*Ocak 2015... İnciraltı'nda yapılan anma töreni... Tuğrul Keskin şiirlerini okuyor.
Beş yıl önce, Ocak ayının ilk günleriydi. İnciraltı'nda denizin kıyısında toplanan bir grup İzmirli, 1921'de "Kardeşlerimize karşı savaşmayacağız" dedikleri için İnciraltı'nda kurşuna dizilen 200 komünist Yunan askerini anıyordu. Barış ve dostluğu dile getiren konuşmalar yapıldı, şair Tuğrul Keskin o askerlerin anısına yazdığı "Yaşasın İsyan/Zito i Epanastasis" adlı kitabından şiirler okudu, denize karanfiller atıldı.
Bu yılbaşında ise anma töreninin yeri Marmaris'ti. DİSK Emekli-Sen tarafından Marmaris Belediyesi'nin katkısı ile düzenlenen etkinlikte olayın kahramanları anıldı. Tuğrul Keskin konuştu, şiirlerini okudu. Daha sonra Kordon'da Atatürk Anıtı'nın önünde toplanan katılımcılardan bir grup yine denize karanfiller bıraktı.
Üzerinden neredeyse 100 yıl geçmiş olan bu olay, her nedense ancak son yıllarda duyulmaya başlandı. Anma törenleri ilgi çekti, medyada yer buldu. Bu arada bazı gazeteler "kurşuna dizildiği iddia edilen" gibi "ihtiyatlı" bir ifade kullanmıştı. Yani anılan olayın "doğrulanması gerekir" demek istiyorlardı. Ama o anma törenlerinden sonra özellikle internet ortamında konuya ilişkin haberler, yorumlar döndü durdu.
Şair ile bir söyleşi
Bu konuda yazılanlar arasında, sol taraftan Kemal Okuyan'ın, Tuğrul Keskin'le yaptığı bir söyleşi dikkati çekiyor. Muhtemelen editörün güncelle ilgi kurma ihtiyacı duymasından olacak, araya Syriza da katılarak"Tuğrul Keskin'in şiir kitabı Syriza'nın dedelerini mi anlatıyor" başlığı ile verilmiş söyleşi.
Kemal Okuyan anlatılanların gerçekliğini sorgulamıyor söyleşide. Hatta "Yaşasın İsyan"da anlatılan kurşuna dizilme olayını, aynı tarihlerde, yani Ocak 1921'de Mustafa Suphi ve 15 yoldaşının Trabzon'da öldürülmesi olayı ile ilişkilendiriyor. "Coğrafya aynı, mücadele aynı... Ne kadar öğretici" diyor. Okuyan'ın bir sorusuna verdiği yanıtta Tuğrul Keskin, şiirlerindeki ana temayı şöyle özetliyor:
"1921'de İnciraltı'nda can veren komünistlerin taşıdığı ahlak o kadar yalın ve güçlüydü ki, tek bir şiir yetmedi. Kafamda bir kitap yoktu ama başladım ve şiir çoğaldı, çoğalmak zorunda kaldı. 'Sizin vatanınızın askeri değiliz biz' diyorlardı. İnsanlığın askeri olmak. Ne mutlu onlara. Bundan daha gelişkin bir davranış olabilir mi? Vatansızlığı asla savunmuyoruz ama başka halkların acıları ya da uğradığı haksızlıklara 'vatan' adına boyun eğmek, işte bu kabul edilemez."
Kemal Okuyan, "Bizde genellikle yabancıların bizden yana olmasına dönük tuhaf bir ilgi vardır. İşin özüyle ilgilenilmez. Burada da öyle olmuş olabilir mi?" diye soruyor. Anlatılanların "İşte 'milli davamız'a yardım eden Yunanlılar" diye yorumlanma olasılığından söz ediyor. Bu konuda Keskin, kendini eleştirenler de dâhil çoğu yazarın konuya ilişkin değerlendirmelerine benzer bir değerlendirme yapıyor. Özetle şu yanıtı veriyor:
"Yunanlı komünistlerin bizim 'milli davamız'a yardım etmek için isyana kalkışmadığı açık. Onlar insanlığın, ezilenlerin davasına inanmışlar. Zaten Zito İ Epanastasis, Kurtuluş Savaşı cephesinden yazılmadı, hareket noktam Yunanlı komünistlerin yaşadıkları, hissettikleriydi. Bir yanlışlık, bir suç vardı ve komünistler o suça ortak olmak istemiyordu. Haksız bir konumdayken başkasını öldürmemek için ölmeyi seçmek, bunu komünistler yapabilir ancak."
200 askerin manifestosu
Bir orduda 200 askerin kurşuna dizilmesi kayıtlara geçmeyecek, unutulacak, önemsiz bir ayrıntı değil. Bilimsel kuşkuculuğu elden bırakmayanlar olayın kanıtlarını bulmaya çalıştılar. Eski bir laf vardır, "Nereden çıkardın bunu" diye soranlara "Kitapta yeri var" diye yanıt verirler. Bu kez de böyle diyebiliriz.
Ama bu kitap bildiğiniz "kara kaplı" tarih ciltleri değil, Tuğrul Keskin'in "Yaşasın İsyan" şiir kitabı. Olay bu kitapta ayrıntılarıyla, isyan bildirisi ile bildiriye imza attığı için kurşuna dizilenlerin adları ve son sözleriyle anlatılıyor. Keskin, "Manifesto" başlıklı şiirinde bildiriyi şöyle bir anlatımla veriyor:
"Özgür dünyanın tutsakları, efendiler / söz etmeyin bize özgürlükten / özgürlük Anadolu kapılarında / bir kez daha yılmamaksa ölümden / özgürüz demektir biz yoksullar artık... Bizleri köleleştiren prangalarınızdan kurtulmak kavlindeyiz Küçük Asya'da.
"Özgür dünyanın zavallıları, efendiler! / söz etmeyin bize altın vatandan / 0 eski ve yeni vatan çiftliklerinizdir sizin / bizler için vatan; yeni doğmuş çocuğun zeytin gözlerinden başka bir şey değildir." (Keskin, s.28-29)
Keskin, isyan bildirisine imzalarını koyan 200 asker hakkında mahkemelerin 1920 yılının son günlerinde karar verdiğini söylüyor. Kararı,"Bu bildirideki görüşlerinden vazgeçmeyecek, 'düşman'la savaşmayacaklar ölecektir" diye özetliyor. Sözlerini şöyle sürdürüyor:
"Bildiride imzası olan 200 yiğit komünist insan, görüşlerinden vazgeçmedi, boyun eğmediler zalime ve 1921 yılı Ocak ayının ilk günü işgal kuvvetleri komutanlığının merkezi de olan Balçıklıova (Balçova)'da İnciraltı denilen bölgede kurşuna dizildiler.
"İşte okuyacağınız şiirler, bir kısmının adlarının aşağıdaki gibi olduğunu düşündüğüm, ne yazık ki bütün çabalarımıza karşın (daha çok da Yunanistan Komünist Partisi kayıtlarının bir sel baskınında yok olmasından ötürü) gerçek adlarına ulaşamadığımız, 1921 yılının ilk günü, kardeşçe bir dünya özlemiyle Ege Denizinin kıyısına cansız bedenlerini bırakarak kalplerimize gömülen o 200 yiğit insanın anılarına ithaf ve bir unutuşa direniş için yazılmıştır." (Keskin, s.18-19)
İlginç bir durum, "İllegal bir bildiriye imza atılır mı?" sorusu akla geliyor. Neyse, Keskin bildiriyi imzalayan, mahkemede düşüncelerinden vazgeçmeyen ve sonuçta kurşuna dizilenlerin bir bölümünün adlarının şöyle olabileceğini düşünmüş: "Kostas, Nikos, Apostolis, Antonis..."
Olayın kahramanları diye Yunanistan'da çokça rastlanan erkek adları sıralanıyor. Herhalde etkileyiciliği (ya da inandırıcılığı) artırıcı bir öğe olarak, sıralanan adların yanlarına Yunanca yazılışları da verilmiş. Doğrusu beni ters yönde etkiledi.
Keskin'in dayanakları... "Arşivi su basmış"
Tuğrul Keskin şiirleştirdiği olayın gerçekliğini araştırmaya çalışmış. İzmir'de konuya ilgi duyan bir arkadaşının aracılığıyla, Girit göçmenlerinden bir avukatın yardımıyla, Girit'te yaşayan bir gazeteciye ulaşıyorlar. Gazeteci "ansiklopedi" diye tanınan bir KKE üyesini devreye sokuyor ve onun katkısıyla "Küçük Asya Savaşı ve Yunan İşçi Hareketi" adlı bir kitaptan, Keskin'in şiirlerine kaynaklık eden bildiriyi buluyorlar.
Genellikle bir araştırmacının izleyeceğinden çok farklı, biraz dolambaçlı bir yol. Esasen bildirinin "sahiliği" konusunda bir itiraz yok. Tartışılan konu 200 askerin kurşuna dizilmesi olayı. Böyle bir yargılamayı ve toplu infazı kanıtlayan bir belge, bir kayıt yok deniliyor.
Oysa Yunanistan'ın geçmişine ilişkin, onların deyimiyle felaketle sonuçlanan "Küçük Asya Seferi" de dâhil çok sayıda kaynak, kayıt, belge bulmak mümkün... Faşist Cunta yönetimlerine, Nazi işgaline, iç savaşa karşın Yunan halkının kolektif belleği iyi korunmuş. İlk yayınlandığı 1916 yılından bugüne kadar en baskıcı dönemlerde bile yayını sürdürülen, hatta gerektiğinde illegal basılıp dağıtılan Rizospastis gazetesinin arşivi, sanırım başlı başına önemli bir kaynak olmalı.
Tuğrul Keskin daha ayrıntılı kanıtlar gösterememesinin bir nedeni olarak Yunanistan Komünist Partisi KKE'nin arşivini su bastığını, dolayısıyla oradaki belgelere ulaşılamadığını söylüyor. Doğrudur, Ekim 1994'te yaşanan sel baskınında Atina'nın Perissos semtinde bulunan KKE'nin genel merkez binasının bodrumunda korunan binlerce belge, çamur ve sular altında kalmış. Ama bu belgeleri kurtarmak için çok ciddi, çok yoğun bir çaba gösterilmiş.
Arşiv 10-15 yıl süren bir çalışma sonunda tamamen kurtarılmış. Yapılan kurtarma çalışmalarında akademisyenler görev almış, bilimsel literatüre geçen işlemler uygulanmış. (Bu çalışmalara ülkenin önemli eğitim kurumlarından Atina Teknoloji Enstitüsü, Merkez Bankası, Meclis Kütüphanesi, Milli Kütüphane destek sağlamış. Söz konusu destek, arşive verilen önem ve KKE'nin Yunan toplumundaki konumu açısından ilginç olmalı.) Sonuçta, bugün arşiv kullanılabilir durumda. Hatta Keskin'in kitabının ilk kez yayınlandığı 2014 yılında da arşivi kurtarma çalışmalarının tamamlanmış olduğu anlaşılıyor.
"Kahramanlar, Kurbanlar, Direnişçiler"
Yunan işgal ordusundaki savaş karşıtı sol direnişe ilişkin bazı gerçekler, tam çakışmasa da "Yaşasın İsyan" söylencesini çağrıştırıyor. Bu direniş hareketi konusunda ayrıntılı bilgileri, titiz araştırmacı Foti Benlisoy'un, geçen yıl 2. baskısı yayınlanan "Kahramanlar, Kurbanlar, Direnişçiler" adlı kitabında buluyoruz (İstos yayınları, 2019). Cephedeki askerler arasında komünistler hücreler halinde örgütlenmiş. Örgütlenmenin başında bir "Merkez Komite" bulunuyor.
"Merkez Komite" tesadüf bu ya, tam da söylencede 200 komünist askerin kurşuna dizildiği tarih olarak verilen günlerde, bir yılbaşı mesajı yayınlar. "Mesajda askerlerin artık uyandığı ve 'anavatan' ya da 'milli idealler' gibi cafcaflı lafların ardında sermaye sınıfının çıkarlarından başka bir şey olmadığını anladığı iddia edilir. 'Merkez Komite', gerçek barışın ancak kapitalistlerin alaşağı edilmesi ve devrimle mümkün olacağını ilan ediyordu" (Benlisoy, s.58). Tuğrul Keskin'in kitabında yer alan "Manifesto"nun kaynağı sanırım bu yılbaşı mesajı olmalı.
Benlisoy kitabında işgal ordusu içindeki komünist örgüt üyelerinin kimler olduğunu, onların Yunanistan sol hareketiyle bağlantılarını ayrıntılarıyla incelemiş. Adlarını, soyadlarını verdiği "Merkez Komite" üyelerinin tutuklandığını, 3-4 aylık bir tutukluluktan sonra başka birliklere sürüldüklerini anlatıyor. Genellikle bu tür direniş hareketlerine kalkışanlar cephenin en uç noktalarına, çatışmanın en yoğun olabileceği noktalara gönderiliyor.
Benlisoy kitabının önsözünde "Kardeşlerime kurşun sıkmam" dedikleri için kurşuna dizildiği iddia edilen 200 Yunan askeri için yapılan anma etkinliklerine de değiniyor. Böyle bir kitlesel infaz hakkında herhangi bir tarihsel kayıt bulunmadığı, dolayısıyla bunun bir vakıadan çok bir "menkıbe" sayılması gerektiğinden söz ediyor.
"Kahramanlar, Kurbanlar, Direnişçiler"de Milli Mücadele sırasında karşı cephede, Yunan ordusu içindeki savaş karşıtı etkinlikler geniş olarak anlatılıyor. Askerlerin çıkardığı "siper gazeteleri"nden, Yunanistan'daki gazetelere gönderilen asker mektuplarından, savaş sonrası yayınlanan anılardan örnekler verilmiş. Bazı muhalif Yunan gazetelerinin illegal yollardan getirilerek askerler arasında dağıtıldığını öğreniyoruz.
Böyle savaş karşıtı malzeme bazı durumlarda Türk ordusu eliyle de cepheye ulaştırılıyor. Örneğin dikenli tellere bırakılan gazetelerden, Türk uçaklarından atılan bildirilerden söz ediliyor. Bu yayınların Yunan askerleri arasında geniş ilgiyle okunduğu söyleniyor. Tabii böyle yayınları bulundurmanın "vatana ihanet" veya "düşmanla işbirliği" ile suçlanma tehlikesi de var.
"Kardeşlerime kurşun sıkmam..."
Dikkati çeken bir nokta şu; direnişçilerin, komünist eylemcilerin kullandıkları dil öyle "Türk kardeşlerime kurşun sıkmam" gibi sözleri içermiyor. Genel bir savaş karşıtlığını vurgulayan ve barışı savunan, enternasyonalist bir dil kullanıldığı görülüyor.
Öte yandan, askerler arasında yaygınlaşan savaş karşıtlığı, siyasal etkilenmelerin ötesinde çok somut bir durumdan kaynaklanıyor. Yunan ordusunda neredeyse 10 yıldır askerlik yapanlar bulunmaktadır. Askerin dayanma gücü tükenmiştir. Hele savaşın sonuna doğru, bir an önce savaşın sona ermesini, barış yapılmasını, evlerine dönmeyi istemektedirler. Cephede sonu isyana kadar varan direnişlerin önemli bir nedeni de budur Benlisoy'a göre.
Benlisoy'un yazdıkları geniş bir arşiv çalışmasına dayanıyor. Kaynakçasında 13 kurumsal arşiv, 12 süreli yayın, 152 Türkçe ve Yunanca makale ve kitap adı verilmiş. İlginçtir, bu kadar ayrıntılı çalışma içinde Tuğrul Keskin'in şiirleştirdiği İnciraltı'ndaki infaza ilişkin bir iz bulmak mümkün olmamış.
Zaten Foti Benlisoy, 2015 yılında İnciraltı'nda anma töreni yapıldığı günlerde yayınlanan "Menkıbe olarak tarih: 'İnfaz edilen'200 Yunan askeri" başlıklı yazısında olayın "sanallığı"nı ortaya koyuyor. Özetle şöyle diyor:
"Eğer böyle bir toplu infaz yaşanmış olsaydı bu katliam, Yunan solunun değişik kesimlerince şimdiye dek defalarca anılmış, defalarca hikâye edilmiş olurdu. Böyle bir anmanın şimdiye kadar gerçekleştirildiğini hiç sanmıyorum. Konuyu görüşme fırsatı bulduğum Yunan tarihçi (ve solcu) arkadaşlar, böyle bir hadiseye dair en ufak bilgilerinin olmadığını ısrarla söylediler. Kimsenin bilmediği, konuyla ilgili literatürde hiçbir şekilde anılmayan bir hadisenin anılması söz konusuysa, hangi kaynak, bilgi ve belgeler ışığında bu hadisenin bilinir olduğuna dair bir açıklama yapmak zorunludur. Yapılamıyorsa, ortada bir sorun var demektir."
Benlisoy yazısında, geçmiş mücadeleleri anmak, onlardan ders çıkarmak için söylencelere gerek olmadığını belirtiyor. Yunan komünistlerinin 1919-1922 yıllarında savaşa, milliyetçiliğe ve emperyalizme karşı duruşunun, böyle bir toplu infaz yaşanmamış olsa da anılmaya değer olduğunu vurguluyor.
Efsaneler ve gerçekler
Yıldırım Koç dikkatli bir yazardır. Geçen Nisan ayında Aydınlık'ta yayınlanan bir dizi köşe yazısında "Yaşasın İsyan" şiirlerinin kaynağı 200 Yunan askerinin kurşuna dizilmesi konusu ve yapılan anma törenleri üzerinde durdu. Yazılarınsadece başlıklarına bakmak bile Koç'un yazdıkları hakkında bilgi verebiliyor:
"Efsaneler ve gerçekler", "Efsanelerle mücadele moral mi bozuyor?", "Türkler kardeşimizdir dediği için idam edilen Yunan askerleri", "Kurşuna dizilen 200 Yunan komünist efsanesi", "Yunan askerleri kurşuna dizildi mi?", "Edebiyatçılardan tarih öğrenmek", "Güler misiniz, ağlar mısınız?" Yıldırım Koç'un kendi sitesinden bu köşe yazılarına topluca erişebilirsiniz.
İnsanlar tarih boyunca inançlarını güçlendirmek için "söylence"lere gereksinim duymuşlar. Bu bir gerçek. Söylence olarak kaldığı sürece söylenenlerin simgesel bir önemi var, sonuçta toplumun maddi olmayan kültür mirasının bir parçasıdır diyebiliriz. Ama tarihsel gerçekleri öğrenmek için söylencelere veya bir şiir kitabına bakılmayacaktır herhalde...
Kuşkusuz sanatçı tarihsel olaylar üzerine kurgular yaparak şiir, roman, öykü vs. yazabilir. Ancak kurgunun "olayların doğal akışına ters düşmemesi" gerekmez mi? Şair, barıştan yana aşırı iyi niyetli bir duygusallıkla "Yaşasın İsyan" diyor. Tamam, ama aşırı bir "sahicileştirme" çabası, savunulan düşünceyi de zayıflatmaz mı?
Gelin tarihi tarihçilere, güvenilir kanıtlara ulaşmaya çalışan araştırmacılara bırakalım. Şiirinizi "söylenceler" üzerine de kurabilirsiniz, ama siz kendi başınıza "söylence"yi sanallıktan kurtarmaya çalışmayın derim.
(Meraklısı için bir son not ekleyeyim: Anlaşılan her ülkede toplumsal belleği diri tutmak için tarihçi titizliği ile doğruluğu kanıtlanmamış da olsa bazı kahramanlık öykülerine ihtiyaç var. Böyle bir öykü Atina'da, Akropol eteklerinde yaşanmış ya da yaşandığı söyleniyor. Nazi ordusu 1941'de kenti ele geçirdiğinde işgalciler, Akropol'deki ulusal bayrağın indirilmesini, direğe Alman Nazi bayrağının çekilmesini emreder. Yunan askeri Konstantin Koukidis böyle bir emri yerine getirmektense, indirdiği Yunan bayrağını vücuduna sarıp kendini Akropol'den aşağı atarak intihar eder.
Söylence yıllarca dilden dile dolaşır. Özellikle solcular bu kahramanın unutulmamasını, anısının bir anıtla kalıcılaştırılmasını, yakındaki bir meydana onun adının verilmesini isterler. Uzun bir süre resmi kanallardan ayrıntılı araştırmalar yapılır. Ancak olayın gerçekliğini, öyle bir askerin varlığını doğrulayacak hiçbir kanıta ulaşılamaz. Ama söylence gündemden düşmez, sonunda Atina Belediyesi "Halkımızın talebidir" diyerek 2000 yılında Akropol'ün eteklerine, olayı ve Koukidis'in kahramanlığını anlatan bir mermer yazıt koyar.)
(AŞ/AÖ)