerce motosiklet ne kadar çok gürültüyle yol alırlarsa, o denli başarı kazanıyormuşcasına mutlular. Eğlence anlayışları kahve ya da içki içmek, bağırarak sohbet etmek olan bu insanlar, dünyayla ilgilerini cep telefonlarına bakarak kuruyorlar.
Tek tük beyaz yakalılar, kulaklıklarını kuşanarak, bilgisayar ekranlarına odaklanmaya çalışıyorlar. Mahalleli ıstırap veren gürültü ortamının sona ermesi için ellerinde telefon, ilgili makamları arayıp şikayet ediyorlar.
Zaman hızla ilerliyor ve bu tür işletmelerin sayısı inanılmaz biçimde artıyor. Yaşlılar ölüyor, gürültü ve yozlukla savaşmak istemeyenler kaçmayı bir çözüm yolu olarak görüyorlar.
Kafelerde barlarda selfi çekenler, popüler kültürün egemenliğinde, bir semtin hüzünlü çöküşünün farkında bile olmuyorlar.
Paranın en yüce değer kabul edildiği, bilimin, eğitimin, sanatın değersizleştirildiği bir toplumda, bir mekanda görünür olmanın önemi giderek artıyor. Harcanan paranın miktarı, arabanın markası, saatlerin, giysilerin markasıyla statü kazanıldığı sanılan bir dünyada bir semt de ne yazık ki giderek kimliğini kaybederek bu durumdan nasibini alıyor.
Yurttaşlık görevini seçimden seçime sandığa gidip oy vererek yaptığını sanan kentlilere de sormak gerek: yaşadığınız kentin, mahallenin kimliğini korumak için ne yapıyorsunuz ? Üzerinize düşen nedir ? Sürekli yakınmak ve kaçmak mıdır ? Yoksa yaşamınızın parçası olan bu yerlerin kimliklerini daha fazla kaybetmemeleri için çaba göstermek mi ?
Yerel yönetimler, kat maliklerinin oybirliği ya da oy çokluğuyla aldığı kararlara dayanarak, semtin sosyal ve kültürel yapısıyla bağdaşmayan bu yerlerin açılması için ruhsat verirken genel bir değerlendirme yapmak ve burada yaşayanların rahatsızlıklarını gözönüne almak zorundadır.
Yoğun olarak konutların bulunduğu alanlarda bu tür işletmeler yalnızca bulunduklarını binanın kararına bağlı olmamalı, bitişik ya da yakın apartmanlarda yaşayanların dayanılmaz bir gürültü kirliliği, alt yapı yetersizliği nedeniyle elektrik kesintileri, trafo patlamalarıyla ortaya çıkan yangınlar ve asayiş sorunları nedeniyle yaşadıkları katlanılması zor durumlar değerlendirilmelidir.
Yasalar, toplumda düzeni sağlamak için vardır ve uygulanırken toplumun çıkarlarına uygun yorumlanıp uygulanmalı ve yönetimde olanlar yetkilerini kullanırken burada yaşayanların sağlığını, esenliğini ve kentin sosyal ve kültürel yapısını korumayı amaçlamalıdırlar.
Yerel yönetimlerin, "kamu yararı’’ kavramını ön plana alarak karar üretmeleri, kurulmuş rant düzeninin karşısında yer almaları gerekiyor. Kolay olmasa da kalıcı olan budur. Bunu yapmazlar, bu rant düzeninin sürmesine göz yumarlarsa, bir gün kendilerinin de tanımadığı bir yeri yönetiyor olacaklardır.
(ÖC/EMK)