Bundan tam 1984 yıl önce, Romalılar, şehrin varlıklı ileri gelenleriyle birlikte, 33 yaşında ve bana göre hülyalı bir adamı, düzgün yazılmamış bir t harfine benzeyen, o zamanın çok kullanılan bir işkence aracına ellerinden ve ayaklarından çivilediler. Başında dikenlerden yapılma bir taç vardı.
Günlerden Cuma olduğu söylenir. Bu görüşe katılmayanlar da var elbette; yaptıkları çeşitli hesaplamalar sonucunda o günün Cuma değil, Perşembe ya da Çarşamba olduğunu iddia ederler.
Batılı ikonlarda da genel olarak sarı saçlı, mavi gözlü, incecik yüzünün önemli bir bölümünü kaplayan dağınık sakalı ve bana hep hüzünlü gelen bir yüz ifadesiyle tarif edilen bu kırılgan adama, her iki yanındaki diğer çarmıhlara gerilmiş iki adli suçlu eşlik etti.
Teninin renginden, görünüşüne, çarmıha gerildiği saatle, ölümü arasında geçen süre, hangi saatte çarmıha gerildiği, ne kadar süre ölüme direnebildiği, hangi saatte çarmıhtan indirildiği gibi onlarca meselede hakkındaki tartışmalar bugün de sürüyor; kısa vadede biteceğe de benzemiyor.
Mesleğinin marangozluk mu, duvar ustalığı mı olduğu konusunda da anlaşmazlık bulunan ve aslında Musevi bir vaiz olduğu anlatılan bu Ortadoğulu “pasifist” (ki, adına daha sonra ağıza alınamayacak kadar suç işlenecek ve şiddete başvurulacaktır) o dönemin Roma toprağı olan Kudüs ve çevresinde kurulu yozlaşmış, çürümüş, adaletsiz toplumsal, siyasal ve ekonomik sisteme karşı çıkmaktadır. Güçsüzler için adalet, yoksullar için ekmek talep etmekte, insanlara “birbirinizi sevin” demektedir. Rastladığım tek şiddet eylemi (yanılıyorsam bilenler düzeltsin lütfen) tapınağın etrafındaki birkaç tezgahı devirmesidir.
Ölümünden sonraki ilk iki yüzyıl içinde yazılan ve bugün Gnostik olarak adlandırılan erken İncillerdeki hikayelerde, sevdiği kadın olarak tarif edilen -isteyenler Elaine Pagels’in Gnostik Gospels kitabına bakabilirler, başkaları da var- eski günahkar ama affedilmiş Mary Magdelena havarisi olduğu bu adamın işkencede ölmesine tanıklık edecektir. Bakireyken hamile kaldığı iddia olunan ve Magdelena ile aynı adı taşıyan Annesi Mary de çaresiz bir halde oğlunun ölümünü seyreder.
Son sözlerinin ne olduğuna dair de rivayet muhtelif.
“Tanrım, niçin beni terk ettin (ya da benden vazgectin)”; “Baba, affet onları çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar” ya da “Baba, ruhumu ellerine teslim ediyorum” dediği söyleniyor.
Favorim ikinci seçenektir.
Bir “politik suçlu” olarak başkaldırdıkları tarafından, adına başkaldırdıkları olup biteni seyrederken infaz edilen, bu hikayesini sevdiğim adam, Nikos Kazancakis’in sözleriyle, “Çarmıhta can verir ve ölüm sonsuza kadar yenil(ecektir)ir”.
Kendisine inanlara göre, ölümünden yaklaşık üç gün sonra Pazar günü sağlığında başkalarında sergilediği mucizelere benzer -Lazarus’u diriltmiştir- bir mucize gerçekleşecek ve dirilerek göğe yükselecektir. Diriliş mucizesine şahadet edenlerden birinin Mary Magdelana olması da hikayenin sevdiğim bölümlerindendir. Easter ya da Paskalya adıyla kutlanan bugünün önemli şahitlerinden birisidir Magdelena.
Kendisine en yakın olanlardan tutuklanmadan önce yediği “son yemekte” bir sofrayı paylaştığı 12 havarisi arasında yer alan Yahuda’nın, ihanetine uğramıştır. 30 gümüş karşılığında satmış yoldaşını. O gece bulundukları yere baskın yapan Romalı askerlerle beraberindekilere “Nasıralı”nın kim olduğunu, yanağına kondurduğu bir öpücükle gösterir Yahuda.
İhanet bir öpücük kılığına bürünmüştür…
“Yahuda, Tanrının oğluna bir öpücük ile mi ihanet ediyorsun” sözleriyle sitem ettiği iddia olunur.
Bunun bir ihanet olmadığını, İsa ile Yahuda’nın fikir birliği içinde böyle olmasını planladıklarını İsa’nın ölerek ölümü yenmek istediğini iddia edenler de var. Çelimsiz omuzlarına, “İlk günah”tan başlayarak insanlığın bütün günahlarının kefaretini ödemek istemiş.
Ne kapanmaz bir davadır şu ilk günah meselesi!
Yahuda daha sonra suçluluk duygusuna dayanamayarak intihar etmiş. Uçurum kenarına tutunmuş, çılgın pembe-eflatun çiçekli bir erguvan ağacına kendini astığı iddia edilir.
O gece tutuklanan Nasıralı, bilindiği gibi ertesi gün gerildiği çarmıhta can vermiş.
Nasıralı’nın aslında o dönemde Musevilere vaaz ettiklerinin, bütün diğer halklara da yayılması ve adını (Jesus Christ) taşıyan bir dini öğreti haline gelmesi epeyce sonra gerçekleşmiş.
İsa’nın çarmıha gerilmesinin ardından dağılan havarileri yakalayıp geri getirmek üzere Suriye’ye doğru giden Roma vatandaşı Musevi Paul (Pavlos) yolda bir biçimde fikrini değiştirmiş, sadık bir havariye dönüşmüş ve bir din olarak İsa’nın öğretilerini yaymaya başlamış.
“Tarsuslu Pavlos” olarak bildiğimiz, Aziz Pavlos, İsa adına Küçük Asya’da -siz buna Anadolu da diyebilirsiniz- çok sayıda kilise kurmuş.
Uzun mücadelelerden sonra Doğu Roma İmparatorluğu’nun dördüncü yüzyılın ilk yarısında meşrulaştırması, ardından aynı yüzyılın ikinci yarısında ise devlet dini olarak kabul etmesi sonucunda, başlangıçta muhalif bir yeraltı ve yoksulların dini olan Hıristiyanlık, kurumsal statüye bürünmüş.
İstatistiklere göre bugün dünya nüfusunun 2.2 milyarı, ki toplam nüfusun yaklaşık yüzde 35’i civarında, kendisini Hıristiyan olarak tanımlıyor.
Kutlayan herkese Mutlu Paskalyalar. (LM/EKN)