Söylediklerimiz bizi ele verir. Söylerken seçtiğimiz kelimeler bizi ele verir. Söylerken vücudumuzun aldığı şekil, ses tonumuz bizi ele verir. Söylemekten kaçabiliriz bazen ancak söylemediklerimiz de söylediklerimiz kadar ele verir bizi.
17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ilk andan itibaren nefeslerimizi kesmeye devam ediyor. Çeşitli yasaklar, engellemeler, baskılara rağmen her gün yeni bir haber medyaya yansıyor ve artık nasıl tepki vereceğimizi bilmez konuma geldik. Bir oyun var ortada, orası kesin! Biz çocukken kim, kiminle, nerede, ne yapıyor diye bir oyun oynardık. Bilirsiniz belki. Dört kişiye birer kağıt dağıtılır ve sırasıyla o dört soruya cevap verilirdi. Her bir cevaptan sonra kağıt bir kez katlanır ve kağıt el değiştirirdi. Bir kaç tur döndükten ve çoğunlukla kağıt sona erdikten sonra kağıtlar açılır teker teker okunurdu.
17 Aralık’tan beri bu oyunu oynuyoruz sanki tüm ülkede. Her kağıttan ortaya çıkan “saçma sapan” hikayelerle kah gülüyor, kah kızıyor, kah şaşıp kalıyoruz. Öyle garip bir oyun halini aldı ki içinde tırlar, mektuplar, gazeteciler, savcılar, polisler, saatler, bakanlar, tehditler, başbakan, beddualar, jandarmalar, valiler, silahlar, babalar oğullar ve paralar, paralar, paralar var. Başbakan üzerimizde oyun oynamaya çalışıyorlar gibi cümleler sarf ederken sanırım bunlardan bahsediyor.
Yoksa “savcının incelemek istediği silah yüklü tırın aranmasına karşı çıkıldı” ya da “başbakan gazetecilerle basına kapalı toplantı yaptı” gibi cümleler sadece bizim çocukluk oyunlarımızda ortaya çıkan metinler kadar saçma. Ki düşünün ayakkabı kutusundan çıkan paralardan bahsetmiyorum bile. Bizim oyunlarda bile bu kadar büyük fiyaskolar olmazdı.
Yaşanan olayların aklımıza gelmeyecek kadar basit, gelemeyecek kadar karmaşık olmasının yanı sıra baş aktörlerin söylemleri de dikkat çekici. Soruşturmanın başladığı günden beri açıklama yapmaya mikrofon başına geçen neredeyse hiç kimse hiçbir şey bilmiyor. Cumhurbaşkanı bile silah yüklü olduğu iddia edilen tır olayında çıkıp “benim bilgim yok”diyebiliyor. Öyle büyük bir devlet sırrı ki Cumhurbaşkanına yani hiyerarşide en tepede olan kişiye açıklama yapılmamış. Öyle büyük! Öyle gizli!
Başbakan’ın çıkıp şimdi kanlı bıçaklı olduğu kişiler için “Ne istediler de vermedik” dediği, AKP milletvekilinin sosyal medyada “Emniyet Cemaat’e bağlandı” yazdığı bir devir bu. Hatta Gezi Direnişi sırasında “destanlar yazan” polisler, emniyet müdürleri, şube müdürleri soruşturma yüzünden görevlerinden alındılar. İşte böyle bir devir.
Başından beri gelmek istediğim yere geç de olsa geliyorum sanırım. Söylediklerimiz bizi ele verendir, söylemediklerimiz de. Başbakan 17 Aralık operasyonunun ardından Konya mitinginde aynen şunları söyledi.
''Allah bes baki heves'' diye bir söz vardır. Biz buna inanıyoruz. Yani Allah yeter, gerisi boş hevestir. Kim nasıl saldırırsa saldırsın bizim Allah'ımız var, o bize yeter.
Her şey daha yeni başlamış, soruşturmanın ucu kendi oğluna gelmemişken işi Allah’a havale etmişti Başbakan. Söylemleri gün geçtikçe sertleşti, insanları “ininden” çıkaracaklarını da söyledi “Bizim de bildiklerimiz var.” diyerek şimdiye kadar bilip de sustuklarını da ifade eden açıklamalar da yaptı. Söylediklerimiz bizi ele verir efendim. Bunları siz biliyordunuz işte şimdi açıklıyorsunuz demek “Bizim de bildiklerimiz var.” Küçücük bir kelime “de”. Hani şu “dahi” anlamına gelirse ayrı yazılan. Ama ne kadar büyük bir iş yapıyor o cümlede.
Bülent Arınç’ın Ayten şiirinden, Cumhurbaşkanının suskunluğuna, AKP’ye oy vermiş cemaatçi dostlarımızın sesini çıkarmalarına, belediye otobüsünde bir teyzenin herkesin duyabileceği bir tonda eleştirilerine, eller göğe açılarak yapılan beddualardan, yazılan istifalara , “başbakan da istifa etmeli” diyen bakanlara kadar uzanan uzun soluklu bir söylem analizi yapmak gerek. Önümüzdeki günlere dair net bir fikrim olmasa da işi ne beddua ederek ne de Allah’a havale ederek bu işten tarafların bu kadar kolay sıyrılabileceklerini düşünmüyorum. Dine sarılıp, böyle açıklamalar yapıldıkça Jim Carrey’nin Aman Tanrım filmini hatırlayarak gülüyorum hep. İstekler çakışıyorsa kim ne yapsın canım? İyi seyirler… (SK/HK)
Yazıdan daha önemli not: Çocukluk ve oyundan bahsedip, yeni yaşına “uyanamayan” çocuğumuzu, Berkin’i anmadan bitiremedim. Uyan Berkin. Uyan ve bahçemizde gerçek oyunlar oynayan “mutluluk, mavi çocuk” ol. Vaktidir.