Neresinden başlasam? Doğru ve zamanında bilgilendirilme gibi temel bir yurttaşlık hakkımızın sistematik olarak gasp edildiği bir şehirden yazıyor olmam iyi bir başlangıç noktası olabilir mi? Gündelik yaşamınıza dair gerekli malumata sahip olmadığınızda hayatınızın da nasıl sistematik olarak sizden aşırılabileceğinden? Payitahta kurulmuş beceriksiz oğlan çocukları tarafından hem de!
“Dönüşümlü olarak iki gün su vereceğiz, iki gün vermeyeceğiz” dediğinde şehremini, öğrenmiş olmalıyız ki artık, emin olmamalıyız bundan. Geride bıraktığım 15 gün zarfında gece yarısı gelmesi gereken suyun ertesi gün 16:00’da geldiği oldu, gece yarısı kesilmesi gereken suyun akşam 6’da tısss sesi verdiği oldu. Aradım taradım bir “yeni duyuru” var mıdır diye Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi'nin (ASKİ) sayfasında, 185’leri aradım, 153’leri aradım (hani şu Gökçek’in istediğiniz an arayıp sorununuzun çözümünü talep edebilirsiniz, gereği en kısa sürede yapılır dediği Büyükşehir Belediyesi-BB hattı. İnanmayın!) buralardan da çıka çıka tıssss sesi çıktı, musluklardan gelenden daha kuvvetli bir tısss.
Zira şehir de köken itibariyle krallık, devlet demektir, devletlünün hükmünden sual etmeye kalktığınızda ayırt edersiniz cinnete beş kalalığınızı. Hem suyunuzu hem hayatınızı çalan iktidarı da tam bu noktada fark edersiniz.
Boruları patlattılar sonra, kalkıp BB basın sözcüsü “talihsizlik” dedi TGRT’de (padişahın değişmez sadık elçisi), en sıradan teknisyenin bile neden olduğunu bildiği, bildirebileceği bir devasa hata ve basiretsizlikken ortada olan. Suratından hiç olmazsa o yüzsüz tebessümü kaldırsa dahi belki bir küçük nebze tahammül edilebilecek padişah, “Yenimahalle Belediyesi’nin araçları,… yanlışlıkla…” açıklamaları yaptı.
10 günlük, şehrin kimi bölgelerinde 12 günlük aralıksız susuzluğun ardından, daha bugün “Büyükşehir Belediyesi’nin en ufak bir hatası yoktur” yüzsüzlüğü daha feci tabii. Halk sağlığı uzmanları tam tersi açıklamalarda bulunurken, kameraların karşısında lıkır lıkır iki bardak suyu mideye indirmek de öyle. Bilemiyorum, midenin ve dahi bağırsakların sağlamlığı ve genişliğiyle de alakalı olabilir. Ve fakat, yarın bir gün daha nedeni anlaşılamadan ölüp gidecek, henüz “kral çıplak” diyememiş çocukların da, senden sakınmadıkları oy ile sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını da ellerine teslim etmiş dedelerin de vebali üstünedir çıplak kral!
Bir şehir dolusu insanın yüzüne baka baka yalan üstüne yalan söylemek ne kimselere bırakmadıkları Müslümanlığa, ne dillerinden düşürmedikleri kerameti kendinden menkul erkekliğe (çeşme yollarında, tulumba başlarında helak olan bütün kadınların ve çocuklarının ah’ı boynuna o erkekliğin!) ne seçilmişliğin hukukuna, ne insan olma edebine sığar. “İyi kent yönetimi nedir, nasıldır?” gibi sorulara varmak lüksümüz yok henüz.
En fazla Paul Eluard’ın Karartması’nı terennüm ederek ırzına geçilmiş ruhumuzu iyileştirmeye çalışabiliriz belki: Kapılar tutulmuş neylersin / Neylersin içerde kalmışız / Yollar kesilmiş / Şehir yenilmiş neylersin / Açlıktır başlamış / Elde silah kalmamış neylersin / Neylersin karanlık bastırmış / Sevişmezsin de neylersin (son dizeye gelince susalım dilerseniz, susuz şehirde sevişmek de haram)
Susun oturun
Yoksa, bu şehirde haksızlığa, adaletsizliğe, hukuksuzluğa, kentli iradesinin yok hükmüne düşmesine karşı yükseltilen her sesin anında Melih efendinin “bir avuç provokatör, profesyonel eylemciler, fırsatçılar” yaftalamasıyla uyguladığı şiddetin arlanmaz damarlarından mı dem vurmalı?
Çok geriye gitmenin alemi yok, yalnızca son bir yıl içinde olmak üzere Dikmen kent yoksullarını temizleme harekatına direnenler, Kuğulu kavşağında şehrin karnına atılan hançeri tutmak isteyenler, lüzumunda şehir zabıtası tarafından beyin kanamasına uğratılan kağıt toplayıcılarıyla dayanışma eylemlerine katılanlar bu marjinalize edici diskurdan nasibini aldı.
Salt bununla kalmadı birinci sultan Gökçek, yine elbet malum elçi kanalıyla, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK), içinde “örgüt, örgüt üyesi” gibi sevimli sözcükler geçen maddelerini de mesela tehdit olarak Dikmen halkına savurmakta beis görmedi. Foucault sonsuzluğa gitmeden bir Ankara krallığı örneğiyle iştigal edebileydi keşke, modern iktidarın yasaklayıcı, bastırıcı olmaktan ziyade izin veren, inşa eden, olumlayan bir tarzda işlediğini söylemekte biraz tereddüt ederdi.
Ankaralı Mamak’ta, Güven Park’ın karşısında, Yüksel’de, 40 metreye varan tanker çeşme ve kuyu kuyruklarında televizyon ekranlarına (küçük bir kız çocuğu ağlıyordu, gördünüz mü, yıkanamıyorum, bütün giysilerim leş gibi diye ağlıyordu) şehrin surlarına doğru haykıra dursun, bir de üstüne Mehmet Ali Şahin çıkıp “bütün günahı bir insana yüklemek doğru değil” beyanında bulundu ya, biz pek safmışız “Gökçek istifa!” diye bir talepte bulunurken. Bir de üstüne bugün (15 Ağustos) Başbakan çıkıp “suların kesilmesiyle hata yapıldı. Ankara’nın yeterli suyu vardır”ı bildirdi ya, işte ben o an dondum kaldım. Hayatta hiç bu kadar hiç yerine, hiç bu kadar oyuncak yerine, hiç bu kadar aptal yerine konmadığımı hissedip dondum kaldım. Yani, en entelektüelinden en ümmisine kadar bütün Ankaralının (Yılmaz Özdil’in transfer ve gol sarhoşluğundan olsa gerek “bidon kafalı” deme cüreti gösterdiği Ankaralı hani) haftalardır söyleyip dinletemediği şeyi en bir Başbakan bugün söylüyor.
Ankara içre Ankara
Kriz masası kurulmadı bu tiran topraklarında, bir kriz varken. Olağanüstü hal ilan edilmedi, en bir olağanüstü haldeyken. Yalnız yaşayan yaşlıların evine su tedarik edilmedi bu despotizmin dibine vurmuş ankara dibinkarada. Tankerlerle su dağıtan Keçiören belediyesiyle “şov yapıyor” diye kavga etmek marifet sayıldı. Tatile çıkması gereken kendisiyken “tatile çıkın” gibi öneriler, insanlar ellerini yıkayamıyorken “yalnızca başınızı yıkayın” gibi tasarruf öğütleri, “teyennüm edilebilir” fetvaları gırla giderken, yani bir şehir dolusu insanla apaçık dalga geçilirken, büyükelçiler ikinci mahrumiyet devrini yaşarken, Ankara içre Ankara suskundu.
Hemşehrilerine kullandıkları dilde hizmet vererek gündelik yaşamlarını kolaylaştıran, seçtikleri yönetimle ilişkilerini de böylece olanaklı ve güçlü kılan Sur Belediyesi’nin tepesine balyoz gibi inmeyi marifet sayan merkezi yönetim, bütün basiret sahiplerinin dillendirdiği talebe karşın ne vaziyete el koymayı, ne Melih Gökçek’i görevden almayı düşündü, ne BB Meclisi’ni feshetmeyi. Eh, hep ayrıcalıklıdır kimi derebeyleri. Ve belki Tezer Özlü’nün bir vakitler dediği gibi, “burası bizim ülkemiz değildir ki, burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesidir”.
Şimdi bu baştan sona yalanlarla örülü, baştan sona basiretsizlik dolu hikayenin içinden sıyrılmaya çalışanlar bu şehir dolusu halkın hangi zararını nasıl karşılayacaklar? Hangi maddi-manevi zararı? “Hizmet kusuru” diye bir kavram var mı hukuk lugatlerinde? Kamuya gerekli şeylerin yokluğuna neden olmanın cezası nedir, hani “taahhüt ettiği işi yerine getirmeyerek…” diye başlayan yasal düzenlemenin? Görevi kötüye kullanma başlıklı madde kim için, şu “kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan” kamu görevlilerinden bahseden? TCK, zaten dersin başında tek ayak üstüne kaldırılmışlara mı uygulanır yalnızca yoksa? Belediye başkanlığının sona ermesi, Meclisin feshiyle ilgili koşullar yalnızca baştan cezalılar için mi geçerlidir?
Dize gelin!
Aynı gün (15 Ağustos) Sky-Türk’te çıkarıyor Gökçek ağzındaki baklayı: “Aslında borular patladığında ASKİ zamanında müdahale etmedi, hep bunu yapıyorlar, çünkü personel önceki dönemden kalan personel. Özelleştirecem ben tümünü, hepsini işten atacam!” (ifadeler aynen böyle, arkasında da Emin Çölaşan’ın işine son verilmesi üzerine belediyenin amblemli bayraklarının bir hafta boyunca yarıya indirilmesi talimatı verdiğini söylüyor. Çünkü bu krallığın ayrı bir soytarı kadrosu yok.)
Şimdi gel de huysuzlanma. Gel de Ankara padişahı ile Ankara içre Ankara devletlülerinin bir şehir dolusu halkın üzerinden rezil bir oyun oynamış olduklarını düşünme. ASKİ’nin kaynaklarıyla, kuruluş kanununda olmayan otoyollar, çevre yolları, alt geçitler üst geçitler, katlı kavşaklara milyonlarca dolar harcayan, böylelikle şehri otobana çeviren, otoban şehir peki küresel ısınmaya nasıl katkı yapar gözden ırak tutup “bütün dünyanın sorunu” diyen Gökçek yönetimi. 4 katrilyonluk borca (Türkiye’deki toplam belediye borçlarının dörtte biri) sahip olan (yani aslında daha doğmamış çocukları borçlandıran) Gökçek yönetimi.
2001’den bu yana başladığı hiçbir metro hattını tamamlamayan, buna karşılık 9 Mart 2004’te DSİ’ye “Gerede sistemi için protokolü imzalayamayız, önceliğimiz metro” diyen Gökçek’in ta kendisi (yoksa, ihalenin Gerede’de DSİ’ce, şimdi Kızılırmak’ta ABB’ce yapılacak olması mı idi temel belirleyen?).
Daha 23 Aralık’ta “200 günlük suyumuz kaldı” deyip de hiçbir önlem almayan Gökçek’in ta kendisi. Şehrin bütün çeşmelerini kör tıpalandırıp paraları pet şişe suyuna transfer ettiren bu kent yönetiminin kendisi (pet şişelerin de yok iklim değişikliğiyle bir ilgisi, öyle ya). Güya su tasarrufu söylemi üzerinden yeni bir tür kadın düşmanlığı üreten Gökçek’in ta kendisi (halı mı yıkıyosun kız cahil kadın?!). 2006’da kurulan, tankerlerle su ticareti yapan Derya Ltd’le belediye şirketi ANFA arasında basbayağı muamma bir ilişki yaratan bu yönetimin ta kendisi. 15 gün boyunca insanların hayatını darma dağın eden bu yönetimin ta kendisi. Özelleştirecek ASKİ’yi o sağ biz selamet!
Dize geldik mi ey hemşehriler, şehrin sittin senelik amblemini malı sanıp toprağa gömen adam suyumuzu da malı sanıyor! Satacakmış! Dize geldik mi?!(AA/EÜ)