Yazar notu: Oyunun yapım ekibinde olsam da oyun eleştirileri yazan biri olarak seyircili genel provada izlediğimde bu oyun üzerine yazmalıyım dedim. Tillie anlat seyirciye;
Ne İngiliz halkı ne de dünya halkları Jane Austen’ın romanlarını, klasik filmlerini okumaktan/izlemekten asla bıkmamıştır; bunun içindir ki bitmek bilmeyen TV şovları, sinema filmleri ve tiyatro oyunları uyarlanmıştır.
Hatta Netflix kataloğunda bir ‘Jane Austen’ boşluğu görmüş olacak ki yeni bir uyarlama da yolda. Ama... bu sefer başka; bu "Gurur ve Önyargı"... gibi bir şey.
Bir nevi "Gurur ve Önyargı", tamamen kız neşesi, biraz da sınıf öfkesi. BKM/DOT ortak yapımı olarak sahnelenen, Isobel McArthur’un kaleme aldığı, Erdem Avşar’ın çevirdiği ve Murat Daltaban’ın yönettiği oyun Jane Austen’ın yazdığı kök hikâyeye tutunsa da yolculuğa kendi ayakları üzerinde çıkmak isteyen türden; asi ve neşeli.
Jane Austen romanları çoğu zaman feminist mercekten bir onayla çıkmaz. Feminist ve sosyal eleştirisini üst sınıftan başlatmakla hata yaptığı düşünülen Jane Austen’a karşı oyun da kendi eleştirisini getirir. “Jane Austen’cığımız bazen bunun gibi minnak şeyleri unutsa da...” der ve hikâyeyi hizmetçilerin gözünden anlatmaya başlar.
Haliyle oyun Jane Austen dünyasını kendine zemin kabul ederken onu hicvetmekte beis görmez.
Yazarın alametifarikasının karakterle figüranın rol değiştirdiği anlatı formu ve politik alt metni olduğunu düşünmekteyim.
Hizmetçiler aslında var olan hikayelerinin göz ardı edilmesinin intikamını Jane Austen’ın steril dünyasını kirleterek alıyor.
Alt kattan, üst kata çıkmaya karar veriyorlar ve oyun başlıyor. Bayan Bennet ve Darcy rollerinde çok başarılı bulduğum Nergis Öztürk, kendi döneminin en başarılı kadın oyuncularından. Komedi zamanlamasının gücü ve bu oyun dışındaki sair rolleriyle Nergis Öztürk gerçek bir tiyatro insanı.
Lokomotif karakter Elizabeth
Aynı yorumu yapacağım bir başka oyuncu ise yıllarca tiyatro sahnesindeki komedi deneyimini bir kasa dönüştüren Özge Özberk. Daha iyi bir Bingley kardeşler performansı düşünemiyorum desem yeridir. Oyunun lokomotif karakteri Elizabeth’i canlandıran Birce Akalay ise sahnede kuğu gibi görünüyor.
Vokal performanslarındaki başarısına ayrı bir parantez açmakla birlikte hikâyenin taşıyıcı karakteri olmanın yükünü başarıyla taşıyor. Ayşegül Uraz Clara, Jane ve Lady Catherine karakterleriyle seyir zevki güçlü bir performans sergiliyor. Ayşegül Uraz, her yazarı/yönetmeni harakete geçiren ve heyecanlandıran bir oyunculuk kumaşına sahip.
Kumbaracı50’de rol aldığı oyunlardan birkaçı tüm zamanlar listemde üst sıralardayken Gurur ve Önyargı* (*gibi bir şey)’de onu izlemek iyi hissettirdi. Kardelen Arpacı oyunun belki de en parlak isimlerinden biri. Jane Austen’ın parlatamadığı Lydia ve Mary kardeşleri Murat Daltaban rejisinden aldığı güçle öne çıkarıyor.
Tasarım ekibi
Türkiye tiyatrosunu in-yer-face ile buluşturan, tiyatroda ‘başka bir dil mümkün mü’ arayışının öncülerinden DOT Tiyatrosu’nun Mısır Apartmanı dönemlerini kaçırmış bir Z kuşağı olsam da Murat Daltaban’ın oyuncu rejisinin ne denli sağlam olduğunu, zor ama sonucundan herkesin memnun kaldığı bir formül bulduğunu duyardım.
Bu oyunda da gördüm ki her elementin birbirine mükemmelen eklemlenişi Murat Daltaban’ın ustalığından neşet ediyor. Murat Daltaban rejisi kadar tüm iskeleti ayakta tutan bir başka gücün de Özlem Daltaban’ın yapım yönetmenliği olduğunu söylemem gerekir.
Sektörde Özlem Daltaban’ın yaptığı işi yapan tiyatro insanlarının çoğalmasıyla Türkiye tiyatrosunun belirli bir standart ve kaliteye ulaşacağı kanaatindeyim.
Oyunun tasarım ekibine gelecek olursam; büyük vitraylı kubbenin altında iki kanatlı merdivenleri ve dev avizesiyle –rejideki kullanışlılığını görünce hayranlığım iki katına çıkıyor- dekor tasarımı Burak Etöz’e ait.
Hikâyenin temposuna ve karakterlerin değişim hızına ayak uyduran, en önemlisi karakteri ayırt edebildiğimiz düzeyde karakterize tasarımlar tiyatro sahnesinin maharetli ismi Tomris Kuzu’nun elinden çıkmış.
Cem Yılmazer’in ışık tasarımı zannımca oyunun altıncı oyuncusuymuşçasına sahnedeki yerini alıyor ve hikâyenin tam merkezine seyirciyi davet ediyor. Hepsi de ödüllü bu tasarımcıların elinden çıkan oyuna seyirlik bir şahanelik olmaktan başka şans da kalmıyor.
Hikâyenin bıraktığı yerden duyguyu sırtlanan müzikler Oğuz Kaplangı’ya, koreografi Tan Temel’e müzikal performans çalışmaları ise Müge Oskay’a ait. İki perdeden oluşan oyun toplam 140 dakika.
Benim diyen seyirciye dahi uzun gelebilecek bir süre. Oyunun şarkılarını genel olarak sevmekle birlikte oyunda aritmi yaratan, sahnedeki enerjiyi sönümleyen anlar da vardı. Bu yorumun şarkıların kendiyle ilgili değil kullanım sıklığıyla ilgili -ilk perdede özellikle- olduğunu söylemeliyim.
Kök salmayı saksı doldurmak zanneden babaya duyulan öfkeden tutun, konçertosunu yazanların lazımlıklarını temizlemekten vazgeçip üst kata çıkan kadınların devrimine kadar Gurur ve Önyargı* (*gibi bir şey) bize, Jane Austen'ınkinden daha fazla şey söylüyor.
Teslim olmayı reddeden feminist kahramanın (Elizabeth) etkisi mi sermaye dengesini alaşağı eden anlatısını hizmetçilerin gözünden kurması mı yoksa Jane Austen’cığımızın unuttuğu yerden Charlotte’ın Elizabeth’e duyduğu kuir aşkın onurlandırılması mı hangisi oyunu anarşist yapan değer siz karar verin.
Bence hepsi ama bir eksikle; oyunu başkaldıran, bulaşıcı bir neşeye bulayan Murat Daltaban vizyonuyla, kız neşesiyle. Oyuna kimlik kazandıran şey tam da bu.
Ve bittiği yerden devamla, “genç kalpler özgürdür zincire vurulmaz!”
(TY/EMK)