“Ve köle dedi ki, benim adım Muhammed
Yemen'den geliyorum,
Ve ben Asra kabilesindenim,
Sevdikleri zaman yok olanlardan.”*
Alman senarist ve yönetmen Christian Petzold’un merakla beklenen son filmi "Kızıl Gökyüzü" (Roter Himmel / Afire, 2023) 24 Kasım’da Türkiyeli izleyici ile buluştu. 2023 Berlinale’inde Büyük Jüri Ödülü’nün sahibi olan filmin başrollerinde Paula Beer ve Thomas Schubert var.
Baltık Denizi'ndeki bir tatil evinde geçen film, yönetmenin diğer filmlerindeki ve belki de alışkın olduğumuz Alman sineması atmosferinden biraz farklı. Fakat bir yanıyla, yönetmenin bir James M. Cain klasiği “Postacı Kapıyı İki Kere Çalar”dan uyarladığı “Jerichow” filmi ile de oldukça benzer.
Klasik bir aşk üçgeninden beslenen Jerichow’da yaz aylarının getirdiği huzuru, örtülü arzuyu ve diğer güzel duyguları hissedebiliyorduk. "Kızıl Gökyüzü", bu kez Jerichow’dan daha düşük bir gerilimle yine bir deniz kıyısına götürüyor bizi.
Thomas Schubert’in canlandırdığı Leon karakteri, ikinci kitabını yazmak için bu sayfiye evinde. Fakat Leon’un dünyasında pek çok kilitli kapı var ve bu kapılardan hiçbirinin anahtarı bu evde bitirmeyi planladığı romanda değil. Yazma buhranı içindeki Leon, arkadaşı Felix’i (Langston Uibel) de kendisiyle birlikte çalışması için motive etmeye çalışsa da -Felix’in de Güzel Sanatlar eğitimi için portfolyosunu hazırlaması gerekiyor- bu işbirliğinde çok başarılı olamıyor. Felix evin ve sahilin tadını çıkarırken de çalışabiliyor; ancak Leon’un kilitli kapıları bu rahatlığa erişmesine bir türlü imkân vermiyor. Aslında Leon’a yalnızlığı ve kırılgan egosu, alevler tüm gökyüzünü sararken bile hiçbir şeye imkân vermiyor.
Leon
Hikâyeye bir müddet sonra dahil olan Nadja (Paula Beer) ise iki arkadaşın üzerinde durduğu zemini tamamen başka bir yere kaydırıyor. Olanca “rahatlığı” ve “sıcaklığı” ile aramızda olan Najda, bahçede kurulan sofraların, doldurulan kırmızı şarapların baş karakteri artık. Nadja bize bir insanın kendisi hakkında övgüyle konuşmadan da orada olabileceğini gösteriyor ve esasen genel olarak da az konuşuyor; fakat tam anlamıyla kırılma noktalarında devreye giriyor.
Yazının bundan sonrası filme dair sürpriz gelişmeleri açık edebilir.
Bunlardan biri, fikrini almak için Leon’un kitabını ona okuttuğu ve Nadja’dan gelen olumsuz geri bildirim sonrasında, Leon’un “Eh, nihayetinde bir dondurma satıcısı,” çıkışı. Fakat Nadja masada okuduğu Heinrich Heine şiiriyle, Leon’un zihninde hapsedildiği bu gri ve yere çok yakın gökyüzünü bir hamlede yırtıyor. Sonrasında Leon’un editörünün de dahil olduğu bu denklem, Leon’a tek bir seçenek sunuyor: Ürettiğin her şeyi sil ya da yazdıklarını hemen geri al.
Leon’un editörü aracılığıyla Najda’dan sonra bizim de okuduğumuz kitap, çokça ikincil hicap duyduran bir hisse sürüklüyor bizi. Yazdıklarında insanlara ve deneyimlerine dair bu denli fikri olan Leon’un gerçek yaşamda kelimenin tam anlamıyla bunun esamesini bile göstermemesi ve bu yaşamları kopyalaması onun yerine hicap duymanıza neden oluyor. Masaya ilk kez dördüncü olarak dahil olan Devid’in (Enno Trebs) hikâye anlatıcılığına duyduğu ve gizleyemediği haset de bunu başka bir bağlamda yeniden gösteriyor bize. Leon, Devid’in hikâyesini çalacak mı?
Yangın
Bu unutulmuş ve artık tahrip olmaya başlayan; fakat izleyene ve muhtemelen içinde zaman geçirene büyük bir keyif veren; bahçesindeki masası güzel yemek ve içkilerle donatılan bu ev, tam da ördüğü muhteşem kasvet nedeniyle Leon’a bir an olsun huzur vermiyor. Leon’un iç dünyasındaki huzursuzluk, eve yaklaşan orman yangını gibi herkesi tedirgin etmeye başlıyor. Petzold bu gerilimi izleyiciye sarkastik bir şekilde verse de Leon’un içinde bulunduğu ve sahici bir şey yaşayamadan çıkamayacağı bu labirentteki çırpınışına garip bir his eşlik ediyor. Belki acıma.
Çünkü Leon, dünyada olup biten her şeyin kendisiyle ilgili olduğunu düşünen, bu tatlı evde küçük sivrisineklerden şikâyet eden, başkasının sevişirken çıkardığı seslerden, arkada çalan hafif müzikten ve keyifle oynanan badminton’dan bile rahatsız olan ve bu nedenle ekseriyetle “izleyici” pozisyonuna sürüklenen biri.
Filmin isminin geldiği yer ise küresel bir soruna, iklim krizine teyelleniyor. "Kurak Günler", "Karanlık Gece" gibi popüler örnekleriyle Türkiye sinemasında da artık daha çok işlendiğini gördüğümüz iklim krizi ve beraberinde getirdiği yıkım, Kızıl Gökyüzü’nde orman yangını ve yarattığı tahribat bağlamında karşımıza çıkıyor.
Yangından kaçan yaban domuzları ve yavruları saran alevler ve üzerlerinden çıkan dumanları yakın plan izlemek can yakıyor.
Su
Bir üçlemenin ikinci filmi olarak çekilen "Kızıl Gökyüzü"nden önce izlediğimiz "Undine"de yine Paula Beer başroldeydi ve bu kez “su” ve suyun ne denli büyük tahribatlar yaratabileceği öne çıkıyordu. Beer’in 2020 Berlin Uluslararası Film Festivali'nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandığı film aşk, geçmişle yüzleşme, bağlılık ve ölümsüzlük gibi temalara biraz da mitolojik göndermelerle yaklaşıyordu. Petzold, Almanya’nın dönüşümünü gerçeküstü öğelerle gösterirken bizi mitlere, kadim anlatılara ve efsanevi deniz canlılarına boğuyordu.
"Kızıl Gökyüzü"nde bu kez baskın olan element ateş olsa da su, hâlâ önemli bir yer tutuyor. Özellikle Felix’in portfolyosu için çalıştığı işlerde suyun da bir yıkım ya da kökten bir temizlik için ne denli cazip olabileceğini yine ve yeniden fark ediyoruz.
"Kızıl Gökyüzü", her ne kadar bu ikinci yıkımdan umutlu bir son çıkarsa da amacı belki de kıyamet karşısında tüm hoşnutsuzluğumuzun ve büyük büyük varoluşlarımızın nasıl da hiçbir işe yaramadığını göstermek.
* The Asra şiiri, Heinrich Heine.
Bir ek: “In My Mind”
Yönetmen, şarkıyla ilgili Altyazı Sinema Dergisi’nde yer alan söyleşide şöyle bahsediyor: “O şarkıyı ilk kez araba sürerken radyoda duymuştum. Araba sürerken, sinema deneyimine oldukça yakınızdır. Sinema salonunda bedenimiz bir koltukta hareketsiz dururken, zihnimiz uzaklarda yolculuğa çıkar. Arabada giderken de aynı durum geçerlidir. Bu şarkıyı arabada duyduktan hemen sonra yapımcımı arayıp ‘Bu şarkıyı mutlaka almamız lazım!’ dedim. Çünkü tam anlamıyla bir rüyaya giriş anını çağrıştırıyor. Senaryoyu tekrardan yazmaya da bu şarkı sayesinde başladım.” (TY/AÖ)