* Fotoğraf: Ekumenopolis.
Savaşların kentlerde yarattığı yıkım “doğal” olmayan afetlerden sayılır. Yani “istisnai” bir durum, kazara başımıza gelen bir felaket gibi görülür. Oysa günümüzün egemen dünya politikaları artık çoktandır kentleri yeni savaş alanları olarak görüyorr. Üstelik bu savaşlar salt “düşman” topraklarda değil, ülkelerinin kendi kentlerinde ve kendi halkına karşı da sürdürülüyor.
Ralph Peters’in 1996 yılında ABD silahlı kuvvetlerinin “kuramsal” kaynaklarından bir dergide yayınlanan ve çokça alıntılanan makalesi (1) kentlerin nasıl bir saldırganlık tehdidi altında olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Yarbay Ralph Peters, ABD ordusunda istihbarat görevlisi olarak çalışmış ve bizim buralarda yıllarca dolaşmış. Görev yaptığı ülkeler arasında neredeyse Balkan ülkelerinin tamamı, Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri ile Pakistan ve Türkiye de yer alıyor. Dolayısıyla yazdıklarının bizim için ayrıca bir önemi, eski deyimle “kıymeti harbiyesi” var.
Yarbay Peters’in öngörüleri
Peters, “geleceğin savaşları dünyamızın darmadağınık kentlerini oluşturan sokaklar, kanalizasyonlar, yüksek katlı yapılar, sanayi siteleri, geniş alanlara yayılmış evler, gecekondular, derme çatma barınakların bulunduğu alanlarda geçecek” diyor. Fazla sıkça olmasa da ister istemez kentlerden başka yerlerde de savaşılacağını ama o savaşların kentlerdeki kadar acımasız olmayacağını söyleyen Peters, ABD ordusunun yakın tarihlerde savaştığı kentleri sıralıyor: Tuzla, Mogadişu, Los Angeles, Beyrut, Panama City, Hue, Saygon, Santo Domingo… Peters’e göre bunlar sadece bir başlangıç, esas kıyamet daha sonra kopacak.
Peters’in Los Angeles’dan söz etmesi ilginç bir ipucu veriyor. Savaş, sadece “düşman” ülkelerin topraklarında olmuyor, devletin silahlı güçleri kendi yurttaşlarını da hedef alabiliyorlar. Los Angeles, siyahların ve yoksulların ayaklandığı, mağazaları yağmaladığı, günlerce süren yangınlara sahne olan bir kent.
Fazla uzağa gitmeye gerek yok, Türkiye’de yaşadığımız gerçekler, alışageldiğimiz “silahlı kuvvetler” kavramına değişik gözle bakmamızı gerektiriyor. Devletin “sopa”sı farklı görünümlerde, farklı güçlerin elinde olabiliyor ama sonuçta her zaman devletin kullanabileceği “sopa”lar var ortalıkta.
Polisin aşırı silahlanması, kentlerde “robocop” gibi donatılmış birliklerin yoğun kullanılması, TOMA’lar, gaz bombaları kentsel kuşatmanın birer parçası değil mi? Gezi direnişçilerine karşı binlerce polisle yürütülen harekât, kentlerin yabancı işgal güçlerine gerek kalmadan nasıl bir savaş alanına çevrilebileceğini göstermiyor mu?
Kentlerdeki kuşatma kendini daha az görünebilir yollarla da duyuruyor. Neredeyse her kavşak, her bina gözetleme kameralarıyla kuşatılmış durumda. Bu kameraların sadece yurttaşların esenliğini sağlamak için kullanıldığını düşünebilir miyiz? Telefonların pervasızca dinlendiği, internet vb. elektronik iletişimin yakından izlendiği bir ülkede birilerinin bizi masumane niyetlerle izlediğini düşünmek saflık olacaktır.
Bir kitap: Kuşatılan Kentler
Stephen Graham’ın, İngilizcesi 2010 yılında basılan ve Türkçe çevirisi geçtiğimiz aylarda “Kuşatılan Şehirler – Yeni Askeri Kentçilik” adı ile yayınlanan kitabı (2) günümüzde, özellikle Amerikan küresel politikalarından kaynaklanan ve dünya kentlerini saran askeri kuşatmayı anlatıyor.
Profesör Stephen Graham, coğrafya, kent ve ülke planlaması ve sosyoloji ağırlıklı bir eğitimden geliyor. İngiltere’de New Castle Üniversitesi Mimarlık, Planlama ve Peyzaj Mimarlığı Okulunda öğretim Üyesi. Çalışmaları şu alanlarda yoğunlaşmış:
* Politik açıdan kentsel altyapı
* Toplumsal ve dijital gözetimin kentsel yönleri
* Kentler ve dijital medya arasındaki ilişkiler
* Politik açıdan kentsel güvenlik ve “yeni askeri şehircilik”
Kuşatılan Şehirler kitabında Graham, kentsel yaşamın ordular ve güvenlik güçleri eliyle giderek nasıl daha yoğunlaşan bir devlet baskısı altına girdiğini anlatıyor. Kitap, kentlerde yaşadığımız çoğu gerçeğin kentleri nasıl bir savaş alanına çevirdiğini ve birer gazete haberi gibi görünen çoğu tekil olay ve olgunun nasıl büyük bir resmin parçaları olduğunu ayrıntılı ilişkileriyle ortaya koyuyor.
Batı metropollerinde, örneğin San Francisco, Londra ve Paris’te veya Brezilya’da yaşanan kentsel direniş hareketlerinin getirdikleri ile Irak’ta ve Filistin’de yaşananların, nasıl dünya kentlerini saran yeni bir askeri düzenin sistematiği içinde yer aldığını anlatıyor Graham.
Kitabın yayınlanmasından sonra yaşadığımız Gezi direnişine ve Suriye’deki iç savaşa kuşkusuz kitapta değinilmiyor. Ama bu iki süreç, kitapta anlatılanları çok daha yakından anlamamıza olanak veriyor.
Kentsel yaşamda görüp geçtiğimiz şeylerin, örneğin dört çekerli araçların, yaygınlaşan izleme kameralarının, hatta video oyunlarının kentleri kuşatan bir savaş düzenini nasıl tamamladıkları kitapta ayrıntılı bir biçimde anlatılıyor.
Direniş: “Karşı coğrafyalar”
Peki, kentler ve kent halkı bu kuşatılmışlık karşısında çaresiz mi? Kitabın “Karşı Coğrafyalar” başlığını taşıyan son bölümü bu konuya ayrılmış. Yazar, “aktivist projeler bolluğunu daha geniş politik koalisyonlarla ve hareketlerle sarabildiğimiz takdirde, aktivizm ve yurttaşlığın isyancı tarzlarının daha yüksek seviyede politik talepler oluşturma gücü kazanacağını düşünüyorum” diyor.
Savaşları durdurmak, kentlerin bir savaş alanı olmasını önlemek, kuşatmaları kaldırmak belki güçtür ama olanaksız olmamalıdır. Her toplumsal olgu gibi kentler ve kent halkı üzerindeki yıkım ve baskı da kendi karşıtını yaratır. Graham’ın söylediği gibi, kentlerde yaşanan işgal ve kuşatmaya karşı yeni strateji ve taktikler kuşkusuz günümüz pratiği içinde geliştirilecek. Önemli olan kentleri saran kuşatmayı TV ekranlarından yapay bir savaş oyunu gibi izlememek, kuşatmanın hangi çıkarlara hizmet ettiğini görebilmektir. (AŞ/AS)
(1) Ralph Peters, “Our Soldiers, Their Cities”, Parameters, ABD Kara Harp Akademisi yayını, Cilt 26, İlkbahar 1996, s.43-50
(2) Stephan Graham, Kuşatılan Şehirler – Yeni Askeri Kentçilik, çeviren Levent Aydeniz,, Nota Bene yayınları, Ankara 2013