Bir duvar dibi fesleğeninin sıkışmışlığıydı yürekteki… Öyle acı, öyle yitik, öyle çare arayan… Böyledir işte çınar ağacının duvar gölgesinde fesleğenler de yetişir, o fesleğenlerin etrafına binbir türlü haşerat da doluşur. Mesele haşeratın karınca cinsinden mi başka cinsten mi olduğu kadar bir de cinsi kötü ise nasıl bertaraf edileceğindedir. Niye mi? Niyesi mi olur bu işin, karınca cinsinden ise haşeratın, fesleğen gibi çevresine mis kokular yaymayacağı malum da çınar ağacının gövdesine kurulu karıncalar şehrinde; binbir türlü iş işler, yılı kurtarır. Lakin kötü huylu cinsten ise haşerat; işte o zaman derdine yan, fesleğeni soldurur, rengini önce mora sonra siyaha çaldırır; yetmedi mi yarım asırlık çınarın gövdesine doluşur, çürütür, boylu boyunca devirir. Bertaraf etmek için fesleğenin sayısını mı arttırmalı bilinmez.
Böylesi bir zamanda ülkelerin birinde yarım asrı deviren çınarlar gücünden düşmeye, çürümeye başlarsa kesilir, boylu boyunca devrilirmiş zulümkarlarca. Bin yılların şahitlik ettiği upuzun bir vadide, dağın tan yerine bakan yamacında yarım asırlık heybetli mi heybetli ulu bir çınarın gövdesine kurulu karıncalar şehrinde can hıraş süren çalışmaların sonuna doğru gelinmişti, bu yıl da bitmek üzereydi. Zemheri gelmeden işler tamamlanmalı, karıncalar zemheri de bu kez yazın işledikleri iş ile koca çınarı korumanın yollarını aramalıydı. Lakin durum her zamanki gibi gitmedi. Karıncaların arasında, karınca kavmine benzer ancak cinsi kötü bir tür haşerat peyda olmuştu. Sayıları ise epeyce fazlaydı, aman yoksa karıncaların miktarını geçmiş olmasınlardı.
Yenice açan bir fesleğen vardı kuytuda, boynunu bükmüş hallerine ağlar gördü onu minik bir karınca. Çınar ağacının karıncalar şehri ile örülü göz kamaştıran gövdesini kurtarmalıydı, bir yolu olmalıydı. Aksi halde çürüyen bir gövde boylu boyunca devrilmeye mahkum olurdu. Böyle düşündü ufak tefek ama yaman mı yaman karıncamız. Karıncalar bir araya geldi. Bir yolu olmalıydı kötü huylu haşeratı bertaraf etmenin, ama nasıl? Oturup konuşmalı mı, yoksa karıncanın gövdesinden kovulmalı mı, kovulsa gider mi, gitse döner mi, konuşulsa hal çare bulunur mu, yoksa hiç belli etmeden karıncaların sayısını mı arttırmalı? Sorular tam da böylesine peş peşe geldi. Karıncalar eni sonu kötü huyluları iyi eylemeye meyletti. Oturulup konuşulacaktı, ancak bu çare olur muydu? Sayıları artmaz ise halleri haraptı. Bir bilinmeze doğru yola çıktılar. Böylelikle oturup etraflıca konuştular, kötü huylu haşeratlar ellerinden geldiğince zararını azaltmaya söz verdi, karıncalar kavmi çınarın gövdesinde yeniden çoğalmaya gayret edecekti, yaşlı bilge bir karınca soyu sürdürmek kolay değil gibi konuşunca hayal kırıklığına uğradı bizim ufak tefek karınca...
Koca çınar yılı kurtardı, lakin kötü huylu haşeratlar her dem olacaktı. Asıl sayılarının bu denli artmasına, kavimlerinin karıncalar şehrinde yer yurt bulmasına, maksatları çınarı boyunca devirmek olmasa da etkilerinin yarım asırlık kadim çınarın çürümesine neden olacak kadar ilerlemesine dur demeyen karıncalardı mesul. Karıncalar o yıl çok üzüldüler, epeyce gözyaşı döktüler, binbir emekle güzeller güzeli çınarın gövdesine işledikleri karıncalar şehrini de, çınarı da dikkatli olmazlarsa kaybedebileceklerini anladılar.
Gelelim bizim bedeni ufak tefek yüreği kocaman karıncamıza: Asırlardır çınarın gövdesinde yaşayan bilge karıncaları çaresiz görünce, hayli üzgün döndü fesleğenin kuytusuna. Böyledir işte karıncalar da insandan hallice; zihninizde kristalize olmuş düşünceler tuzla buz olduğunda cam kırıkları yüreğinizi boydan boya yırtar, parçalar. Hal böyle iken öfke duymuş karınca, bunca haşerata değil ama… Toprağın derinliklerinde, kendi için inşa ettiği dört odacıklı şirin evine bir daha çıkmamacasına giderken şunu sormuş karınca; peki karınca ehli neden susar soysuzca?
(DA/AS)