Bir memur çocuğu olarak, Özallı dönemlerin aksine, 'kadır kıymet' bilerek, ahlak-erdem nâmına daha bir titizlenerek büyüdük, büyütüldük. 1980'i yedilerinde karşılayan, yeni zamanlar 'edepsizliği' ortama hakim olana kadar ise iş işten geçmiş, biz kendimize asri zamanlarda oldukça atipik olacak bir karakter şekli edinmiştik: Tabakta yemek bırakılmayacak, birisine fenalık tertiplenirken iki kere düşünülecek, kendine yapılmasını istemediğin asla başkasına yapılmayacak, ola ki fırsatı oldu 'sakın ha!' haram mala teşne olunmayacak, elalemin mülküne kem gözle bakılmayacaktı. Bir suç işlendiği anda da, mülk sahibine gidilecek, 'Ben yaptım!' denilecekti. Full aksesuar delikanlılık yani. Bu arada zaman değişmiş, delikanlılık enayilikle eş koşulmaya başlanmıştı, lakin ne gam, 'biz böyle evlat büyütürüz ebeveynleri', bize ellerinden-emeklerinden geldiğince bir insalık ayarı verdiler. Haddinden fazla azan, kırıp-döken, gürültü çıkaran yeri geldiğinde 'bomba süsü verilmiş' pankart tadında olan bir evlada da tüm bu müfredat, eksiksiz işledi. Ki, sıfır 'şiddet' katsayısıyla. Yahu, bir tokat bile görmedik... Alın size işte 'bu topraklarda ne işim var büyütmeleri'ne bir örnek. Sağolsunlar, bugünlerde eğer insaniyet namına zerre bir sesimiz varsa, sayelerinde. Ez cümle: 1-) Ebeveynlik mühim mesele 2-) Dayak hadisesine hem esastan hem usûlden mesafeliyiz.
"Babacan" ülkenin "yaramaz" çocuklarına ettiği
Esasa geçiyoruz: Tüm bu açılım sağanağında, demokrasiyi alıp da gündelik hayatın içine zerk ettiğimizde, aslında çok da kolay bir tanım çıkıyor karşımıza. Bir hane, bir sokak, bir ülke kendi 'yaramaz' evlatlarına nasıl davranıyorsa, işte o hane, o sokak, o ülke o kadar 'babacan'dır. Demokratlığı geçtik, hele önce biraz 'babacanlık' görelim hele. Şöyle azıp da, iki cam-çerçeve indirdiğimizde, 'peder bey' tekme tokat olayına girmeden önce, hele şöyle bir karşısına alıp dinliyor mu? Şöyle bir kafamızı okşayıp, yanağımızdan sert bir makas alıyor mu? Hani, sertlik de ortama 'Genç! hadise tamamen babacanlık, yoksa allaha şükür hala gücümüz kuvvetimiz yerinde!' tadı vermek için... Maziden, kendi zamanlarından anektodlar eşliğinde kısa-uzun metraj nasihat performanslarına giriyor mu? Baktı durum daha fena, 'Alıp şöyle bir meyhaneye çekiyor, 'kör kuyularda ışıksız kalmaktan' kurtarıyor mu evladını? Yani, başbakan Erdoğan, 'dışarıdaki protesto seslerine kulak kesilmek gerek' diye iyi dedi, hoş dedi de, bizim bildiğimiz kerterizi sınıf mümesillerinden değil, tahtada ismi olan, isminin yanında bir sepet çarpı olanlardan alınır...
Kürt olsun, islamcı olsun, kadın olsun, genç olsun, hatta ve hatta bir Türk baba için kaldırması zor ama devrimci olsun, eşcinsel olsun, her türlü uslanmaz militan olsun (tüm bu kimlikleri bir bünyede toplayanlar var ki, onların babalarını anca 'devrim' paklar); mevzu bahis olan 'evlat' değil mi? Hani tamam gitmiş bu evlatlar, makbul baba sözü dinlememiş, güzel diyarlar gezen, güzel içen, güzel muhabbet eden, izdivaça da uzak duran 'dayı'larına, ''hala'larına özenmişler. E varsın özensinler. Sen almıyor musun o dayıyı, halayı eve, basıyor musun her fırsatta tekmeyi, tokadı kardeşine. E evlada gelince ne oluyor; eti senden kemiği senden diye, her fırsatta ete-kemiğe yüklenme ne diye. Hayır basıyorsan bas sopayı, seni ilgilendirir, lakin iki dakika da dinle; sanki yıllarca bastın da, süper ortam oldu? Al işte sana manzara, öyle babalar yaptın ki her yaştan, tokatla da yetinmiyor, elinde basacak neyi varsa basıyor evlatlarına. Dakika başı bütün memlekete manyaklık, hastalık, travmaya kusup duruyorlar. İyi mi oluyor!
İnce cama plastik top
Usûlle devam edelim: Eskiden, mahalle arasında, şöyle topa sağlam bir asıldığınızda, dümeniniz de bozuksa, komşunun camını alırdınız aşağı. O zamanların camı da nasıl camsa, plastik top bile indirirdi. Şimdi öyle mi? Belki de o 'ince cama-plastik top' geleneği devam etse, iki cama bu kadar tantana yapılmazdı. Neyse, cam kırılınca da asabi amcayla beraber soluğu peder beyin, peşi sıra da 'camcının' orada alırdık. Sonrası elbet, nasihat: 'Fena da top oynamazdın sen. Nasıl gitti şutun oraya! Demek bir müddet 'topsuz' kalman gerekiyor!'. Zaten tırsmışız, utanmışız, maç yarım kalmış canımız sıkılmış, çocuğu daha candan bezdirmenin ne gereği var. Dayak mı? Valla görenlerden değiliz. Nasihat da bu formattaydı. Zararını değil, faydasını gördük. Hal böyle olunca da, can sıkıcı bir hadiseyle temas ettiğim zaman aklımıza ilk gelen karşımızdakinin ağzını burnunu kırmak olmuyor. Parça tesirli bomba gibi dolanmıyoruz ortlıkta yani.
E peki zamane mahallesinde neler oluyor; Gezegenin en mendebur kurumları, sanki geçen sene yaşanan kriz orta oyunuymuş, kendileri de kavuklu ile pişekârmış gibi gelip memlekette rol kesiyorlar. Haklı olarak da bu klişe vicdanlı, akıllı, isyankâr birilerinin asabını bozuyor. Sonra da, bu birileri kendi bildikleri dilden hem topluma hem de bu mendeburlara husumetlerini aktarmak istiyor. Severiz, sevmeyiz, dinleriz, dinlemeyiz. Zaten toplum olarak iyice üstadı olduğumuz yeteneği daha bir geliştiririz: dinlemeyelim, sevmeyelim, bol bol, boş boş konuşalım. Hiç kusura kalınmasın, şu gezegende son zamanlarda olup biten o kadar sıkıcı ki, işte tam da bu nedenle dünyanın sokaklarında çok fazla yaramaz çocuk ve tepelerinde 'gaz bulutları' geziyor. Sevme, beğenme, karşı çık, ama bu evlatlara sopa atılırken, camı-çerçeveyi bahane edip , ne vakit 'az olmuş, oh olmuş, iyi olmuş' nefretine nail oldun. Sen yoksa hep mi böyledin de çaktırmıyordun. O cam çerceve indirirken, sen de 'can', 'izan' indirmekten hiç çekinmiyorsun. Hakikaten çok fenaymış halimiz, hani beraber yaşıyoruz, beraber yaşamaya mecburuz diye hayıflanıyoruz. Neyse, muhabbet babayla, kardeşe efelenmeyelim şimdilik.
Medya salacak, biz koklayacağız
Bir de, olaylar vesile oldu, yine kanaat getirdik. Bu yandaş medya, muhalif medya falan laf-ı güzaf. Aslında 'birlik-beraberlik ortamı' hiç de uzak değilmiş. Bir kere proje 'nefis' ve basit: Salın ortalığa üç-beş 'solcuyu', dikin karşısına asabi (kolluk) kuvvetleri, insin üç-beş cam çerçeve, sonra akşam geçin televizyonların başına... Sahalarda görmek isteyeceğimiz türden yakınlaşmalar, kardeşlik-sevgi-neşe ortamı. Meğer bir 'flörtlük' canları varmış. Hayır bir de şu üç-beş solcu, üç-beş milyona çıksa, ortam dönecek 'tek kanallı' zamanlara, medya dönecek merkezi-haber-(s)alma teşkilatına. Onlar salacak, biz koklayacağız, her daim olduğu üzere.
Esasla kapayalım: Velhasıl, aslında bu IMF denen, Dünya Bankası denen, bildiğin mahallenin zengin, nemrut, gıcık herifin teki. Ne top oynatıyor sokakta, ne top oynayacak alan bırakıyor. Bahçesindeki ağaçlardan salkım salkım meyveler dökülüyor, ama etrafı öyle bir çevirmiş ki dalıp da nasiplenmek na mümkün. Bir yolunu bulup daldığınızda da, kendi babanız tarafından sopalanmak bayaa bir canınızı sıkıyor. Ha bir de durumdan vazife çıkaran, evlada saldıran 'eli sopalı esnaf modeli' var ki, babaya hatırlatmayı görev biliyoruz; evladını başkalarına dövdüren, bizden değildir, olmasın zaten.
Biz o mahallenin çocukları değiliz
Valla, o mahallenin çocuklarında değiliz, başka türlü 'itiraz' yollarına kanaat getirmişiz. Nedenleri, nasılları bu yazının konusu değil. Lakin, birileri 'Hani benim camım-çerçevem, hani benim bankamatiğim' dediğinde de, 'cana gelmesin, mala gelsin' hattından sapmıyoruz. Milli servet geyiğini geçelim. Bu yaşa geldik daha ne servetin millisini gördük, ne de o servetten bi muhabbet gördük. Hadisenin milli takımdan farkı yok. Onlar oynuyor biz izliyoruz. Çıkıp da 'bankaların dünyanın en tatlı varlıkları' olduğu da söylenmesin. O konuda da söyleyecek yığınla sözümüz var. Dediğimiz gibi, saklı tutuyoruz. Lakin, biz 'babamız'dan, yaramaz evlatları camı çerçeveyi indirdiği zaman, önce camcıya gidip, camın parasını ödemesini, sonra da evladını karşısına alıp konusmasını bekleriz. Ama öyle boş konuşmak yok: Eğitimle konuşacak, sağlıkla konuşacak, işle konuşacak, muhabbetle konuşacak. Hani, ne bilelim, 'seni okutmak, doyurmak için dişimden tırnağımdan arttırdım evlat' diyecek. 'Atarım bankasına, camına, çerçevesine. Benim derdim senin bu haller diyecek!' Sonra gözleri dolu dolu, şöyle yanaktan 'sert' bir makas alacak...
Hayır, meseleye bir de bu tarafından bakmak mı gerekir!..(TM/BÇ)
* Fotoğraf: Bawer Çakır