Üniversiteleri oluşturan esas unsurlar olan öğretim elemanları ve öğrencilerin istemleri taslağa yansımamış, tersine Rektörlerden oluşan Üniversitelerarası Kurulun beklentileri ve eski yasanın özü korunmuştur. Gerek değişik üniversitelerden öğretim elemanları derneklerinin, gerek eğitim sendikalarının, gerekse öğrencilerin görüş ve önerileri taslağa yansımamıştır.
Açıkçası üniversiteyi basit bir devlet dairesi gibi görmeyerek bilime ve akademik verimliliğe değer veren öğretim üyesi, öğrenci ve halkın büyük bir beklentisi vardı.
Bu olumlu beklenti yeni YÖK dönemiyle de ilintiliydi. Bu gereksinim ve beklentileri Prof. Dr. Erdoğan Teziç doğru bir şekilde değerlendirip, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Sezer gibi iyi ve güçlü bir başlangıç yapabilir; basit güç ilişkilerini değil iyi niyetli büyük çoğunluğun desteğini arkasına alabilirdi.
Ancak sonuç büyük bir düş kırıklığı oldu. Bu büyüklük ve kararlılık gösterilemedi. Korkarım bu düş kırıklığı, çağdaş bilim ve düşünceye inanan insanların sosyal ve insani motivasyonlarını da kırmaz.
Bu son taslak kısmen bazı iyileşmeler sağlamakla beraber yükseköğretim sistemimizin düşük akademik verimliliği ve eğitim kalitesi sorunlarının kaynağını ve buna uygun yeni düzenleme yapmayı öngörememektedir.
Üniversitelerdeki hantal ve tembelleştirici yapının temelinde hiyerarşik merkezi ve müdahaleci yönetim anlayışından (YÖK'ün oluşumundan Ana Bilim Dalına kadar) kaynaklı bir dizi zincirleme sorun yumağı yatmaktadır. Uygun akademik kadrolarını oluşturamaması da, verimi değil itaati merkeze alan bu hiyerarşik yapıdan kaynaklanmaktadır. Bu yapılanmadan dolayı son 23 yıldır YÖK yoğun eleştiri konusu oldu. Son bir yıldır da YÖKün yeniden yapılandırılması üzerine üretilen taslak enflasyonlarına rağmen yine elde somut hiç bir şey yok.
Son taslakta da;
*Üniversite halen basit bir bürokratik organizasyon gibi algılanmaktadır. Doğrusu üniversitelerin birer akademi olduğu unutulmaktadır. Bilimsel özgürlük, stratejik plân, öz değerlendirme, dış değerlendirme (akreditasyon), idarî ve malî özerklik, demokratik katılım gibi öğeler yönetsel organların inisiyatifi dışında her hangi bir ölçüte bağlanmamıştır. Üniversiteler evrensel anlamda birer felsefi düşünme yeri ve bilgi yaratan ve yayan bağımsız birimlerdirler. Maalesef bugün üniversiteler evrensellik bilinci yerine dar sınırlar içerisine çekilmiştir.
*Üniversite hiyerarşik bir yapıda kurgulanmıştır. Üniversitelerin kendi kendini yönetmesi her nedense istenmemektedir. Üniversite bileşenlerinin katılım ve öz denetimi dikkate alınmamıştır. Rektörlük ve Dekanlık seçimleri yeniden üst kurullara bırakılmıştır. Nedense adı üstünde özerk üniversitelerde, eğer öğretim üyesi de güvenilir değil ise neden bu kadar kişiyi hoca yaptık? Bunun sorumlusu kim?
*Öğrenci ve Öğretim Elamanları, yönetilmesi gereken (ehlileştirilmesi veya kontrol edilmesi) gruplar olarak görülmektedir. Bu anlayıştan vazgeçilmelidir!
*Akademik özerklik değil, mali özerklik esas alınmaktadır. Üniversitelerin kendi öğrencisi, öğretim üyesini, dersini, uzun ve kısa süreli plan ve programları belirlemesi halen merkezi YÖK denetimine tabi bulunmaktadır.
*YÖK bir türlü eşgüdüm (koordinasyon) düzeyine çekilmek istenmemektedir. YÖK halen güçlü bir merkezi yapı olarak yasada yer almaktadır. YÖKün ve rektörün, öğretim elemanları üzerindeki belirleyici yetkilerinden vaz geçilmemektedir. Oysa TBMM üyeleri nasıl ki bu ülke için dokunulmazlıkları var, düşünen beyinler olarak öğretim üyelerinin de mutlaka düşünce açıklama konusunda serbest olmaları gerekir. Aynı şekilde öğrencilerin de üniversite ortamında düşüncelerini serbestçe açıklamaları gerekir.
*Öğrenciler, hala bürokrasiye katılsın mı katılmasın mı sınırında algılanmaktadır. Bir kaç kurula katılabilmeleri değil, yayın hakları da dahil özerk katılımları esas olmalıdır. Yasa taslağı mevcut yasada olduğu gibi Türkiyeyi yarınlara taşıyacak her yönü ile donanımlı nitelikli gençler yetiştirmeyi hedeflememektedir.
*Mutlaka akademik yükseltme kriteri belirlenerek başarılı kişilerin dikey yükselmesi sağlanmalıdır. Nitelikli bilim adamı yetiştirilmesi ve seçimi için ölçüt, önlem ve yaklaşımlar sağlanmalıdır. Türk üniversitelerinin gelecekte de başını çok ağrıtacak olan en ciddi sorunu öğretim üyesi kalitesi olacaktır. Son 20 yılda bilim adamlığı dejenere edildi ve yeni yasa önerilerinin hiç biri bu konuya köklü öneri getirmemektedirler. Öğretim üyeliğinin bilimsel saygınlığı ile eşdeğer olan kalite sorunu birbirine bağlıdır.
*Öğretim üyelerinin ve yardımcılarının tam gün veya devamlı statüye dayandırılmasının gerekir.
* Üniversite öğretim üyelerinin fidanlığını oluşturan Araştırma görevliliği bir türlü kurumsallaştırılmamış.Araştırma görevlileri mutlaka her yönden desteklenerek, geleceğin beyinleri olarak yetiştirilmelidirler. Bunun için maddi ve manevi anlamda gelecek korkusu olmadan desteklenmelidir.
*Önce uluslararası ölçekte bir çalışma ortamı sağlanmalı, akreditasyon buna bağlı olarak devreye sokulmalıdır. Yurtdışına gidip gelecek bilet parası bile olmayan akademisyenlerin uluslararası ölçütlere göre değerlendirilecek olması adil değildir.
Ayrıca o iş üstünde tam yetkisi olmayan kurumların (bölüm ve öğretim elemanlarının) akreditasyona tabi tutulacak olması yeni bir kontrol aracından başka bir anlam içermeyecektir. Akredite olabilmek için her birim ve çalışanın yaptığı işte tam yetkili kılınması gerekir. Buna paralel olarak da hesap sorulması gerekir. Örneğin programını ve sistemini düzenleyemeyen, bir liralık bir harcama yetkisi olmayan bir bölüm veya öğretim üyesinin ne denli özgür bilimsel çalışma yapacağı kuşkusu yanında kime ve neye karşı sorumlu tutulacağı da açık değildir.
Üniversiteyi denetleyebilecek nitelikteki yüksek bağımsız bir organın nasıl oluşacağı açık değil ve hiçbir yerde belirtilmemektedir. ABDki bağımsız akreditasyon kuruluşlarının yanlış uygulamaları ciddi eleştiri almaktadır. En son örneği ENRONdur.
*Üniversitelerin yönetimi tek adam idaresine bırakılmaktadır. Yeni yasa taslağında da Üniversitede Rektör neredeyse tek yetkili kişi konumunu korumaktadır. Her ne kadar bazı yetkiler senato ve yönetim kurulu ve Fakülte yönetim kurularına bırakılıyorsa da son 20 yıllık uygulama atanmışların ağırlıklı olduğu kurullarda verimli bir sonuç çıkmamaktadır. Mevcut durumda neredeyse kuruların büyük çoğunluğu atamam ile belirlenmektedir. Böyle olunca da sonuçlar genelde Rektör ve Dekanların isteği doğrultusunda oluşmaktadır. Bu nedenle fakülte, üniversite yönetim kuruları ve senato mutlaka seçilmişlerden oluşmalı. Bunun için başta senatolar olmak üzere doğrudan öğretim üyeleri tarafından seçilen dekan ve öğretim üyesi temsilcilerinden oluşması gerekir. Meslek yüksek okulları yine kendi aralarında seçecekleri bir temsilci ile temsil edilmelidir.
Güçlü lider (Rektör) yerine kuralları oluşmuş ortak (kolektif) yönetim benimsenmesi üniversitelilik anlayışına ve entelektüel bilince uygun bir davranış olacaktır. Ulaşılamaz rektör yerine, Almanyada hep gördüğümüz sıradan bisikleti ile üniversiteye gelebilen, idari işler yanında bilimsel çalışmalarını da yürüten mütevazı Rektör modeli.
Rektörlerin iki dönem için seçilmesi başından beri en çok eleştiri alan konu olarak ifade edilmektedir. Kişiler ne kadar iyi niyetli olursa olsunlar yasanın kişilere verdiği yetkinin kurullarla paylaşmaması veya kurullar üzerindeki psikolojik baskısı ciddi sorun yaratmaktadır.
Bu bağlamda Yöneticilerin Cumhurbaşkanlığında olduğu gibi mutlaka bir defalığına seçimi vazgeçilmez olmalıdır. Eğer süre uygun değilse süre uzatılabilir. Bunun bir çok yönden büyük yararı bulunmaktadır. Yapılacak küçük bir anket bile öğretim elemanlarının ezici çoğunluğu yöneticilerin bir defalığına seçimle gelmesini onaylayacağı açıktır.
Değişik üniversitelerde aldığım yüzlerce e-postada bu konu ön plana çıkmaktadır. Çok iyi yöneticiler yanında genel eğilim ikinci defa seçilme uğruna üniversitelilik değerlerin zarar gördüğü sıkça konuşulmaktadır. Aynı bilim alanından arka arkaya iki dönemden fazla rektör seçilememesi kuralı getirilmesi olumu ancak bir defalığına seçilmesi daha büyük önem arz etmektedir.
Yöneticinin batıda sık sık örneğini gördüğümüz gibi başta bilimsel yetkinliği, paylaşımcı tutumu, verimliliği ve liderlik vasıfları dikkate alınarak belirli kriterlerle seçilmesi önem arz etmektedir. Ayrıca değişik ana bilim dallarında rotasyonla yöneticileri sağlanması güçlü fakülte hegemonyasının üniversite üzerinde yıkılmasını sağlayacaktır. Bu bağlamda batılı ölçütlerde üniversite yönetici seçiminde mutlaka öğretim görevlileri, öğrenciler ve çalışanların da temsilcileri aktif rol almalıdırlar.
*En önemli akademik birim olan Enstitü yönetimleri atama ile belirlenmektedir. Enstitü müdürleri mutlaka Enstitünün bağlı bulunduğu birimlerin öğretim üyelerince seçilmesi sağlanmalıdır.
*Yükseköğretim sistemi bir bütünlük içinde ele alınmalı (ilköğretimden üniversiteye kadar), ilk ve orta öğretimdeki sorunların yerinde çözülmesi, ve üniversiteye daha sorunsuz ve başarılı, rekabet edebilir, motivasyonu yüksek öğrenci kazandırma hedeflenmelidir. Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi, Türk Dili ve Kültürü ile yabancı dil derslerini en az iki yarıyıl olmak şartıyla zorunlu olarak okutması artık üniversitelerde kaldırılmalı. Bu dersler Orta öğretimde öğrencilere artık doğru dürüst öğretilmeli. Eflatunun matematik bilmeyen üniversiteden içeri giremez anlayışı ile artık üniversiteler üniversite olmalı buralarda, bilim felsefesi, bilim tarihi ve kültür dersleri okutulmalıdır.
* Üniversitelerin en etkin birimi Fakülteler tüzel kişilik kazanmalı. Üniversitenin yönetimsel olarak en ağırlıklı ve yetkili kurumu ve organı fakülteler olmalı. Çünkü bilim ve araştırma buralarda yapılmaktadır. Fakülte her konuda yetkin olmalıdır. Fakülte öğretim üyeleri doğal olarak fakülte kurulunun doğal üyesi olmalıdır. Alınacak karalar fakülte kurulunda tüm üyelerin bilgisi ve onayı ile salt çoğunluğa dayalı olması gerekir. Böyle olması durumunda yöneticinin atanmış veya seçilmiş olması ciddi sorun yaratmayacaktır. Batıda olduğu gibi bizim eski yaslarda bunun yeri mevcuttur.
*Fakülte dekanlarının seçimle gelmesi iyi ancak kaç kez peş peşe seçileceği belirtilmemiştir. Bir defalığına seçilmesi her zaman yararlıdır.
*Bölümlerde norm kadro uygulamasına geçilmeli ve öğretim üyeliği kriterleri son derece iyi belirlenmelidir.Akademik değerlendirme önerisi yerinde ancak duygusal ve nepotist istismara yer vermemek için sınırları iyi belirlenmiş ilkelerin oluşturulması gerekir.
*Bölüm Başkanlığı seçimi için kriterler yeninden gözden geçirilmeli. Bölüm başkanlığı seçiminde 7 öğretim üyesi ölçütü getirilerek üniversitelerin belki de yüzde 90ında böylece bu kriter yerine getirilemeyeceği için yetki doğrudan dekan ve rektöre bırakılmıştır. Örneğin Cumhuriyetin ilk Fakültelerinden biri olan DTCF de bile pek çok bölüm 4-5 öğretim üyesi ile sınırlıdır. Kaldı ki, Anadolu Üniversitelerinin bir çok bölümde bu sayıya hiçbir şekilde ulaşılmamaktadır.
Bilim yapan en alt birimler olan Ana bilim dalı ve bölümler güçlü kılınmalı. Ana bilim dalı ve Bölüm Başkanlığı seçimi gönüllülük esasına bağlı da olabileceği gibi tüm Fakülte öğretim üyeleri tarafından da seçilebilirler. Batılı anlamda bölüm başkanlığı üzerinde kavga ettikleri bir koltuk olmak yerine insanların angarya olarak gördüğü bir yapıya kavuşması gerekir.
*Meslek yüksek okulları üniversitede bile olmaması gerekirken, nerdeyse fakültelere eş düzeyde düşünülmekte, dekanlıklarla aynı yetkiyi kullanmakta, senatoda temsil edilmekte ancak hiçbir kritere bağlı olmayan atama sistemi ile işletilmektedir. Mevcut durumda Meslek yüksek okullarının üniversite senatosunda ve Yönetim kurulunda tek temsilci ile temsil edilmesi gerekir. Yöneticiler genelde atandıkları için bugüne kadarki katkıları hep tartışma konusu olmuştur. Meslek yüksek okullarının mutlaka yeni bir yasa ile üniversite dışına alınmalıdır.
*Döner Sermaye gelirlerinin akademik faaliyetler dışında kullanımı yasaklanmalı, başta kütüphane olmak üzere akademik ve öğrenci faaliyetlerine ayrılmalıdır.
*Yönetimlerde nedense şeffaflık öngörülmemektedir. Üniversite yönetim organları asgari altı ayda bir bütün mali ve diğer konularda bütçe ve uygulamalarını kamuoyuna açıklaması gerekir. Neden korkuluyor, anlaşılmıyor.
*Ayrıca üniversiteler üzerinde siyasi etki olmamalı, diğer bir ifade ile özerk kurumlar olmalıdırlar. Bu anlamda üniversiteler hükümetlerin ve bürokratik işlevlerin müdahalesinden özgür tutulmaları gerekir.
Sonuç olarak;
Bu ve benzeri konular nedeniyle üniversiteler basit birer bürokratik organ gibi algılanmakta, gözlerimi kaparım vazifemi yaparım anlayışı ile neredeyse birer devlet okulu gibi günü geçirmeye çalışmaktadırlar.
YÖKün mevcut 2547 sayılı yasada yapılan son rötuş ile kurulların bazı yetkilerinin artırılması, yasayla öğrencilerin kendileri ile ilgili kurulda yer alması, öğretim görevlilerinin senatoda bulunması birer yeni açılım sayılabilir ancak açıkçası fonksiyonsuz olacağı için göstermelikten öteye geçmemektedir.
Rektörün aynı bilim dalında iki defa peş peşe seçilmemesi önemlidir ama aynı zamanda tek dönemle sınırlandırılması daha uygun olacaktır. Dekan ve bölüm başkanlıklarının seçimi öngörülmekte, ancak kaç kez peş peşe seçilecekleri belirtilmemektedir. Bölüm başkanlığında 7 öğretim üyesinden aşağı öğretim üyesinin bulunması durumunda da doğrudan atama da anlaşılmamaktadır.
Üniversitelerde akademik akreditasyon ölçütleri öngörülmesi güzel, ancak yetki ve sorumluluğu olmayan birimlerde ve kişilerde akademik performans beklenilmesi şüphelidir. Üniversitelerdeki akademik verimliliği ve eğitim kalitesinin bütünleşmeye çalıştığımız Avrupa Topluluğu ve Avrupa Üniversitelerin seviyesine çıkarmak için hiçbir nitel yenilik getirmemektedir.
Yasa taslağı Türkiyeyi yarınlara taşıyacak her yönü ile nitelikli ve donanımlı öğrenci ve öğretim üyesi yetiştirmeyi hedeflememektedir. Katılımcı, kurumsal ve demokratik yapılanma yerine tek elden yönetmeyi öngörmektedir. Buda kapalı devre bir üniversite ve yükseköğretim sistemi oluşturmakta ki bununla Türkiyenin gelecekti de bilgi çağını yakalaması mümkün görülmüyor.
Üniversiteler salt bilimsel ve teknik gelişme merkezleri olmanın ötesinde birer felsefi tartışma ortamı olarak çevrelerini bilinçlendirme ve bu yönüyle bulunduğu bölgenin bilinç ve kültür düzeyini yükseltme sorumluluğu altındadır. Bu anlamda bilim felsefesi ve tarihi, metot ve diyalog dersleri yerine 1980lı yılların anlayışına uygun olan ve lisede okutulması gereken dersler halen 2000li yıllarda okutulmak istenmektedir. Bu da üniversitelerin evrenselleştirmemekte, aksine daraltmaktadır.
Daha önce de belirtildiği gibi üniversitelerin tüm bileşenlerini oluşturan öğretim üyeleri, öğrenciler ve diğer paydaşların oluşturacağı ve içinde kendini bulacağı çağdaş bir yükseköğretim yasası umudu ile saygılarımı sunarım.
* Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ; Çukurova Üniversitesi