Yazılarımı okuyanlar yaşadığım şehirden bu denli sıkça söz etmemden umarım bezmemişlerdir. Ama bezip bıkmışlarsa da, haberleri olsun daha çok yazacaklarım var, aflarına sığınarak. Çünkü şehir öyle az buz bir şehir değil, binler yıllık bir şehir. Üstelik sadece mekânsal hikâyeleri ile değil, yaşadığı onca serencam ve muhalif dik duruşu ile muktedire meydan okumuş siyasal manada simge bir şehir.
Bu sebeple şehir sırlarını fısıldayacak bizler de sırdaşları olarak yazacak, paylaşacağız. Paylaşacağız ki; paydaşları, dostları ve yarenleri çoğalsın. Çoğalsın ve büyüsün. Büyüsün ki işlerimiz kolaylaşsın.
Çünkü daha çok işimiz var bu şehirde, dedik. Demeyi de sürdüreceğiz…
Bugünlerde Diyarbakır’daki bilboardlarda iki dilli Türkçe ve Kürtçe olarak bir afiş dikkat çekiyor. Ve siz bu yazıyı okuduğunuzda o afişe sebep olan gün kutlama ve anması muhtemelen gerçekleşmiş olacak. Afişte şöyle bir ifade var. Fetha Amedê, Diyarbakır’ın fetih günü: 1374. yılı.
Bilmeyenler için bu anma ve kutlamayı gerekli kılan ve ilk kez bu yıl yapılan etkinliğe sebep olan tarihsel meseleyi yazmakta yarar var.
Diyarbakır Milattan sonra 639 yılına kadar Roma-Bizans egemenliğinde olan bir şehir. Arap Orduları kenti M.S. 639’da kuşatır. Beş ay süren kuşatmadan sonra kent, Müslüman Araplar tarafından ele geçirilir. Ele geçirilir geçirilmesine de, şehrin sakinlerinin Hıristiyan tebaaya mensubiyeti nedeniyle orta yerde duran Mar Toma Katedrali bile en az iki yüz yıl süreyle ortak ibadethane şeklinde; cami, kilise ve havra olarak kullanılır.
Şehrin sicilinden geçen bütün kavimler; camilerle kiliseleri, havralarla mescitleri aynı uhrevi dünyanın yeryüzü ibadet mekânları olarak dikkate alırlar. Nüfus popülasyonuna da pek müdahale etmezler. Hatta 1869 yılında yapılan şehir envanterini Dîyarbekir Salnamelerinden incelediğimizde fark ederiz ki; bütün o fetihlere ve fetihlerin neredeyse 1300 yıl sonrasına bile baktığımızda 1869 yılı rakamlarına göre kentin Müslüman nüfusu ancak yüzde kırklarda seyreder. Ne olursa 1895 ve 1915 felaketlerinden sonra olur. Kent; Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının bütün o bilinen tekçi Türkçü tektipleştirmelerine mazhar olur. Ve ez cümle bugünlere gelinir.
Özeti bu!
Buradan bir okuma yaptığımızda bugün için çevredeki şehirlerden mesela Urfa’nın Peygamberler Şehri olarak anılmasına öteden beri alışkındık. Peki Diyarbakır için bütün muhalif metropol ve direnişçi kimliklerini yok sayarak bugün adeta din üzerinden politika yapılarak sistematize edilen bir şehir kimliğine evriltmek neyi anlatmaya çalışıyor.
Hatta yapılan işten yani fethedilmiş bir şehir anması işinden yola çıkarak vurgulamak gerekirse hiçbir döneminde işgal edilmemiş ve bu nedenle kimi şehirler gibi kurtuluş günü de olmayan bir şehrin fetih gününden söz etmek! Sonra da bu fetihçi anlayış üzerinden yeni sahiplenmecilikler tesis etmeye yeltenmek bir şehri anlatmaya muktedir mi, hakkaniyetli mi!
Kesinlikle değil.
Diyarbakır’ı İslami politika yapanların kategorize etmeleri, hele hele bu manada fetihçi manada, tek başına İslami kimlikle daraltmaya yeltenmeleri kente yapılmış büyük haksızlık olur. Evet, Şehir bugün büyük ölçüde Kürt ve Müslüman bir şehirdir. Ama şehrin diğer hiçbir kimliği, dini, cemaati, inanç topluluğunu da ötekileştirmeyen tarih boyunca yok saymayan bir yapısı vardır.
Belki Maraş kahraman olmayı, Antep gazi olmayı, Urfa şanlı olmayı kendine çok yakıştırabilir! Ama bırakınız Diyarbakır, alternatif muhalif ve metropol kimliğiyle siyasal manada simgesel bir şehir olarak Kürtlerin kalbi Amed olarak kalsın derim. Öyle kalmasını da arzu ederim. (ŞD/ÇT)