O günün güzel olacağı sanki sabahtan belli idi. “Motorları maviliklere” degil ama Trakya’nin bitek ovalarına sürdün. Öğlen Edirne’ye vardın, şehri geçtin ve o güzelim Ergene ovasının orta yerine bir utanç abidesi olarak dikilmiş soğuk yapının dış nizamiyesindeki ziyaretçi kabul binasına yanaştın.
Camlı kabul bankosunun içinde iki polis vardı, havalar ısındı, kısa kollu resmi üniformaları içinde. Kimliğini uzattın işlemler için;
“Mahpusumun ziyaretçisiyim, görüşüne geldim.”
Öndeki erkek polis kimliğini aldı, ziyaretçi kabul defterini açtı. Arkadaki kadın polis, camdan yüzünü görebilmek için hafifçe eğildi. Biraz yapılı, dolgun bir vücudun, hafif tombul yanaklı yüzüne yerleşmiş bir çift güleç göz:
“Siz İstanbul’dan mı geldiniz?”
“Evet”
“Bu motorla mı?”
“Evet”
“Ay ne güzel..”
‘Ben de şimdi şurdan çıksam, şu motora atlasam, şu uçsuz bucaksız ovada gidebildiğim yere sürsem’ diyen bir imrenme var sesinde..
Konuşmayı erkek polis sürdürdü;
“Hocam siz iktisatçı mısınız?
“Evet”
Hapisane yönetimine daha önce verilmiş ziyartçi kimlik bildiriminde görüyor bunu, kontrol sırasında.
“Biz de başımıza bir iş aldık valla hocam..”
“Hayırdır?”
“Benim ‘iki yıllık’ bir açık öğrenim kaydım vardı. O bitince şimdi İktisat Bölümü’ne kayıt etmişler.. N’aparsın uğraşıyoruz biz de işte..”
“E iyi birşey bu.. Kolay gelsin size.”
“İyi canım.. benimki Cumhuriyet Üniversitesi.. Sizinki neresiydi? Gerçi biraz eskisinizdir bizden.”
“Ben ODTU’denim, 83 mezunu”
Kadın polis de dinlemekte bu konuşmayı. Uzaktan gelmiş ziyaretçinin tiynetiyle ilgili.
Erkek, kadına döndü;
“Bunlar başka bir nesil işte” dedi..
Sesindeki tonlamada sanki şunu sezdin; ‘Bunlar o nesil işte. Birisi yatar içeride yıllardır, öbürü paçayı kurtarmıştır, işi gücü filan vardır ama unutmaz.. arkadaşını arar bulur, yanına varır işte böyle..’
Kadın da, erkek de birbirlerinden iyi, nazik insanlardı.
Kabul işlemleri bitti. Seni dış nizamiyeden saldılar, iç nizamiyeye giden uzun yolu yürüdün. Buranın “yüksek güvenlikli” sıfatının hakkını veren bir sürü işlemden daha geçtin uzun uzun; aramalar, yeniden kayıtlar filan.. Nihayet, sağ elinin beş parmağını tanıyan bir elektronik kart sadece bu ziyarete mahsus olarak orada üretildi. Bu kartı tanıyan elektronik kapıdan da geçince üçüncü polis ile karşılaştın. Seni aldı, ziyaretçi mahaline açılan son kapıya birlikte yürüdünüz. Gelişinizi telefonla içeriye haber verdi. Kapının önünde beklemeye başladınız.
“Kime gelmiştiniz?”
“Aytuç Altay’a”
“Abisi misiniz?”
“Hayır arkadaşıyım”
Sessizlik oldu bir an.. Konuşmak istedin.. Birazdan şu açılacak kapının ardında görecek olsan bile mahpusunu, hep konuşmak istersin onun hakkında.. Hasretine iyi gelir, bir de övüncündür senin o..
“Aytunç benim büyüğümdür. Demek ki genç gösteriyor..”
Polis durdu. İyi birşeyden, bir iyilikten bahsederken insanlar, bahsettikleri o iyi şeyin ‘sureti’ gelir yerleşir ya yüzlerine, bakışlarına.. öyle bir iyilik geldi oturdu polisin de yüzüne; bakışlarını senden uzağa, az ileride hafif yere doğru bir yere dikti, çok sakin bir sesle:
“Aytunç iyi bir insan” dedi. Kapı açılırken sürdürdü: “Muhabbeti de iyidir.”
Polisi arkanda bıraktın, görüş bölmesine ilerlerken ağlamaman zordu..
İşte iyilik her yerdeydi. Bir saat içinde üç iyi insan tanımıştın. Bir kadın, iki erkek. Resmi giysileri içinde üç polis. Bu insafsız infaz kurumunun ortasında. Bir de yoldaşının çevresine örülmüş o saygı halesi, karşında usulca fısıldanan.
Bu kadarı çoktu.. O zaman, içinden geçirebilirsin o kadim ezgiyi: “Umudu kesme yurdundan..”
Çıkışta, uzun yolu geriye yürürken dış nizamiyeye, kadın polisi tekrar gördün. Yol geniş; karşıda uzaktaydı, seslendi oradan sana:
“Görüştünüz mü?”
“Evet”
Elini salladı, “İyi günler size.”
* * *
Hemen hiç izlemezsin; tesadüfen yakaladığın ana haber bülteninde görüntü eşiliğinde verilen haberin başlığı şu: “Şehir Efsanesi Gerçek Oldu!”
Salihli’de bir içkili lokanta.. Salaş denebilecek, mütevazı bir kasaba lokantası.
Gece sabaha karşı lokanta sahibini evinden kaldırıyorlar.
“Kalk lokantayı aç, arama var..”
6 kişilik bir ekip.. başlarında amirleri. Lokantayı açtırıyorlar, arıyorlar. İki yerde esrar buluyorlar. Yazar kasanın altında ve bar tezgahının gerisinde.
“Gerçek olan efsane” şu: Arayanların haberdar olmadıkları güvenlik kamerası çekimini izliyorsunuz, Tv’de ana haber bülteninde. Beyaz montlu sivil, tezgahın ardına geçiyor “arama için”. Etrafı yokluyor önce bakışlarıyla. Sonra, yazar kasayı usulca kaldırıp bir kenarından, küçük naylon paketi altına zulalıyor, ardından bir ikincisini hemen yakınına, tezgahın altında bir yere.
Devamında görüntünün, bulduklarını çıkarıp arkadaşına verirken izliyorsunuz polisi ve kamera kaydı bitiyor.
Sonra, bir “Olay Yeri Arama Tutanağı’nın olay yeri krokisi çizimi geliyor ekrana. Az önce izlediğiniz yazar kasa, tezgah filan çizilmiş tükenmez kalemle, üzerlerine ok ile çıkma yapılmış ve yazılmış “yazar kasa”, “tezgah”, “1. paket”, “2. paket” diye.
Ertesi sabah, lokantasındaki kameranın kaydını izleyen sahibi, İlçe Emniyet Müdürü’nün makamına çıkıyor, elinde görüntü cd’si ile.
Görüntüyü alıp izlemiyorlar bile. “Ha öyle mi, yanlış olmuş, biz cezasını veririz” gibi birşeyler söylüyorlar.
Ardından ekrana lokantacının avukatı olsa gerek genç bir adam geliyor: “Biz yapanın cezasını veririz dediler. Biz de savcılığa gitmedik.” diyor..
Netice:
Ortada bir suç var. Emniyet tutanakları ile sabit. Suçu işleyen (!) lokantacının oğlu, mahkum oluyor. Cezasını çektikten sonra bir süre de ikamete rapten hükmü gereği, hergün karakola gidip mevcudiyetini belgeliyor.
Başkaca bir soruşturma yok. Güvenlik kamerasındaki sivil dahil bütün polisler görevlerinde. Bu olay Subat 2007’de oluyor. Beyaz montlu, saçının önü dökük sivil polis halen Salihli’de görevde. Emniyet amirleri olağan tayinleri ile başka illere atanmışlar, oralarda emniyeti sağlama görevlerine devam ediyorlar.
En son ekrana lokanta sahibi geliyor; Salihli’de duramamış artık, lokantasını kapatmış, başka bir yere göç etmiş ailesiyle, yeni bir hayat kurmaya çalışıyor.
Kinayeli dokundurmaları bir tarafa bırakmalı artık, eşyanın adı şu:
Bir ilçe emniyet müdürlüğünün kurumsal işleyişi içinde, yani örgüt olarak, planlayarak, icra ederek, belgeleyerek, yani organize biçimde işlenmiş bir suç bu.
Örgütlü organize suç.
Bu suçun örtbas edilmesi, suçu işleyenlerin kovuşturulmaması, emniyet örgütünün başka birimlerinde görevlerini sürdürmeleri – bilinen söylem ile “çürük elmaların ayıklanmamış olması” – da bu organize suça iştirak etmektir.
2009 yılında ülkemizde emniyet teşkilatı, "organize suç" örgütlerinin istilası altında..
* * *
Bir Trakya sabahında bir saat içinde üç tane iyi insan tanımak insanı gönendirir. Bunun ayırdındasın.
Toplumsal sistemin geldiği çürümüşlük noktasında, emniyet teşkilatının içinde bulunduğu gerçeğin de ayırdındasın.
Birbirleri ile tamamen alakasız ve farklı düzlemlerdeki bu iki gerçeklik de, orta yerde duruyor işte.. Ülkenin gerçekleri olarak.
Şu da ülkenin bir gerçeği:
Son açıklanan ekonomik paketin istihdam yaratmaya dönük tedbirlerinden! en doğrudanı şu: Heveskar ağızlı bir Tv haberi söylemiyle: “Üniversitelereden yeni mezun binlerce işsiz gencimize müjde! 10 bin yeni polis alınacak.. İçişleri Bakanı’nın açıklamasına göre..”
Haber görüntülü devam ediyor. Kendisine yolda mikrofon uzatılan genç konuşuyor:
“Valla düşünürüm tabi, bu işsizlik ortamında..”
Küçük kasaba barlarına itina ile esrar zulalama yöntemleri eğitiminin müstakbel öğrencileri yolda..
* * *
Artık müdanasızsın..
Sevdiğin, zeki esprilerine hayranlıkla güldüğün sahne adamını - aksi tesadüf bu ya geçen gün yine gözün haberlere takıldı – Tv de gördün. Memleketin en meşhur emniyet müdürü ile yan yana gülüşüyorlardı. İstanbul polisi, korsan cd’cilerin iflahını kesen bir operasyon yapmış da, o vesileyle bir araya gelmişler.. Bu, anlaşılıyor ki müdürün halkla münasebetleri faslından bir şükran buluşması. Belli, komedyenimiz zeki esprilerinden birini yapmış ayak üstü; müdür gülüyor gevrek gevrek..
Artık komedyenine de, gülmeyeceksin, seyretmeyeceksin onu bir daha.. Sokmayacaksın bundan sonra bir tane cd’sini evinden içeri..
Artık müdanasızsın. Müdanasızların yanına gitmelisin.