Yazının tamamında sade ve yalın olma kaygısı güdülmüştür.
John Fante’nin "Toza Sor" kitabı Bukowski’nin referansıyla başlar.
Ama ne referans!
"Derken bir gün bir kitap çektim, açtım ve kalakaldım. Bir kaç paragraf okudum. Sonra çöplükte altın bulmuş gibi kitabı masaya götürdüm."
Los Angeles Halk Kütüphanesi’nde okuduğunu, okuduklarının ne kendisiyle, ne de etrafındaki diğer insanlarla ilgili olmadığını söyleyen Bukowski, bu denli kendini beğenmiş bir okurun (sözcük doğduğu manada kullanılmıştır) öve öve bitiremediği bir kitap olduğu için de okuyabilirdim. Ama başka nedenler vardı.
Fante’nin daha ilk paragrafta söylemiş oldukları, kitapların ilk cümleleri; takılıp kalınabilir, okumayı sürdürmek için geçerli bir sebeptir. Bununla ilgili alınmış notlar arasında gezinirken gözüme çarpan bir kaç tanesi;
1. "Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum" ile Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi...
2. "Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 5.30 da kalkmıştı." Gabriel García Marquez’in Kırmızı Pazartesi kitabı...
3. "Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır." Lev Tolstoy’un Anna Karenina’sı…
Liste uzatılabilir.
Okundular, çizildiler, kağıtlara falan da yazıldılar.
Ama bu sefer ilk cümle değildi, beşinci cümleydi.
"Hassasiyet gerektiren önemli bir sorunla karşı karşıyaydım. Sorunu ışıkları söndürüp yatağa girerek hallettim."
Avi Pardo çevirisiyle, Parantez Yayınlarından çıkan “Toza Sor” kitabı, böyle bir beşinci cümleye sahip olduğu için okumaya başladım ve çok kıskandım.
Kitabın kahramanı Arturo Bandini, hem aşıktı hem yoksuldu hem de yazar olmaya çalışıyordu.
Bir otel odası ve çevresindeki bir kaç mekanın tekdüzeliğinde; özgürce sevmeyi, haylaz bir çocuk gibi, yazar olmanın gurur ve hayalperestliğini; direk okurun gözüne sokan; hiç sıkmayan, sade, bilindik cümleler...
John Fante kıskanılacak şeyi başarmıştı.
Yazarak, ona tutkuyla bağlı olmayı takıntı haline getirmenin masumiyetini göze sokuyordu.
Çoğu gün yoksulluk içinde, sadece portakal yiyerek geçirdiği günlerden sonra, Arturo Bandini (kahramanımız) yayınlanan ilk öyküsünden aldığı parayı, bir gecede çarçur edebilen savurgan biridir. Bu haliyle de öykünmeye müsaittir. Ele geçecek ilk parayı harca! Hatta çoğunu masaya bahşiş olarak bırak. Garson kız, Camilla olabilir.
Bu da kitabın aşka olan mesafesidir. Kahramanımız, garson kız Camilla’ya aşıktır. Camilla bir Meksikalıdır. Los Angeles'ın tam ortasında bulunan Bunker Hill’de çalışan Meksikalı garson kız... Aşağılanır, yüceltilir ve bir çok kişisel uyarıya rağmen buna teslim olma hali, her sayfada kendini ele verir.
Yanlış kişiye aşık olmanın hikayesi değildir, bir kaybedenin aşık olmasının hikayesidir.
Bazen acı duyarız, bazen de kızgınlık, yayınlanan ilk öyküsünü okuma arzusuyla kıvranır, gurur duyarız ve yoksul günlerde yenilen portakalların tatsızlığı bunu da hissederiz.
Kitabı okuduktan kısa bir süre sonra bir kadınla yasamaya başladığını söyleyen Bukowski, bunların hepsi önsözde yazar.
Kendini Arturo Bandini sanan Bukowski’den bahsediyorum. Bunun abartı olduğunu düşünmeyin. Yazmaya çalışan genç bir yazar adayının kitap raflarına bakarken, bir gün benim kitabım da burada olacak, yer açın dediğini duyar gibi oldum.
Bunlar kimin sözleriydi?
Arturo Bandini, bu deli kahramanı çok seveceksiniz. “Niçin yaşıyorsun lan” diye bağırmasını beklemeden, okurken kendinize bağırabilirsiniz. Yazar olmaya çalışan çocuk! Sevdiği kız Camilla, otel odası ve bir kaç yoksul günün kaygısız sözcüklerle ifade edilmiş hali: Toza Sor!
Aslında başka bir şey daha var. Çöle atılmış imzalı kitap...
Kim okuyacak? (GB/HK)