*Fotoğraf: Evrensel/Üniversiteli öğrencileri yurt ve kiralık ev bulamadıkları eylem yapmıştı.
Atina’dan bildiren Reha Muhtar ve Roma’dan bildiren Reha Erus gençliğimin önemli figürlerindendir.
İzninizle ben de bu hafta Ege sahillerinden bildirmek istiyorum. Babamın sağlık sorunları var bir süredir. Aslında şehirde kalması daha iyi ama yaşlılara özgü bir inatla “Yazlığa gideceğim” diye tutturunca Mart sonundan itibaren ona göz kulak olmak üzere yazlıkta görevlendirildim.
Soğuk ve zaman zaman fırtınalı bir havada sahil kasabası halkının nabzını tutuyorum. Bu deyimi kullanmak sonunda bana da nasip olduğu için hayata müteşekkirim.
Nesil farklılıkları
Sahil kasabası halkı dediysem, henüz okulların kapanmamış olması, bu soğuklarda denize girmenin mümkün olmaması vb. nedenlerle kimsecikler ortada görünmediğinden halktan kastım daha ziyade 75+ yaş. Babam İkinci Dünya Savaşı sonrası yılların başlangıç kabul edildiği, adını yıllık doğum oranlarındaki büyük artıştan alan “bebek patlaması” (baby boomers) kuşağından.
Nesil farklılıkları üzerine düşünmek zamanın ruhunun öne çıkarılan ya da üstü kapatılan değerlerinin anlaşılması açısından değerli.
Çünkü neslin değişmesi sadece hayat koşullarının değişmesi anlamına gelmiyor, aynı zamanda insanların hayattan beklentilerinin de değişmesi anlamına geliyor. Hatta mesele bundan da büyük çünkü her yeni nesil yeni bir insan demek.
Hangi kuşak hangi yılda başlar, hangi yılda biter konusunda tam bir uzlaşı olduğunu söylemek mümkün değil.
Kaynaklar farklı yılları işaret etse de genel olarak Sessiz Kuşak 1925-1945, Bebek Patlaması Kuşağı 1946-1964, X Kuşağı 1965-1979, Y Kuşağı 1980-1999, Z Kuşağı 2000-2012 yılları arasını ve Alfa Kuşağı 2013 yılından sonrasını kapsıyor.
Baştan söyleyeyim, burada gözlemleyebildiğim sınırlı sayıda örneğin bütünü temsil ettiği iddiasında değilim. Kendi imkânlarımla yürüttüğüm bu küçük saha araştırmasının öznel bulgularını Türkiye üzerine genellemeye kalkacak kadar aymaz da değilim.
Hazırsanız başlıyorum. Bebek patlaması kuşağının kadınlarının erkeklere nazaran daha neşeli olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla.
Çocukları okumuş, çoktan hayata atılıp kimi evlenmiş kimi boşanmış, torun torba sahibi bu kadınlar hayatın sırrına ermiş görünüyorlar. Tatlı bir "salla yolla" havası içindeler. Erkeklere inat bu yaşların tadını çıkarıyorlar. Mesela, gençliklerinde kocaları hakkında tek kötü söz etmeyi 'arsızlık' saydıklarından bunun acısını bu yaşlarda çıkartıp yalnız kaldıklarında birbirlerine güle oynaya "en kötü koca" hikayeleri anlatıyorlar.
Bebek patlaması kuşağının erkeklerinde durum pek aynı değil. Hayatın onlara “erkek” oldukları için tanıdığı onca avansı önceki dönemlerinde tepe tepe kullandıklarından bu son çeyreğe daha mutsuz, daha moralsiz giriyorlar sanki. Çok ileri gitmeyeyim ama kadınlara kıyasla daha fikrisabit bir profil çiziyorlar.
Çalışkan, sadık...
Takdir edersiniz ki babamla olduğum süre içinde onun okuduğu gazeteleri okuyup onun izlediği televizyon kanallarını izledim. Aylar önce yaşadığı “beyne pıhtı atması” durumu ile izlediği televizyon kanalları arasında anlamlı bir ilişki olduğundan şüpheleniyorum işin doğrusu. Hatta akademinin el atması gereken bir araştırma başlığı önerisi olarak şuracığa bırakıyorum.
Televizyon izlemenin bir “ötenazi formu” olduğunu düşündüren acayip tartışma programları izledim son günlerde.
Çoğunda konuştukça sinirlenen, sesi giderek yükselen, sözü kesilirse lafı daha da uzatan babamın akranları vardı. Ellerini kollarını sallaya sallaya gençlerin nerede hata yaptığını, gençlerin hangi konularda yetersiz ve bilgisiz olduklarını anlatmaya doyamayan insanlar. İlerleyen yaşlarına rağmen kendini gençlerin yerine koyabildiklerini söyleyenlerin sayısını ve özgüvenini şaşırtıcı buldum.
Bu son dönemde yaşlanmanın en büyük emaresinin “başkalarının işine karışmak, mütemadiyen onlara neyi nasıl yapacaklarını öğretmeye kalkmak” olduğuna karar verdim. Bunun bir sınırı yok, yoğurt mayalamak için sütün sıcaklık derecesinin kaç olması gerektiğinden tutun da gençlerin hayatlarını nasıl yaşamasının daha doğru olduğuna kadar uzanan geniş bir performans alanı bu.
X kuşağı olarak o nesilden daha uyumluyuz bence. Çalışkan, sadık ve otoriteye saygısı ile tanınan bir kuşağız. İş aidiyeti ve motivasyonu yüksek, sabırlı insanlarız. Genco (aka.evlat bireyi) bir keresinde bana hangi kuşaktan olduğumu sorduğunda “Ebemkuşağındanım annem, her renk var bende” demiştim.
Emekli olmadan evvel 27 yıl aynı işte hem de severek çalışmış olmam Genco ve akranlarında hayret uyandırıyor. Benim kuşağım için sıradan bir özellik olan “girdiği ilk işten emekli olmak” onlar için “bir adım ilerleyememe, batağa saplanıp kalma” gibi olumsuz çağrışımlar taşıyor.
İki satır da olsa kendi kuşağım hakkında birkaç güzel söz etmek isterim izninizle. Dünyayı değiştiren icatlarda en çok parmağı olan nesiliz örneğin.
En ileri teknoloji ürünü olarak merdaneli çamaşır makinesi ile başladığımız yolculukta dijital teknoloji ile yeni bir yaşam tarzı, yeni bir kültür yaratmayı başardık. Atari, Pac-Man, Pong, Walkman derken ChatGPT’ye el veren bir biçimde hem kendi hem de ardımızdan gelen nesillerin teknoloji ile ilişkisini geri dönülemez bir biçimde şekillendirdiğimizi düşünüyorum.
1970’ler-80’ler televizyon, radyo ve tüketim kültürünün ağırlık kazandığı, sadece teknolojinin değil geleneksel ailenin de değiştiği yıllardı.
Ebeveynleri boşanmış ya da her iki ebeveyni de çalışan, çocukluğunda kimseye sırtını dayayamayan, belki de sırf bu nedenle hayatta sadece kendisine güvenmesi gerektiğini düşünen bir nesildir bizim nesil. Bunlar hafife alınmayacak majör değişimler, o yüzden X Kuşağının “bağ kuramayan bir kuşak” olduğu tespitine büyük oranda katılıyorum.
Hem anne-babalarından hem de evlatlarından azar işiten ilk nesil olduğumuzu düşünüyorum. Bir arkadaşım bu tespiti daha da ileri götürerek “anne-babanın zalim olduğu zamanda evlat, evlatların zalim olduğu zamanda anne-baba olduk” demişti bir keresinde. Ne yalan diyeyim o kadar karamsar değilim, fena çocuklar yetiştirmediğimizi düşünüyorum.
Bizden sonra gelen Y kuşağının en büyük farkı bu neslin çocuklarının internetsiz bir dünyayı hiç deneyimlememiş olması.
Bizim nesle kıyasla örgütsel bağlılıkları az, sıklıkla iş değiştiren, özgürlüklerine düşkün, bireyci ve otorite tanımayan bir nesil.
Temel değerinin “adalet duygusu” olduğuna inandığım ve toplumsal açıdan ilk kez Gezi olayları sırasında dikkatimi çeken bu nesli çok beğeniyorum.
Kendilerine kural konulmasından hoşlanmayan, otoriteyi sevmeyen, farklı görüşlerin kendilerine dayatılmasına rıza göstermeyen bu gençlerin sosyal medya ağlarından da destek alarak kendi görüşlerini korkusuzca ifade edebilmek için neler yaptığına, nasıl direndiğine hep beraber şahit olduk o zamanlar.
Gezi olaylarının öncesinde sıklıkla apolitik olmakla suçlanan bu nesil için bir akranımın; “Bildiğimiz hiçbir ilişki biçimine benzemeyen bir ilişki kurma biçimleri var. Abla, abi, büyük, küçük demeden birbirinden yaşça ve sosyal açıdan farklı herkesle eşit ilişki kurmayı başarıyorlar” sözleri hep kulaklarımda. Çok kimlikli bir dünyada kendine benzesin ya da benzemesin herkesle aynı ortamda bulunabilen, eşit ilişki kuran bir kuşak.
Seçim atmosferine girdiğimizden beri herkesin diline pelesenk olan bir “Z Kuşağı” var bir de. Diğer kuşaklara nazaran daha girişimci bir karaktere sahip, otoriteye karşı sadece umursamaz değil saldırgan bir tavır içinde olan, yaratıcı ve tüketici bir kuşak olduklarını biliyorum sadece, bir de kendilerini internet aracılığıyla ifade etmeye meftun olduklarını.
Gençlik de hayat gibi
Z Kuşağı hakkında yıllar önce çıkan bir gazete haberini çok iyi hatırlıyorum. O haberde Z Kuşağının gelecekte çalışacağı işlerin yüzde 65’inin haberin yazıldığı yılda henüz dünyada olmadığı, bu nedenle dünyada henüz olmayan bir iş konusunda eğitimin planlanamayacağı yazıyordu. Geçen yıllar içinde o kuşağın ihtiyacı olan araştırmacı, uyum ve öğrenme yetilerini geliştirecek bir eğitim sistemini sağlayabildiğimizi hiç sanmıyorum.
Özetle, her yeni nesil yeni bir değerler sistemi anlamına geliyor. Her yeni nesille birlikte zamanın ruhu değişiyor. Hayatlarımız birbirimizin hayatını etkiliyor. Bir sabah kalkıp başka bir dünyaya uyanmıyoruz sonuçta. Sosyal değişimler farklı hızlarda da olsa hayatımızı şekillendiriyor. Genel olarak yaş gruplarına bağlı hızlı değişimler de var, farklı yaş toplulukları boyunca gerçekleşen daha yavaş olanlar da. Bütün bunlar toplumları da değiştiriyor nihayetinde. Geleneksel toplumdan, birbirine benzer sosyal birimlerden oluşan bir yapıdan modern topluma, çoklu üyeliklere, çoklu kimliklere izin veren başka bir topluma geçiyoruz mesela.
Türkiye gibi, önemli toplumsal ve siyasal değişimlerin kısa süreler içinde vuku bulduğu, demografik anlamda dinamik bir ülkede sosyal kutuplaşma sadece siyasi fikirler üzerinden değil, kültürel kimlikler, hayat tarzları, nesil farklılıkları üzerinden de yaşanıyor. Bu sıkıntıyı aşabilmek için yeni nesillere alan açmak en çok bizim sorumluluğumuz diye düşünüyorum.
Gençlik çok güzel şey. Bulunduğum yerden geçmişe dönüp baktığımda, o zamanlar bunu bilmesem de zamanında mutlu ve güçlü bir genç olduğumu görüyorum. Gençlik de hayat gibi, ona dair bilgisizliğimizle keyfini sürebileceğimiz bir şey belki de.
Sadece geleceği kurmak değil aynı zamanda dünyayı takmamak, keyfince yaşamak, tadını çıkaracağın hatalar yapmak, hatta saçmalamak için de insan hayatının en değerli zaman dilimi. Sadece Türkiye’yi değil dünyayı değiştireceğimizi samimiyetle düşünürdük biz gençken, her anını mutlulukla anıyorum şimdi.
Sözün özü, önümüzdeki seçimler gençlere borcumuzu ödemek için önemli bir vesile diye düşünüyorum. O yüzden ebemkuşağını temsilen ufak bir ricam olacak sizden. Oy pusulasında damgayı vuracağınız yeri ararken aklınızdan en çok gençler geçsin.
İş bulamadığı ya da bulduğu güvencesiz işler için hayatından vazgeçenler, çalışırken ciğeri fiberglas ve asbestle dolanlar, mülakatları toramanların çocukları yüzünden geçemeyenler, kızlı erkekli oturunca sürtük muamelesi görenler, yaşlı başlı adamlar tarafından sırf onlarla aynı fikirde değil diye terörist olarak itham edilenler, ezcümle gençliklerini yaşama hakkı kendilerine tanınmayan evlatlarımız gelsin aklınıza.
Bu seçimin bizlere en büyük ödülü genç taklidi yapıp her fırsatta gençleri azarlayanlara geçit vermemek olsun.
Sözün özü, aman diyeyim seçim zamanı gençlere kıyanlara yol vermeyelim annem!
(AA/EMK)