Öyle bir aile tasavvur edin ki, çocukların anne olarak tanıdığı şahıs yavaş yavaş erkekleşip baba rolüne soyunurken, anne konumundaki kişi bir zamanlar erkek cinsiyetine sahip olup gittikçe dişiliğe doğru evrilsin!
New York’un Queens ilçesi Sunnyside semtinde ikamet etmekte olan Jo ve Allie’nin alevli aşkı My Sunnyside adlı belgeselde teferruatlı şekilde incelemeye alınıyor. Yönetmenliğini Matylda Kawka’nın üstlendiği 2025 Polonya, Amerika Birleşik Devletleri ortak yapımı 92 dakikalık film dünya prömiyerini 27. Selanik Uluslararası Belgesel Festivalinde gerçekleştirdi.
Tüm yeryüzünde salgın haline gelmiş olan partner bulma uygulaması sayesinde tanıştıktan iki sene sonra evlenmeye karar veren kahramanlarımız aynı zamanda doğumdaki cinsiyetlerinden memnun olmadıkları için değişim sürecine de aksi yönlerde devam ediyorlar. Liberal zihniyetlere sahip olmalarına rağmen muhafazakârların tercihi olan geleneksel bir düğünle aile formatına girmeyi tercih etmeleri de enteresan.
Jo’nun önceki evliliğinden olan çocukları yeni anneleri Allie’yle gayet iyi anlaşıyor, mesut aile yapısı gün geçtikçe sağlamlaşıyor. Filmde yalnız trans insanlara yönelik önyargılar ve onların yaşadığı zorluklar irdelenmiyor, kadın veya erkek olarak yaşanan dinamiklerin arasındaki farklılıklar da gözümüze sokuluyor.
Neyse ki muhtelif yaşlardaki sağduyulu çocukları durumu olduğu gibi kabul ediyor ve belirli klişeler içine sıkışmış olsa da çağdaş aile modeline rahatlıkla uyum sağlıyorlar.
Filmin iki ana karakteri bilhassa müşkül anlarda birbirine derinden destek oluyor, aşkları günbegün büyüyor, aile bağları aidiyet duygularını pekiştirirken parlak bir istikbale doğru güvenle yol alıyorlar.
Cinsiyeti klişelere hapsetmek zorunda mısınız?
Ya cinsel organınız ebeveyninizi dehşete düşüren büyük bir klitorisi ve aynı zamanda ufak bir penisi andırdığı için, anne ve babanız sizi küçücükken doktora götürüp cinsiyetinizi belirleme hakkını kendilerinde görürse?
Hele bunun ahlâki tasasına düşmeden ameliyatı hoyratça gerçekleştiren doktorun zihniyetine ne demeli?
Louisiana eyaletinin başkenti Baton Rouge’da 1976 yılında doğmuş olan Kristi’nin (Jim Ambrose) ibretlik hikâyesi The secret of me adlı belgeselde mucibince masaya yatırılıyor. Yönetmen hanesinde Grace Hughes-Hallet’ın adını gördüğümüz 2025 Birleşik Krallık yapımı 97 dakikalık belgesel de Selanik’te seyirciye ulaşanlardandı. Dünya prömiyerini SXSW’da yaptıktan sonra CPH DOX ve Annapolis Film Festivalinde de gösterilmiş olan film kahramanının anlatım gücüyle de seyirciyi tesir altında bırakan ciddi bir seyirliğe dönüşüyor.
Çocukluğundan beri kendini “kız” çocuğu gibi hissetmemesine rağmen o kimliğe hapsedilen Jim’in gençliğinden itibaren giriştiği mücadeleye teferruatıyla şahit oluyoruz. Belgeselin sonlarına doğru ameliyatı gerçekleştiren doktorun kamera karşısındaki mahcubiyeti yüreğimize su serpse de asıl sorumlunun gezegen çapında model oluşturmuş John Hopkins Hastanesinde görevli doktor John Money olduğunu öğreniyoruz. Beceriksizce gerçekleştirilmiş bir sünnetin mağduru olan oğlan çocuğu David Reimer’in erkeklik organının alınması ve kız çocuğu olarak yetiştirilmesi, mevzubahis müdahalenin sorgulanmayan bir pratiğe dönüşmesine yol açmıştı. Bu hadise seneler boyunca cinsel kimliğin sosyal olarak öğrenildiği tezini doğrulayan bir başarı hikâyesi gibi pazarlanmış, David Reimer ve ayrıca durumdan bir o kadar muzdarip ikiz kardeşinin intiharlarıyla meselenin hiç de iddia edildiği gibi olmadığı ortaya çıkmıştı.
John Money’nin izinden yürümeye devam eden tüm dünyadaki tıp kurumlarını ve sözkonusu vahşi müdahaleye müsaade eden ebeveynleri kim durduracak?
Savaş çocuğu
Ya babanız Vietnam’a saldıran ABD ordusunun askeriyken annenizi hamile bırakıp memleketine döndüyse nasıl bir aile tasavvuru içinde yaşarsınız?
Child of dust adlı 2025 Polonya, Vietnam, İsveç, Çek Cumhuriyeti, Katar ortak yapımı 93 dakikalık belgesel de dünya prömiyerini Selanik’te gerçekleştirdi. Yönetmen Weronika Mliczewska’ya festivalin uluslararası yarışmasında Özel Mansiyon payesini kazandıran fazlasıyla duygusal film, ana karakter Sang Ngô Thanh’ın hassasiyeti yüzünden de gözyaşlarına boğulmanıza sebep olabilir.
Sahipsiz kalıp yetimhanelerde büyümüş çocukların arşiv görüntüleri filmin başına ve sonuna damgasını vuruyor. Büyüdüklerinde de “savaş artığı” muamelesi görüp aşağılandıklarını, ayrımcılığa tabi tutulduklarını ve hayatta muvaffak olma şansına pek sahip olmadıklarını görüyoruz.
Melezlik onların adeta laneti haline dönüşüyor.
Her şeye rağmen kahramanımız evlenip çocuk, hatta torun sahibi olmayı başarmış 55 yaşındaki bir yetişkin. Fakat babasız büyüdüğü için kız evladına yeterince babalık yapamamış olması, kızının uyuşturucu müptelası olmasına yol açan esas unsur olarak seyirciye hissettiriliyor.
DNA analiziyle ABD’de babasına ulaşınca eksikliğini daima çektiklerine kavuşacağını umuyor; fakat baba bir ana ayrı, iki erkek kardeşinin ve bizzat babasının soğukluğu, onu evlerine davet etmemeleri ve kendi kültüründen epeyce farklı hususiyetleri yüzünden sukutuhayale uğruyor. Sang Ngô Thanh ABD’ye yerleşip yerleşmemek arasında tereddüt ederken kızına ve torununa daha parlak bir istikbal sağlamak üzere kalmaya karar veriyor; bunda da aile içinde garip bulunan ve fazla insancıl olduğu için kendisinden o ana kadar uzak tutulan üvey kız kardeşinin payı yüksek oluyor.
Geleneksel manada tüm aileyi ne olursa olsun sırtımızda taşımamızın ne kadar gereksiz olduğu bir kez daha hatırlatılırken mevzubahis kurumda bize yakın olanlarının yeterli olduğu da bir kez daha teyit edilmiş oluyor.
(MT/HA)